KıbrısManşet

6 Şubat felaketinin ardından itiraflar ve hatırlattıkları…

6 Şubat 2023 tarihi yaşadığımız sürece asla unutamayacağımız bir travma yaratan tarih olarak hafızalara kazındı, tarihe de geçti.

İlk anda bölgede yaşayan en az 15 milyon insanın yaşamını etkileyen, sonrasında ise bütün ülkeyi ve milleti etkileyen, derinden sarsan, insanlık tarihinin gördüğü en büyük felaketlerden biriydi, göz göre göre geleceği de belliydi ve insanlık depremin değil, Türkiye’de artık yaşamın bir parçası haline gelen ahlaksızlığın, sahtekarlığın, vicdansızlığın, umursuzluğun, sorumsuzluğun, doyumsuzluğun, arsızlığın, yalanın, dolanın, talanın yarattığı enkazların altında kaldı.
Türkiye bir deprem ülkesidir, dört bir tarafı irili ufaklı fay hatlarıyla çevrilmiştir ve deprem Anadolu’nun kaçınılamaz bir gerçeğidir.
Bu gerçeği bile bile göz ardı etmek, katliama davetiye çıkarmaktır.
1940’lı yıllardan beri depremlere karşı önlem alabilmek için sayısız bilimsel raporlar hazırlandı ve depreme karşı yapılması gerekenler vurgulandı.
Ancak devleti yönetenler, devleti bilimle, akılla, kanunla, kuralla yönetmedikleri, sahtekarlıklara ve ahlaksızlıklara göz yumdukları, ve keza öncelikleri farklı şeyler olduğu için son 80 yılda birbiri ardına felaketler yaşandı ve dehşet boyutta can kayıpları verildi.
Yapılan sahtekarlıklara, vicdansızlıklara, ahlaksızlıklara birbiri arkasına çıkarılan imar aflarıyla göz yumulduğu ve imarla ilgili yasaların, kuralların, bilimsel akılın paspas edildiği gibi, her seferinde devlet müdahale etmekte de geç kaldı, aciz kaldı.
İmar-inşaat yasaları, kanunları, kuralları resmen devlet eliyle çarçur edildi, paçavraya çevrildi, neticesinde ise binbir sahtekarlıkla, ahlaksızlıkla dikilen bina ucubeleri toplu katliam yığınlarına dönüştü.
Dahası, bu katliama çanak tutan sadece çarçur edilen yasalar, kurallar, bilimsel akıl değildi, var olan en etkili müdahale imkanları da köreltildi, çarçur edildi.
Eskiden TSK’nın da dahil olduğu çok kapsamlı bir afet müdahale planı vardı, adı EMASYA PROTOKOLÜ idi…
1999 Gölcük depreminde, doğal afetlere ve savaş durumuna karşı her türlü hazırlığı bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin olay bölgesine en yakın birlikleri Emniyet Asayiş Yardımlaşma Protokolü’nden aldığı yetkiyle, değil saatler, dakikalar içinde sahaya inmiş ve arama kurtarma çalışmalarına başlamıştı bile…
TSK’nın müdahalesinin neticesinde ise ilk 48 saat içinde binlerce can o moloz yığınlarının altından canlı çıkarılmış ve hemen gerekli müdahaleler yapılmış, can kayıpları önemli oranda azaltılmıştı.
Ancak 2009’da AFAD kurulurken ve daha sonra da TAMP-Türkiye Afet Müdahale Planı ile Türk Silahlı Kuvvetleri doğal afetlere acil müdahale konusunda tamamen devre dışı bırakıldı.
Bütün dünyada silahlı kuvvetlerin afet ve savaş durumlarında ani müdahale yetkileri ve hazırlıkları bulunurken, dünyanın en etkin ve yetkin, dahası, saha tecrübesi olan TSK, hangi akla hizmettir bilinmez, AKP iktidarı tarafından etkisiz hale getirilmişti.
Bu yüzden de deprem bölgesine en yakın askeri birlikler hem yeterli hazırlıkları olmadığından hem de yetkileri ellerinden alındığından hemen olay bölgesine müdahale edemedi, kurtarabilecekleri onbinlerce insan evladı o soğuklarda enkazların arasında inim inim inleyerek, soğuktan, açlıktan, susuzluktan öldü gitti.
Eğer EMASYA Protokolü ortadan kaldırılmamış olsaydı değil saatler, dakikalar içinde en az 50 bin asker tüm ekipmanlarıyla arama-kurtarma faaliyetlerine başlamış olacaktı ve sayısız insanımızın canı da kurtulmuş olacaktı.
EMASYA Protokolünün ortadan kaldırılmasının akıl almaz boyuttaki acı sonuçları 6 Şubat depreminde görüldü, AFAD ve Kızılay yetersiz kaldı, hatta rezil rüsva oldu, millet ve dünya depremzadelere yardım için ayağa kalkarken Kızılay çadır satacak kadar ayağa düştü, beceriksizlikler ve yetersizlikler yüzünden onbinlerce, belki de yüzbinlerce insanı kaybettiğimiz yetmezmiş gibi, bir de böylesine dehşetli bir afet sürecinde kendi insanımıza Kızılay tarafından çadır satıldığı için dünyaya da rezil rüsva olduk.
6 Şubat felaketinin yıldönümünde felaketin diğer boyutunu, sadece bir kısmını, ve devletin sorumluluğunu devletin kendi savcısı, Hatay Cumhuriyet Başsavcısı Ahmet Çelikkol, kendi ağzıyla açıkladı ve dedi ki; “Vefat olayı gerçekleşen 1759 bina tespit edilmiş olup, Cumhuriyet Başsavcılığımızca soruşturmaları devam etmektedir. Soruşturmaya konu deprem dosyalarından 975 binanın ruhsatsız yapı olduğu tespit edilmiştir.”
Bir Cumhuriyet Başsavcısı uydurma açıklama yapmaz, hele de böylesine hassas bir konuda, bu mümkün değildir.
Bu yüzden bu açıklamayı noktasından virgülüne doğru kabul edersek, bu şu demektir; Yıkılıp da ölüme sebebiyet veren binaların tümünün yarısından fazlası kaçaktı, geriye kalanı da kanunlara, kurallara, bilimsel akıla göre yapılmamıştı ki saniyeler içinde yerle bir oldular…Neticede ise yıkılan binaların her biri tam bir sahtekarlık, vicdansızlık ve ahlaksızlık abidesiydi ve bu binalar yapılırken devlet üstüne düşen görevleri, başta denetleme görevi olmak üzere, yerine getirmemişti, bu ahlaksızlık abidelerinin yapılmasına göz göre göre, bile bile göz yummuştu ve neticede ise göz göre göre, geliyorum diye bağıra bağıra gelen bir felaket ve katliam yaşandı.
Yıkılan ve can kaybına neden olan 975 bina kaçak olarak yapılırken devletin, ilgili ve sorumlu makamların aklı nerdeydi?
Geriye kalan, kaçak olmayıp da her türlü sahtekarlıkla, ahlaksızlıkla, yalan dolanla, vicdansızlıkla yapılan binalar birer ölüm tuzağı olarak dikilirken devletin, sorumlu yetkililerin aklı nerdeydi?
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da, ki kanımca son 20 senenin en iyi İçişleri Bakanı’dır ve görevini layıkıyla yapmaktadır, bazı açıklamalarda bulundu ve satır aralarında akla, mantığa uymayan, başka resmi verilerle çelişen bilgiler verdi, belki de bile bile bu açıklamayı yaptı ki sorumlular daha net şekilde açığa çıksın…
Yerlikaya depremde 38,901 binanın yıkıldığını, ilk etapta içinde yaşam olduğu belirlenen 26 bin binada arama kurtarma faaliyetlerinin yürütüldüğünü söyledi.
İlk anda yıkılan bina sayısı nerdeyse 39 bin, sadece 26 bininde yaşam belirtisi tespit edilmiş ve arama kurtarma faaliyeti yapılmış…
Bu açıklamadan anlıyoruz ki 13 bininde hiçbir hayat belirtisi olmamış!
Yıkılan binaların kaçta kaçı içinde 24 saat yaşam olan konuttu, o belirtilmemiş, ancak hayat belirtisi arandığına göre, demek ki yıkılan binalar yaşam alanlarıymış ve genel olarak yıkımda net olarak gördüğümüz şey, yıkılan binaların hemen tümünde yaşam olduğuydu.
Her bir binada sadece 10 kişinin yaşadığını varsaysak, ki çok daha fazlasıdır, 13 bin binadan da hiç yaşam belirtisi alınmadıysa, geriye kalan 26 bin binadan da hayat belirtisi alındıysa, ki o da kısmen bir yaşam belirtisidir, ve doğal olarak can kayıpları da varsa, toplam ölüm sayısı nasıl olur da 50 bin cıvarında olur, bu da kocaman bir soru işareti…
Deprem anında yıkılan 39 bin binanın her birinde sadece ve sadece 2-3 kişi vefat etse, ölüm sayısı 80 binlere dayanır, hatta geçer…
İstanbul belediye başkanlığına AKP’den aday olan Murat Kurum bir canlı yayın konuşmasında 130 bin can kaybettik deyiverdi, sonra da bu rakamı tüm depremlerde kaybettiğimiz can kaybı diye düzeltmek için akla karayı seçtiler, ama kimse inanmadı, doğal olarak, hatta bu rakamın bile gerçek olmadığına, içinde yaşam olup da yıkılan bina sayısına bakıldığında gerçek kayıp sayısının çok daha fazla olduğuna inanılıyor…
Neticede, sadece ve sadece devletin ilgili kurumlarındaki sorumlular üzerlerine düşeni kusursuz, eksiksiz yapmış olsalardı, bugün belki de tek bir kişi bile kaybetmiş olmayacaktık.
Gerek o bina ucubelerini yapanların, gerekse devlette, idarede denetlemekten sorumlu olup da görevini yapmayanların sahtekarlığı, ahlaksızlığı ve vicdansızlığı sadece can ve mal kayıplarına neden olmadı, bu katiller sürüsünün bile isteye yaptığı kötülükler nesiller boyu sürecek bir travmayı da arkasında miras olarak bıraktı.
İşin ilginç tarafı, göz göre göre, bile isteye yapılan bütün bu ahlaksızlık, sahtekarlık, vicdansızlıklara ve neticesinde göz göre göre gelen felakete karşın, sorumlu katiller tarafından hala daha din ve inanç sömürüsü yapılabiliyor, ve sorumlu ahlaksız, sahtekar katiller bu felakete kader, mukadderat diyerek, suçu Allah’a atarak, sorumluluklarından paçayı sıyırmaya çalışıyorlar.
Eğer adalet sistemi bu felaketin hesabını sorarken, yaptıkları bina ucubelerinin korkunç bir ölüm tuzağı olduğunu bile bile ve göz göre göre sahtekarlık, ahlaksızlık yapan bu katiller sürüsüne hak ettikleri dersi hiç acımadan vermezse, onları timsah gözyaşlarına bakmadan son nefeslerine kadar dört duvar arasına tıkmazsa, en ufak bir şekilde hak yolundan kaçamak yaparsa, bu felaketleri tekrar tekrar yaşayacağız ve kaybettiğimiz canlarımızın arkasından gözyaşı dökmeye devam edeceğiz, yine insanlık kaybedecek, sahtekar ve ahlaksız katillerse bir kez daha kazanmış olacak…
Bu kez, kaybedilen onca candan sonra ya insanlık ve adalet kazanacak ve bir nebze de olsa acılar teselli bulacak, ya da sahtekar, vicdansız, ahlaksız katillerin yaptıkları bir kez daha yanlarına kalacak ve bu katliamlar devam edecek…
Bize de, gidip ahlaksız, vicdansız, sahtekar katillerin göz göre göre, bile isteye katlettiği çocuklarımızın, arkadaşlarımızın, dostlarımızın mezarları başında için için ağlamak kalacak…

Diğer Haberler

Başa dön tuşu