Ediz TuncelKıbrısKöşe YazılarıManşet

Ediz Tuncel: 18 Mart Çanakkale Destanı gününde Kılıçdaroğlu’na açık mektup

Hergün sabahleyin evden çıkarken gözüm kuzeye takılır, denizin ötesindeki Toros dağlarını arar, 74 öncesindeki o karanlık günlerden, çocukluğumdan kalan bir alışkanlıktır.

Rumların bize yapmadık kötülük bırakmadığı o dönemlerde, hep kulaklarımıza fısıldanan bir hikaye vardı; her Rum barikatına takılıp da arandığımızda, annem ve babam hep aynı şeyi söylerlerdi; Birgün bu azap günleri bitecek, Anavatan’ın Toroslarından askerlerimiz sel gibi akarak gelecek, Rumlara haddini bildirecek, kötülüğü bitirecek, bizi özgürlüğe kavuşturacaktı.

Gerçekten de öyle oldu, ufak bir çocuk olmama rağmen, onca yıl sonra nerdeyse her anını hatırladığım 74 yazı yaşadığımız en sıcak ve korkunç yaz oldu, kafamıza top mermileri ve makineli tüfek ateşi yağarken,  Mehmetçik tam da o sırada Toroslar tarafından, denizden ve havadan geldi, fantomlar kafamıza top mermileri yağdıran Rum mevzilerini havadan vurdu, fantomların açtığı ateşle havaya uçan topçu bataryasının havaya uçuşunu ve o bölgenin bir anda ateş topuna dönüşmesini bir portakal ağacının en üst dallarına tırmanarak seyretmiştim, ağacın altına çökmüş olan annem ve teyzeme bağırarak, “Gavur piçleri havaya uçtu, işte böyleeee!!!” diye yumruğumu havaya kaldırarak bağırmıştım, hayatımda hatırladığım ilk küfürü de etmiştim, dehşetten yüzleri donuklaşmış annem ve teyzem de ister istemez gülümsemişti…Helikopterler Yarbay Cemal Eruç komutasındaki komandoları Beşparmakların eteklerine indirmiş,  gözünü budaktan sakınmayan komandolar sayıca kendilerinden kat be kat üstün ve mükemmel şekilde mevzilenmiş ve her türlü ağır ve hafif silahla donatılmış Rum ve Yunan komando taburlarına saldırmış, silahsız sivillere terör estirmede ustalaşmış Rum-Yunan asker müsveddeleri Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bir kez daha karşılarında insanlık tarihinin en savaşçı, en korkusuz, en mert askerlerini görmüş, sonuçsa yine aynı sonuçtu, Kurtuluş Savaşı’nda nasıl darmadağın oldularsa, İzmir’den denize nasıl döküldülerse, Beşparmaklardan da aynı şekilde dökülmüşler, Yarbay Cemal Eruç’un komandoları Beşparmaklar Destanı’nı yazmıştı…

Boğaz bölgesinde Türk komandolarını arkadan kuşatmak isteyen 500 kadar Rum-Yunan askeri harekatı da yaklaşık birbuçuk kilometrelik bir hattı tutan sadece ve sadece 32 mücahidin son mermisine kadar savunmasıyla, mermileri bittiği anlarda öldürdükleri Rumların silahlarını alıp da savaşmaya devam etmesiyle durdurulmuş, belki de Kıbrıs tarihinin gördüğü en cehennemi savaştan sonra, Beşparmaklardaki Rum-Yunan komando taburları yenilgiye uğratılmasıyla  dağlar temizlenmiş, Girne-Lefkoşa yolu açılmış, Kıbrıslı Türk mücahitlerle Yarbay Cemal Eruç’un komandolarının omuz omuza verdiği savaşın sonunda ise Yarbay Cemal Eruç komutasındaki komandoların son durağı Lefke, bizim evimiz olmuştu.  

Anavatanın çocukları yavru vatandaki kardeşlerinin yardımına en sonunda koşmuştu, yaklaşık 500 vatan evladı da, Kıbrıslı Türklerle birlikte bu uğurda şehit düşmüştü, birçoğu bu topraklarda, bağrımızda, kucağımızda, Kıbrıslı Türk kardeşleriyle yan yana, kucak kucağa yatıyorlar. 

Bugün 18 Mart, Çanakkale Savaşı’nın emperyalizmin en büyük güçlerine karşı zaferle sonuçlanışının, Türk milletinin yurdunu tehdit edenlere karşı nasıl bir kurtuluş savaşı verebileceğinin, nasıl bir destan yazabileceğinin unutulmaz yıldönümü…

Bu savaşta kayıtlara göre, net bir rakam olmasa da, bir yıl süren çarpışmalarda, eline silah alıp cepheye koşan gencecik çocuklarımız da dahil olmak üzere, yüzbinden fazla insanımızı kaybettik, o zamanki nüfusa göre çok dehşetli, acısını nesiller boyu çıkartamayacağımız bir insan kaybına uğradık.

Çok geçmeden, arkasından dört yıl sürecek olan Kurtuluş Savaşı başladı, ama Atatürk’ün dehası sayesinde, Çanakkale’de savaş alanlarında bir yılda verilen can kaybının yarısından azı dört yılda verildi, sonucunda ise Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

Bugünse, kuruluşunda tam yüz yıl sonra, Türkiye Cumhuriyeti, Cumhuriyet tarihinin gördüğü en büyük, milli, maddi ve manevi yıkımla karşı karşıya…

Türk milletini dışardan yıkamayanlar, içerden devşirdikleri, inanç sömürüsünden, hamasetten beslenen, Atatürk, Cumhuriyet ve milli değerler düşmanı, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve yaşatan tüm değerlere tarifsiz bir kin ve nefretle karşı çıkan, yaşadıkları toprağa, varlıklarını borçlu oldukları milli değerlere ve tarihe bile ölümüne düşman olmuş, ihanet, gaflet ve delalet abidesi zırcahiller eliyle ülkeyi ezim ezim eziyorlar, yıkıyorlar, evlatlarımızın hayatlarını söndürüyorlar, çocuklarımızın geleceğini yok ediyorlar.

Üstelik de bütün bunları tek kurşun bile atmadan, içerdeki zırcahillik abideleri sayesinde yapıyorlar, öyle ki bir milletin içinde böylesi zırcahil ve hainler olduğu sürece, zaten dış düşmanlara da ihtiyaç filan yoktur.

6 Şubat sabahı zangır zangır sallanarak uyandığımızda, bu zırcahillerin eseri olarak Anavatan’ın tarihinin en korkunç yıkımıyla karşı karşıya geleceğimizi, nasıl bir kabusla karşı karşıya geleceğimizi ilk anlarda tahmin etmedim, depremin Kıbrıs’ta olduğunu sandık, ancak birkaç dakika sonra interneti açıp da dünyadaki büyük depremleri anında bildiriren uluslar arası deprem takip sitesine bakmayı akıl ettiğimde, 7.8 Kahramanmaraş ifadesini gördüm, eşime eğer biz ta oradaki depremi bu şekilde buradan hissettiysek ve buradaki fay hatları değil de ta oradaki fay hatlarının oynamasının basıncını hissettiysek, ve eğer bu deprem otuz saniyeden fazla sürdüyse, orada taş taş üstünde kalmaz, bakımsız, kalitesiz binalar anında yıkılır, kaçmaya bile fırsat bulamazlar, Allah yardımcıları olsun dedim.

Ne büyük bir acıdır ki, malesef öyle oldu, o sırada Türkiye’deki haberlerde henüz tek bir kelime bile yoktu, Kandilli de deprem verilerini halen güncellememişti, televizyonu açıp birşey var mı diye baktık, henüz yoktu, bir umuttur diyerek telefonu alıp o bölgedeki tanıdıkları sırayla aramaya başladık, ulaşabildiğimiz herkeste tam bir dehşet hakimdi.

Gün ışırken dehşetin boyutları ortaya çıktı, Anavatan’ın bir bölümü yıkılmış, nerdeyse taş taş üstünde kalmamış, milyonlarca insan perişan olmuş, onbinlercesi, belki de yüzbinleri geçen insan enkaz altında kalmıştı, üstelik de o kara kışın, soğuğun, yağmurun, karın ortasında…

Hayatımızda görüp görebileceğimiz en dehşet, en korkunç manzara ile karşı karşıya kaldık, çocuklarımız, gençlerimiz, insanlarımız o dehşetli soğuklarda enkaz altındaydı ve yol olması halinde araba ile oraya bir saat içinde ulaşabilecekken, hiçbir şey yapamadan, denizin ötesinden azap dolu yüreklerimizle, çaresizlik içinde Toroslara bakakaldık, insanların imdat çığlıklarını çaresizlik içinde dinledik.  

Neticede deprem şiddetli ve uzundu, ancak binaları yıkan, insanlarımızı enkaz altında bırakan, canları alan, bizi tarifsiz bir azap ve acıya sürükleyen, hayat boyu üzerimizden atamayacağımız bir travmaya sürükleyen depremin kendisi değildi, Anavatan’a hükmeden, iktidarları boyunca her türlü yalanı, dolanı, fırıldaklığı, sahtekarlığı ve ahlaksızlığı yapan, tüm kötülüklerini beş vakit namazın arkasına saklanarak yapabileceğini ve Allah’ı bile kandırabileceğini sanan zırcahiller sürüsünün tarifsiz kötülüğüydü, ülkeye ve millete karşı ihaneti, gafleti, delaleti ve cehaletiydi, ki bu felakette tek bir tanesi bile sorumluluk üstlenmedi…

Onca insanın, onca çocuğun ölümü karşısında azrailin bile taş yüreği sızlamıştır, ama bu zırcahil gafiller sürüsü yıkıntıların arasında kahkahalarla dolaşacak kadar, azabından paramparça olmuş insanlara küfredecek kadar, azap içinde inim inim inleyen insanlara çadır satacak, o dehşetten maddi menfaat elde etme derdine düşecek kadar alçalmışlar, şeytandan, azrailden bile binbeter bir kötülük abidesi olduklarını göstermişlerdi.

Şimdi ise Türkiye, tarihinin en önemli seçimine yaklaşıyor.

Bir tarafta inanç sömürüsünden ve hamasetten beslenen, Türklüğü, Türkiye Cumhuriyeti’ni, milli değerleri temsil eden herşeye karşı akıl almaz bir düşmanlık besleyen, İstiklal Marşı’nın tek bir mısrasını bile söyleyemeyen, kendi kültürünü ve tarihini hiçe sayan, arap seviciliğinde şampiyonluğu kimseye kaptırmayan, inançları, dini ve müslümanlığı babasının malı sanan, Cumhuriyeti yıkıp yerine hilafet düzeni kurma hayalleriyle yatıp kalkan, yaptıkları kötülüklerle milyonlarca insanın perişan olmasına neden olan, yüzbinden fazla insanı enkaz altında bırakan, ekonomiyi ve tüm milli, manevi ve maddi değerleri yıkan, döken, enkaz altında bırakan, ağızlarından küfür, yüreklerinden kötülük eksik olmayan, bölücülükte, düşmanlıkta sınır tanımayan, azrailin ve şeytanın bile ödünü patlatan  AKP-Hizbullah-tarikatlar ve cemaatlar ittifakı var…Aralarında ise, hala ne halt ettiğini anlamadığım, sözde Türk milliyetçisi geçinip, milli değerlere acımasızca ihanet eden MHP var…Cumhuriyeti yıkmak için elinden geleni hiç sakınmadan ve çekinmeden yapan bu çetenin kurdukları ittifaka verdikleri ad ise çok manidar; Cumhur ittifakı…

Diğer tarafta ise, bunların elinden bıkıp usanmış, sebep oldukları kötülüğü gören ve yarattıkları yıkıma karşı demokratik, hukuki ve insani yöntemlerle karşı durabileceklerini, sandıkta sağduyulu insanların desteğiyle yenebileceğini, ülkeyi yenibaştan düzene sokabileceğini sanan Millet İttifakı var…

Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Sn. Kılıçdaroğlu!

İşin doğrusu, Kılıçdaroğlu, her ne kadar bu görevi layıkıyla yerine getirebilecek bir şahsiyet olduğuna en ufak bir şüphem olmasa da, geçmişte yaptığı hatalardan dolayı başından beri benim şahsen ilk tercihim değildi, benim Anavatan için tercihim bu yarışı Mansur Yavaş’ın götürmesiydi, ki adı açıklandığı anda yarış daha başlamadan bitmiş olurdu, seçimde de yüzde 60larda veya üzeri bir oy alarak ezici bir üstünlükle Türkiye’nin yeni Cumhurbaşkanı olurdu, AKP ve MHP seçmeni bile, kısmen de olsa Mansur Yavaş’a oy verirdi.

Ancak, artık ok yaydan çıktı, Kılıçdaroğlu Millet İttifakı tarafından 13. Cumhurbaşkanı adayı ilan edildi.

Kamuoyu yoklamaları da net şekilde hem Kılıçdaroğlu’nun birinci turdan kazanacağını, hem de Millet İttifakı’nın Meclis’te çoğunluğu ele geçireceğini, dolayısıyla da hükümeti de ele geçireceğini söylüyor, yeter ki seçimde sandıklara sahip çıkılsın, korkuya kapılan kötülük ittifakının hile hurda yapılmasına izin verilmesin.

Bu aşamadan sonra, Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı için işin esas zor tarafı başlayacak, tüm milli, manevi ve maddi değerleri mahvedilmiş, maddi manevi sefalete sürüklenmiş bir ülkeyi yeni baştan kalkındırmak ve huzura kavuşturmak için çok zorlu bir mücadele gerekecek.

Varlığını ve hayatındaki birçok şeyi doğrudan Anavatan’a borçlu olan, Anavatan’ın ve milletin içine düşürüldüğü durumdan dolayı yüreğinde tarifsiz bir azap duyan bir Kıbrıslı Türk olarak benim Kılıçdaroğlu’ndan ve yeni gelecek hükümetten şahsen beklentilerime gelince, sırayla anlatalım;

  1. EMASYA PROTOKOLÜNÜ derhal devreye sokun, kapsamını da genişletin, Türkiye bir doğal afet ülkesi ve yeni afetler kapının hemen dışında beklemektedir, böylesi dehşetli afetlere karşı Türk Silahlı Kuvvetleri anında ve tüm gücüyle devreye girebilmelidir, aksi takdirde bundan sonraki felaketlerde yine yüreğimizin kaldıramayacağı can kayıplarıyla karşılaşacağız.
  2. KIZILAY denen kurumu derhal bir düzene sokun, başındaki şahsiyeti ve o kuruma partizanca atananları ve onları oraya atayanları vatana ihanetten ve onbinlerce insanın ölümünden sorumlu olmaktan tutuklayın, tüm mal varlıklarına el koyun,  hapislerde sürüm sürüm süründürün.
  3. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI denen kurumu derhal kapatın, tüm yetkilerini ve sahip olduğu imkanları İçişleri Bakanlığı altında kuracağınız Din İşleri Dairesi’ne aktarın, başındaki cemaatlara ve tarikatlara arka çıkan, Atatürk’e ve silah arkadaşlarına laf söyleme cüretini gösteren şahsiyeti de bölücülükten ve vatana ihanetten tutuklayıp, yargılayın, hatta önce Anıtkabir’e götürün, önce varlığını borçlu olduğu Atatürk’ün mozelesinin önünde saygı duruşunda dursun, sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin ve inançların bir yüzkarası olarak vatandaşlıktan atın, ondan sonra yargılayın.
  4. ADALET sistemini derhal elden geçirin, tıpkı Fetoşlar tayfası zamanında olduğu gibi, boşluktan yararlanarak adalet sistemine partizanca girmiş/sokulmuş olanları ayıklayın, vatana ihanetten tutuklayın, gereğini yapın, adaleti ele geçirip de adalet kılıcını kurdukları sömürü düzenine karşı kullananları o kılıçla doğrayın, gün gelir keser döner sap döner, hesap döner lafı ne demekmiş, görsünler, kötülükle kullanıp, art niyetle masumları kestikleri adalet kılıcıyla kendileri de kesilsinler…
  5. MİLLİ EĞİTİM SİSTEMİNİ yeni baştan dizayn edin, mümkün olan en çağdaş eğitim düzeyini yakalamak ve yeni nesillerin çağdaş, eğitimli, bilime saygılı, inanç sömürüsüne geçit vermeyecek nesiller olarak yetişmesini sağlayın, ihtiyaç fazlası tüm imam hatip liselerini kapatın, sadece ihtiyaca cevap verecek kadarının açık olmasına izin verin, sıkı sıkıya da denetleyin, yasalara, laikliğe saygılı, inanç sömürüsünün karşısında duracak, Tanrı ve vicdanı arasında kimsenin kulu olmayacak din adamları yetiştirin.
  6. TARİKATLARIN VE CEMAATLARIN, dernek adı altında kurulmuş olsalar da, tümünü kapatın, elebaşlarını bölücülükten, inanç sömürüsünden ve vatana ihanetten tutuklayın, yargılayın, tüm mal ve para varlıklarına el koyun, bu kaynakları özellikle depremden etkilenmiş vatandaşların ve çocukların hayatlarını iyileştirmek için kullanın… Çünkü bunlar bir elleri yağda bir elleri balda, din ve inanç sömürüsüyle keyiflerini süre süre yaşasınlar diye, iktidar ve bunlar arasında kurulmuş saadet zinciri yüzünden ülkenin tüm milli, manevi ve maddi değerleri bugün yıkılmış ve bunlar tarafından sömürülmüş durumdadır…Ha, yok eğer uluyarak itiraz etmeye kalkışırlarsa, sizin içinize cin girmiş, cinlerinizi çıkarmak için sopayla sırtınızı biraz okşayalım diyerek, önce “okşayarak” içlerindeki cinleri çıkarın, nasılsa kadınların ve kız çocuklarının içindeki cinleri çıkarmada en sık kullandıkları ve alışık oldukları bir yöntemdir, sonra da vatandaşlıktan atın, hangi cehenneme giderlerse gitsinler.
  7. KADIN VE ÇOCUK haklarını en çağdaş ülkelerdeki yasal hakların bile üzerine çıkarın, çocuklara ve kadınlara kötülük yapanların boyunlarını çatır çatır kopartın, hatta bunlar için idam cezasını bile özel bir düzenlemeyle geri getirin, boyunlarını öyle kopartın ki her aklına esen erkek müsveddesi kadına ve çocuğa karşı değil ölümcül bir eylem yapmaya kalkışsın, gözünün ucuyla bile yan bakacağında bin değil milyon kere düşünsün.
  8. DEPREMDEKİ YIKIMIN SORUMLULARINA GELİNCE, sırf siyasi ve maddi rant elde etmek için defalarca imar barışı adı altında kaçak göçek binalara imar affı çıkartan, insanları yanlışa teşvik eden, kaçak göçek binalarının yapıma onay veren, denetlemeyen, sonra da göz göre göre onbinlerce, belki de yüzbinlerce insanın, çocuğun, gencin ezim ezim olarak ölmesine, tarifsiz bir dehşet içinde katledilmesine,  yüzlerce milyar dolarlık zarar ziyan ortaya çıkmasına sırf şahsi menfaat ve rantları uğruna neden olan tüm sorumluları, milletvekili, bakan, cumhurbaşkanı olsalar dahi, göz göre göre insanları mezardan farksız binalara sokup, toplu katliama neden olmaktan tutuklayın, çatır çatır yargılayın, ömür boyu gün yüzü göstermeyin…Aksi takdirde hem Kurtuluş Savaşı’nda ve sonrasındaki savaşlarda bu ülke ve millet uğruna ölenlerin, hem de cehaletin iktidarı boyunca sırf cehalet ve rant yüzünden ölen insanlarımızın günahlarına ortak olmuş olursunuz.
  9. TSK’yı derhal eski gücüne ve komuta sistemine kavuşturun, askerliği 12 aya çıkarın ki millet gerçekten adam gibi askerlik yapsın, askerlik eğitimini alsın, olağanüstü bir durumda da gerek askerdeyken, gerekse sivildeyken ne yapacağını bilsin…TSK’nın emperyalist uşaklarıyla savaşta kendi ihtiyacı olan ve hafif ve ağır silahları kendi bünyesinde üretebilecek savunma sanayisini oluşturabilmesi için gerekli yatırımları yapın, İHA, SİHA gibi mevcut yatırımların daha da geliştirilmesi için her türlü çabayı gösterin ve imkanı sağlayın, en güçlü silah iyi yetişmiş ve donatılmış askerdir mantığıyla askerin eğitimine ve donatımına azami dikkat gösterin, bilin ki iyi yetiştirilmiş ve donatılmış tek bir asker yeri gelir küçük bir orduyu bile yerine çakabilir…TSK’nın komutanlarını sırf bir yıldırma ve intikam harekatına dönüştürdükleri kumpaslarla içeri atanların hepsinden tek tek hesap sorun, onları kendi kazdıkları çukurlara hiç acımadan gömün.
  10. GERİSİNE GELİNCE, gerisi teferruattır, ekonomi, sağlık, eğitim, turizm, tarım, ülkenin doğal kaynaklarının verimli kullanımı sadece ve sadece liyakat sahibi insanların yönetime gelmesiyle çözülür, çözüm hiç de zor değildir, ülke tüm milli, manevi ve maddi değerleriyle en fazla iki yıl içinde ayağa kalkmaya başlar, beş yıl içinde de düze çıkar, yeter ki liyakat sahibi insanları partizanlık yapmadan hakettikleri makamlara, mevkilere getirin.
  11. Elbette yapılması gerekenler bunlarla sınırlı değildir, sizin malum beşli çete dediğiniz çetelerin benzeri sayısız irili ufaklı çeteler ve onların çıkar ortaklığı yaptığı odaklar da vardır, ancak yukardakileri hallettiğiniz anda gerisi kendiliğinden yoluna girer ve Türkiye ve Türk milleti eski şanına, şerefine ve onuruna kavuşur.

Sn. Kılıçdaroğlu, bu seçim, sıradan bir seçim değildir, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti için bir ölüm-kalım seçimidir, 6 Şubat günü, bedenen yaşasak da, ruhlarımız son darbeyi de alarak, tarifsiz bir acıyla, tarifsiz azapla öldürüldü…

Ruhlarımızı sonsuza kadar öldürenlerden, Türkiyemize böylesine büyük ve tarifsiz bir kötülük yapanlardan, çocuklarımızı katledenlerden son nefesinize kadar hesap sorun, hesap sorun ki, sadece rant ve menfaat hırsları uğruna bizden kopardıkları çocuklarımızın, insanlarımızın ruhları değil, Çanakkale Destanı’nı, Kurtuluş Savaşı Destanı’nı, Beşparmaklar Destanı’nı yazan o kahraman ve aziz şehitlerimizin ruhları da huzur bulsun, gelecek nesillerimiz geleceklerinde daha huzurlu, barış dolu bir ülkede, atalarının mirasına layık olan bir onurla, gururla, insanca, sevgiyle ve saygıyla yaşayabilsinler.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu