KıbrısManşet

Birinci: Türkiye Cumhuriyeti işçi sınıfının örgütlü gücünden korkuyor

Kıbrıs Sosyalist Partisi Genel Sekreteri Mehmet Birinci, Kıbrıs Arena’ya verdiği röportajda; “İşçiler ve diğer emekçiler Sendikayı sınıf mücadelesini öğrendikleri bir okul olarak düşünülmelidir. Tabi ki, sadece düşünülmesi yetmez, gerekleri de yerine getirilmelidir” dedi.

BİRİNCİ: “TÜRKİYE CUMHURİYETİ İŞÇİ SINIFININ ÖRGÜTLÜ GÜCÜNDEN KORKUYOR’’

Kıbrıs Sosyalist Partisi Genel Sekreteri Mehmet Birinci, Kıbrıs’ın kuzeyindeki sendikalaşmayı, Toplu İş Sözleşmelerinin ülkedeki durumu, özel sektördeki sendikalaşma ve asgari ücret konusuna ilişkin Kıbrıs Arena Genel Yayın Yönetmeni Deniz Gürgöze’ye değerlendirmelerde bulundu.

Birinci, işçi ve emekçilerin sınıf mücadelesini sendikalarda öğrendiğini, sendikaların sadece bir okul olarak düşünülmesine dikkat çekti.

Birinci, bu bağlamda sadece düşünmenin yeterli olmadığını vurgulayarak gereklilikleri şöyle sıraladı:

Sendikaların bir sınıf örgütlenmesi olduğu, rastgele bireylerin toplamı olmadığı bilinmelidir. Bu nedenle biz sınıf sendikacılığından yanayız.Sınıf sendikacılığının, işçilerin, emekçilerin ekonomik menfaatleri  yani; onların daha iyi bir yaşam sürmeleri için mücadele ederken, aynı zamanda işçilerin kalıcı bir “iyi hayat” sürmelerinin şartının, onların iktidarı ele geçirmeleriyle mümkün olacağının da çok iyi bilincindeyiz. Bundan dolayı sınıf sendikacılığı, işçilerin hem kısa erimli ekonomik ve sosyal hakları için mücadele etmek yanında, aynı zamanda da iktidar mücadelesini öğrendikleri okullardır.”

Kıbrıs’ın kuzeyinde “sendika enflasyonu” olduğuna dikkat çeken Birinci, işçi sendika sayısının yok denecek kadar az olmasının partisi için anlaşılır olmadığını söyledi. Birinci konuşmasına şöyle devam etti: “Bu coğrafyada, işçi sendikası kurmak yasaldır, ama kurulmaması için elden ne geliyorsa yapıyorlar. Bu coğrafyada, bütün sınıfların olduğu gibi, işverenlerin bile sendikaları vardır, ama nedense işçi sendikası kurulması veya var olanların geliştirilmesi devletçe engellenmektedir. Bu coğrafyada asgari ücret tespitinde bile işçiler, işçi olmayanlar tarafından temsil edilmektedirler.”

Tüm bu gelişmelerin sınıf mücadelesinin ne demek olduğunun çok iyi farkında olan bir sınıfın da aldığı önlemler olduğunu savunan Genel Sekreter Birinci, şu ifadeleri kullandı:

“Bu ülkeyi yönetenler çok iyi biliyorlar ki; işçi ve emekçiler her ülkede olduğu gibi, burjuvalardan sayıca çok fazladır. Bu ülkeyi yönetenler çok iyi biliyorlar ki; işçiler örgütlü hareket ederlerse, önlerinde durabilecek bir güç yoktur. Bu ülkeyi yönetenler çok iyi biliyorlar ki; işçiler örgütlenirlerse, sendikal haklarla yetinmeyip, iktidarı burjuvaların ellerinden söke söke alacaklardır.”

“TC Devleti’nin korktuğu tek bir sınıf ve onun örgütlü gücü vardır; işçi sınıfının örgütlü gücü…”

Birinci, Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından işgal altında bulunduğunu savunarak, işgalin 1974 ile başlayıp bitmiş, askeri bir harekatla sınırlı bir olgu olmadığını söyledi.  Birinci sözlerine şöyle devam etti: “1974’ten günümüze artarak inşa edilen bir hakimiyet sistemine dönüşmüştür. Ekonomik, sosyal ve siyasal olmak üzere her alanda hakimiyet Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kontrolüne dönüşmüş durumdadır. Bu gerçeklik ile uydurulan, sanallaştırılan gerçeklik arasındaki gözleri kör eden, kulakları sağır eden, akıllara durgunluk veren perde, günbegün açığa çıkmaktadır. Bu durumda TC Devleti’nin korktuğu tek bir sınıf ve onun örgütlü gücü vardır; işçi sınıfının örgütlü gücü… Diğer bütün sınıflar satın alınabilir, ama işçi sınıfı, sınıf olarak satın alınabilecek bir sınıf değildir. Ekonomik çıkarlar gereği emek ile sermayenin uzun süre uzlaştırılması mümkün değildir. Bireysel olarak bir kısım işçi satın alınabilir ama, sınıf olarak satın alınması mümkün değildir.”

Genel Sekreter Birinci, sınıf olarak işçi sınıfının, örgütlendiği oranda ülkenin  bağımsızlığı ve özgürlüğüne verilen değer artacağını hatırlatarak şu ifadeleri kullandı:

“Sınıf olarak işçi sınıfı, örgütlendiği oranda sınıf kavgası dışındaki kavgaların suni, sınıf düşmanları tarafından kendilerine empoze edilmiş kavgalar olduğunu ve örgütlülüğünü dağıtmaya, gücünü azaltmaya onun sınıf olarak, burjuvazi karşısında yenilgisini sağlamaya dönük olduğunu görerek, tüm milli düşmanlıkları reddetmeye ve tüm işçilerin birliğini, burjuvaziye karşı birlikte mücadelesini savunmaya başlar.”

İşçilerin her türlü mücadeleyi öğrendikleri alanın okulu olan sendikalarda Toplu İş Sözleşmelerine (TİS) ilişkin pratik yapmaları ve bu sözleşme konusunda işçilerin ustalaşmaları gereken derslerden biri olduğunu işaret etti:

“TİS’in başarısı, işçi sınıfının bilimsel rehberliğini ve sınıfın örgütlü gücüne dayandığı ölçüde mümkündür”

“ İşçiler TİS görüşmelerinde, sermayeye karşı mücadelenin hem teorisini (M-L bilimini, hem mücadele yöntemlerini (strateji ve taktik koordinasyonunu) ve hem de pratiğini (polise vs karşı mücadeleyi) öğrenirler. TİS basitçe bir “yöntem” değildir. TİS, emek ve sermayenin güçleri oranında yer aldıkları, güçlü olan tarafın güçsüze kendini ve şartlarını dayattığı bir sözleşme sistemidir. Ülkemizde, tüm dünyada da olduğu gibi, işçi sınıfı lehine sonuçlanan TİS’ler olduğu gibi, işçi haklarını budayan TİS’ler de mevcuttur. Hatta, sözde işçi dostu sendika liderliklerin övgü düzdüğü, ama gerçekte işçileri kandırmaktan başka işe yaramayan TİS’ler de çoktur. Yani, TİS’in başarısı, işçi sınıfının bilimsel rehberliğini ve sınıfın örgütlü gücüne dayandığı ölçüde mümkündür. Bu gerçekler ışığında baktığımızda, sınıf sendikacılığının örgütlenmesi, elde edilebilecek yasal ve anayasal kazançları göz ardı etmeden, ama kaçınılmaz bir şekilde işçi sınıfının kendi eseri olması gerektiğinin altı çizilmelidir.” Bu çerçevede Kıbrıs Sosyalist Partisi olarak Bağımsızlık Yolu’nun bu yönde harcadığı çabaları önemsiyor ve destekliyoruz.

“10 kişiden çok çalışanı olan tüm işyerlerinde “sendika zorunluluğu” getirilmesinden yanayız”

Özel sektörde sendika zorunluluğu ile, sendikalaşma hakkı aynı şeyler değildir. Sendikalaşma hakkı zaten vardır. Ama fiiliyatta yoktur. Bu hakka dayanarak atılmaya çalışılan adımlar genellikle sermaye “duvarına çarpmakta” ve sermayenin yasalarca kollanmakta olan “özel mülkiyet rejimi” tarafından sonuçsuz bırakılmaktadır. Bu durum da biz, “pozitif ayrımcılık” yapılması ve 10 kişiden çok çalışanı olan tüm işyerlerinde “sendika zorunluluğu” getirilmesinden yanayız. Bunu anti demokratiklik olarak gören bir siyasetin aslında sermayeden yana tavır aldığını söylemekten çekinmiyoruz.

Bu konuda bir yasalaştırma girişiminin geçmişte oldukça sözü edilmiş, hatta muhalefetteyken yapılma sözleri verilmiş, ama hükümet olunca değil yasa teklifi sunma, adım dahi atılmadığı gerçeği önümüzde durmaktadır.

“Dünyanın bütün işçileri birleşiniz!”

Bir diğer gerçek de şudur; nasıl ki “sendika kurma hakkı” yasal olarak var olmasına rağmen, kurulması yönünde atılan adımlar, cezalandırılırcasına boşa çıkarılabiliyorsa, aynı şekilde, elde edilecek bir sendikalı olma zorunluluğunun da kağıt üzerinde kalma ihtimali vardır. Evet, böylesi bir yasayı elde etmek için mücadele edelim, edenleri destekleyelim, ama bilelim ki, işçiler kendi örgütlenmelerinin önemini kavramadıkları takdirde, kazanımlarımız istenen düzeyde ve kalıcı olmayacaktır. Belki son söz anlamında Marks’ın şu sözlerini tekrar edebiliriz: Dünyanın bütün işçileri birleşiniz!”

Diğer Haberler

Başa dön tuşu