Ediz TuncelKıbrısManşet

Ediz Tuncel: Günah keçileri, güçlünün kanunu

Ediz Tuncel yazdı: Günah keçileri, güçlünün kanunu

Bizim milletin adetidir, duvara toslayınca hemen bir ya da birden çok günah keçisi aranır.

Günah keçilerini icat edenler de genelde günahkarların ta kendileri olur.

Çiçeği burnunda Ekonomi Bakanımız Erhan Arıklı HP Genel Sekreteri Gülşah Manavoğlu tarafından memleketteki pandemi kaosunun günah keçisi ilan edildi.

Memleketteki pandemi kaosunun başlangıç noktasının memlekete üç günlüğüne kumar keyfi için karantinasız, yani “torpille” doluşanlar olduğunu sağır sultan bile bilir.

O zamanlarda hükümette bakanlık koltuklarında oturanlar Erhan Arıklı mıydı, yoksa muhalefetteyken başka telden çalan, iktidardayken başka telden çalan, iki seneyi doldurmadan iki hükümet devirip, üçüncüsünün kurulmasına neden olan HP’miydi!!!

Bu zamanda bile günah keçisi yaratmak bu kadar kolaysa, yandı gülüm keten helva!

Bir başka derdimiz de Ali Pilli vakası…

Memleketin derdi Ali Pilli’nin başına kalmış durumda.

Pilli şikayet ediyor, bana haksızlık ediyorlar, benden siyaset yapamıyorum galiba diyor…

Elbette Sn. Pilli, siz siyaset yapamasınız, çünkü öyle bir hakkınız da zaten yok.

Herkes, her meslekten insan, çöpçü, tenekeci, marketçi, kebapçı ve kasap dahil, siyaset yapar da bir doktor siyaset filan yapamaz…

Eğer doktor da siyaset yapmaya kalkarsa, doktorun kasaptan farkı kalmaz.

Doktorun işi insan hayatını kurtarmak, herşeyden önce insan hayatını ve toplum sağlığını önemsemektir.

Şu anda da malesef tüm doktorlar, tüm sağlık çalışanları, ve keza Sağlık Bakanlığı’nın koltuğunda oturan Dr. Ali Pilli külliyen bütün kaosun yükünü, toplumun sorumsuzluğunu, ve keza siyasetin de sorumsuzluğunun bedelini üstlenmiş durumdadır.

Bu bakımdan Ali Pilli’ye yüklenenler biraz ellerini vicdanlarına koysunlar, doktorun önceliği ekonomi veya siyaset değildir, doktorun önceliği insan hayatıdır, yaşamdır, sağlıktır.

Biz evlerimizde kapalı otururken felaketin en ön cephesinde savaşan sağlık çalışanlarından biri de inşallah arada virüs bahanesiyle toplumun ve siyasetin bencilliğine kurban gitmez.

Diğer taraftan, siyasi vizyonsuzluk, bu küçücük ülkeye çok ağır bir bedel de ödetiyor ve öyle görünüyor ki, ödetmeye de devam edecek.

Sırf birkaç tane otel, kumarhane sahibi memnun olsun diye kontrolsüz şekilde açılıp saçılmak, bu ülkenin en önemli ve sürdürülebilir lokomotif sektörü olan, ülkeye gerçek anlamda sürdürülebilir kamu faydası sağlayan, onbinlerce insanın, esnafın ekmek kapısı olan üniversiteleri fena halde vurdu.

Belirli bir zümrenin keyfi olacak diye, bütün ülkenin sürdürülebilir ekonomik kaynağının dibine darı ekildi.

Üniversitelerin bu ülkeye doğrudan ve dolaylı ekonomik katkısı nerden baksanız yıllık en az bir milyar dolardır.

Düzenli ve nitelikli bir öğrencinin ekonomiye katkısı en az yirmi nitelikli turistin katkısına eşdeğerdedir.

Ülkenin ekonomik hesapları öncelikli olarak bu noktada yapılacağına, en fazla bağıran ve gerçek anlamda ülkeye hiçbir ciddi katkısı da olmayan bir sektöre öncelik verildi, sonuç da her yönüyle felaket oldu, kumar turistlerinin elini kolunu sallaya sallaya gelip gittiği Girne’den yangın başladı.

Bu saatten sonra bahar dönemi de kaybedilmiştir, mecburen uzaktan eğitim/faaliyetleri devam edecektir.  

Bu saatten sonra yapılacak tek şey vardır, vakaların sıfırlanması için ne gerekirse yapmak, ülkeye girişleri kısıtlamak, ülkeyi gelecek eğitim/öğretim yılı için hazırlamak ve üniversite öğrencilerini peyder pey geri getirmek, yaz dönemi ve sonrasında da kontrollü şekilde turist kabul etmek için gerekli hazırlıkları yapıp, şartları belirlemek.

Pandemi başladı başlayalı bir seneyi geçti, ama biz halen bacak kadar ülkede kısa, orta ve uzun vadede izlenecek politikalar için en ufak bir adım atamadık, günübirlik kararlarla memleket idare etmeye çalışıyoruz.

Bu olacak iş değil, tam anlamıyla bir akıl tutulmasıdır.

Erken seçim filan da bir tarafa bırakılmalıdır, maskaralığın alemi yok, UBP ve CTP asgari müşterekte buluşup, acilen bir icraat hükümeti kurmalıdır, ya da CTP hükümete dışarıdan destek vermelidir, herkes hızla suya gömülen gemiyi kurtarmaya bakmalıdır.

Geminin tahliye edilecek, gemidekileri başka bir gemiye, bir karaya taşıyabilecek bir durum da yok, herkes suyun dibine gömülmek üzere.

Artık zaman öyle boş beleş laflarla, hamasi nutuklarla peynir gemisini yürütecek zaman değildir, Meclis’teki tüm siyasi partiler bugünkü durumdan külliyen sorumludurlar ve çözüm üretmeye de mecburdurlar, çözüm de aman aman öyle çok gelişmiş zeka düzeyi istemiyor.

………………….

Dünyanın dört bir tarafında hala durumu idrak edemeyen milyarlarca salağın önde gideni göremediği tehdidi tehdit saymıyor, mezbahalık koyun gibi yaşamaya çalışıyor, mezarlıklar da doldukça doluyor.

Hoş, bizim memlekette de durum farklı değil, Hükümet evine kapan dedi, eline valizi kapan tatile gitti.

Bazı çokbilmişler “evine kapan” lafını “valizi kapın, kapı dışarı kapağı atın” şeklinde anladı!

En lüks arabalarda gezmek, en lüks villalarda yaşamak insanı insan yapmıyor malesef.

Dünya felaketten felakete sürüklenirken bir kez daha bazılarımız salağın, sorumsuzun, bencilin önde gideni olduğunu ispat etmekten geri durmadı.

Bazı boş kafalara bir kez daha birşeyleri sokmayı umutsuzca deneyim bari, bir tanesi bile içinde bulunduğumuz tezgahın boyutlarını anlasa, ne mutlu bana.

Bugün dünyanın nüfusu günlük olarak artıyor, 8 milyara doğru hızla geliyor.

Günlük doğanların sayısı tüm sebeplerden ölenlerin sayısının iki katından fazla.

Avrupa, Amerika, Kanada, Japonya, Avustralya gibi dünyanın sadece belli bir kesimi belli bir refah seviyesinde yaşıyor, onlar da yaşadıkları ülkelerin ve toplumların kurallarına harfiyen uydukları, ürettikleri ve toplumun yükünü paylaştıkları sürece…

Belirgin bir refah ve teknoloji seviyesine ulaşmış toplumların tümüne yakını Hristiyan, geriye kalan ve büyük çoğunluğu ve sürünenler ise Müslüman veya başka bir dinden.

Hristiyanlar nüfus olarak azalırken, Müslüman nüfus giderek kontrolsüz şekilde artmaktadır, arttıkça tüketmektedir, tükettikçe de gelişmiş ülkelerin ihtiyacı olan kaynaklar tükenmektedir.

Doğan her bir Hristiyan çocuğuna karşılık en az iki Müslüman çocuğu dünyaya gelmektedir ve yaşadığı coğrafyanın, toplumun zorlamasıyla sadece tüketici olarak yetişmektedir.

Bir süre sonra kendi yaşam alanında yaşam şansı bulamayan Müslümanlar ve diğer dinlere sahip olanlar ise refahın, teknolojinin, hukuğun ve insan haklarının daha iyi olduğu Hristiyan coğrafyalarına doğru göçe kalkışmaktadır.

Başta Avrupa olmak üzere, göç alan Hristiyan coğrafyaları artık vasıfsız insanların göçünü kaldıracak durumda değildir.

Hiç kimse kendi ekonomik kaynaklarını kontrolsüz şekilde artan ve tamamen vasıfsız insanlardan oluşan, sadece tüketen, hazıra konan bir nüfusa aktarma niyetinde değildir.

Virüsle birlikte işte bu göç kapıları da büyük oranda kapanmıştır.

Virüsle birlikte ölüm ve doğum oranları dengelenmeye doğru meyillenmiştir, bugün çevremizde doğumdan ziyade ölüm haberleri alıyoruz, hem de durmaksızın.

Mevcut pandemi durumu böyle devam ettikçe, veya işin doğrusunu söyleyelim, devam ettirildikçe, artan dünya nüfusu önce durağanlaşacak, sonra geriye doğru çekilmeye başlayacaktır.

Dünya nüfusunun en az bir milyonu hergün enfekte oluyor ve bu sayı giderek katlanarak artıyor.

Enfekte olan nüfusun ortalama olarak yüzde beşi hayatını birkaç hafta içinde kaybediyor.

Ama çevremizdeki nüfusun yüzde beşi aynı hızla doğum  yapmıyor!

Kabaca bir hesap yaparsak, bir doğumun olması için gereken zamanda sadece virüsten ortalama olarak 8-9 insanın hayatını kaybetmesi bekleniyor.

Sağlık sistemlerinin çökmesi durumunda bu sayı emin olun çok daha fazla artacaktır.

Ölümlerin özellikle Müslüman ülkelerde daha fazla olması bekleniyor.

Zaten özellikle Pakistan, Hindistan, Afganistan Malezya, Ortadoğu ülkeleri, Afrika ülkeleri, Güney Amerika ülkeleri gibi sefaletin diz boyu olduğu, sadece elit bir azınlığın ülke kaynaklarına hükmettiği ülkelerden hiçbir sağlıklı veri alınamıyor.

Bu virüs özellikle yaratılmış bir misyoner virüs, ne fazla öldürüyor, ne de az, tam kararında öldürüyor, böylece gayet orantılı bir nüfus dengesi sağlıyor.

Ne tam kontrol edilebiliyor, ne de tamamen kontrolsüz durumda.

Yarasa icadı olduğuna ancak yarasa beyinliler inanır!

Önümüzdeki onlarca yıl boyunca bizimle birlikte olacak, sayesinde ilaç firmaları trilyonlarca dolar kazanacak.

Üst akılın bize sunduğu alternatif çok basit; ya bizim düzenimize uyarsınız, bizim belirlediğimiz yolda gidersiniz,  ya da kırk katır mı, kırk satır mı, tercih edersiniz, hangisiyle katledileceğinize karar verirsiniz…

Adamlar bize diyor ki, öyle tavşan gibi üreyerek, mantar gibi çoğalarak, asalak gibi yaşayarak bizim yaşam alanlarımıza ortak olamazsınız, yok öyle yağma!

Bize diyorlar ki, bizim istediğimiz şekilde üreyeceksiniz, bizim istediğimiz şekilde tüketici olacaksınız, ilacınızı da kullanacağınız teknolojiyi de biz üreteceğiz, size sattığımız kadarını kullanacaksınız, kaynaklarınızı da bizim istediğimiz gibi kullanacaksınız, aksi takdirde bugün payınıza korona düşer, yarın morona düşer…

Diğer taraftan, Batı’nın en büyük ekonomik, siyasi ve askeri tehdidi Çin de tek kurşun atmadan virüs sayesinde anında hizaya çekildi.

Bir gramlık virüsün jet hızıyla bulaşa bulaşa yayılması sayesinde Çin’in Batı üzerindeki ekonomik etkisi anında kırıldı.

Çin dün on dolara sattığı malı bugün beş dolardan satmaya çalışıyor, onu da satamıyor…

Ekonomik etkisi kırılan, en azından yavaşlayan Çin’in askeri ve siyasi etkisi de doğal ve dolaylı olarak yavaşlayacak, hız kesecek.

Bu, yüzlerce nükler füze atılsaydı bile başarılabilecek bir hedef değildi…

Bir gramlık virüsün sokağa atılmasıyla binlerce nükler füzenin yapacağından çok daha büyük bir iş başarıldı.

Bir gramlık virüsü sokağa atılmasıyla daha bir sene bile dolmadan gerek siyasi, gerek psikolojik, gerek ekonomik üstünlük Amerika ve başta Almanya olmak üzere, yoldaşlarına geçiverdi.

Bir gramlık virüs atımıyla, bir değil, binlerce stratejik hedef vuruldu.

Ha, onlar da kurban veriyor mu, veriyor canım…

Ama kaz gelecek yerden tavuk esirgemiyorlar, mesele bundan ibaret.

Ölen sıradan insanların yerini her zaman başka sıradan insanlar alabilir.

Önemli olan “üst akıla” sahip olanların hem bedenen, hem de ekonomik olarak yaşamasıdır.

Dünyayı yöneten bir avuçluk üst akılın ekonomik gücü ne kadar yüksek olursa, kontrolleri altında tuttukları siyasi güçleri de o kadar fazla olur.

Ekonomik güçlerinin yüksek olması için de teknolojilerine, ilaçlarına bağımlı tüketiciye ihtiyaçları vardır.

Işte o bağımlı tüketici benim, sensin, biziz, sizsiniz.

Ya onların güttüğü diyarda onların koyduğu kurallarla yaşarız, ya da kısa yoldan mezarlığı boylarız, bu kadar basit.

Bu andan sonra bu işin kaçarı koçarı yok.

Bu oyunu kurallarına göre oynamayanların neden olacağı tek sonuç vardır, hem kendilerini hem de toplum sağlığını korumaya çalışan sağlıkçıları ve polis gibi toplum düzenini ve emnyetini sağlamaya çalışan güvenlik güçlerini harcamak…

Artık bu aşamadan sonra toplumun sağlığı tamamen sağlık sistemine bağımlıdır, sağlık sistemi çöktüğü anda, ki çökmek üzeredir, toplumun da bitişi saatlerle sayılıdır.

Hala bunu idrak edemiyorsanız, kısa yolda gidin bir ip bulun, en yakın ağaçta gereğini yapın, en azından işi kısa yoldan bitirmiş olursunuz…

Bu saatten sonra güçlünün kanunu budur.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu