Ediz Tunçel: Cumhuriyet ve cehalet!
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin doğumunun 100. Yılı…
Cumhuriyetin 100. Doğum gününü görmek, ülkenin varoluş değerlerinde yaşanan, yaşatılan yıkımlara rağmen, bize nasip oldu.
Atatürk’e ve Türk milletinin varoluş değerlerine yapılan ihanetlerden dolayı içimiz, yüreğimiz buruk.
İçerden ve dışarıdan uğradığı her türlü kötülüğe rağmen Cumhuriyet hala ayakta, bu da tesellimiz…
Bugün Cumhuriyetin en büyük düşmanı son yüz yıllık süreçte batı emperyalizminin bir numaralı destekçisi, koruyucusu, kollayıcısı ve emir eri kendini Müslüman sanan zırcahil, kana susamış, kudurmuş, akla hayale gelmesi bile zor her türlü kudurukluğu ve sapıklığı yaparken Allah-u ekber diye uluyan, şeytanın ve cehennem zebanilerinin bile ödünü patlatan, cehennem mahlukatlarının yeryüzüne inmiş hali olan çapulculardan oluşan çetelerdir.
Adına tarikat ve cemaat denen bu zırcahil çapulculardan oluşan çetelerin her biri aslında katıksız bir terör örgütüdür.
Ölümüne Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı, her türlü sapıklıkta sınır tanımayan bu mahlukatların ele başlarının ne tür mahlukatlar olduklarına madde madde bir bakmakta fayda var…
Cumhuriyetin kendilerine tanıdığı demokratik haklarla önce kanserli bir hücre olarak oluştular, sonra da bütün ülkeyi ve milleti sardılar.
Kimi kendine tarikat, kimi cemaat, kimi örgüt diyen bu sapıklar sürüsünün ele başları bir elleri yağda, bir elleri balda, akla hayale gelmeyecek bir lüks içinde yaşarken din sömürgenliğinde zirveyi kimselere kaptırmazlar.
Herbiri kendini peygamber yerine koyan bu tarikat ve cemaat ağaları şatafatta, lükste, sahtekarlıkta, bol keseden harcamakta, keyif uğruna her türlü ahlaksızlıkta, din sömürüsünde, kadın sömürüsünde, çocuk sömürüsünde, sapıklıkta ve sapkınlıkta, dünya nimetlerinden dibine kadar faydalanmakta sınır tanımazken önlerinde eğilip, ellerini ayaklarını öpen zırcahillerden oluşan müritlerine, takipçilerine, emirleri altındaki sapık katiller sürüsüne öteki dünyada cenneti vaat ederler.
Bu el etek öpen zırcahiller sürüsünü kullanarak, emperyalistlerin kendilerine gösterdiği doğrultuda ve yine emperyalistlerin özel taktikleriyle devletleri bile ele geçirirler, devlet içinde devlet oluşumları yaratırlar.
Örneğin, İran’da Humeyni ve molla rejimi, Afganistan’da Taliban, Ortadoğu’da bilimum ülkelerindeki kralcık, prenscik iktidarları, Türkiye’de de sümüklü imamın destekçileri (ki az kalsın emellerine ulaşıyorlardı, ulaşamadılar, ama hala varlar, farklı kılığa girdiler) bunlara en güncel örneklerdir.
Türkiye’de hortlamalarına vesile olan demokratik düzeni yıkıp da yerine şeriatı halen getiremediler ama, nihayette Türkiye, hiçbir Müslüman ülkede eşi benzeri olmayan bir şekilde, din sömürüsünden ve zırcehaletten beslenen tarikatlar ve cemaatlar cenneti haline geldi.
Bu zırcahil sürülerinin elebaşları, ki her biri kendisini bir peygamber olarak görür, peşlerinden koşan zırcahillere cenneti “Allah ve din adına” vaat ederken, kendileri yeryüzünde olabilecek en lüks ve şatafatlı yaşamı sürüyorlar, dolar çorbası içip, macunu yiyorlar…
Türkiye Cumhuriyeti bu akıl almaz boyutta ahlaksızlaşan din sömürüsü tezgahı yüzünden öylesine sefil bir duruma düşürülmüştür ki, maddi ve manevi olarak kuruluşunun onuncu yılında ulaşılan medeniyet ve gelişmişlik seviyesinin bile çok gerisine düşmüştür.
Cumhuriyetin kuruluşundan on yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’dan kalan ve bugünün parasıyla yüzlerce milyar dolarlık bir borç olan borcu tıkır tıkır öderken, ülkenin her köşesine de eğitim, ekonomi ve huzur götürüyordu.
Bugünse el etek öperek borç dilenir duruma düşmüş halde…
Göçmen istilası ülkenin her tarafını sarmış, ülke açık hava mülteci kampına dönüşmüş, devlet kasası borçtan boğulmuş, iç huzur ve barış yok olmuş, envai tür mafya türevleri ülkenin her tarafına yayılmış, eğitim, sağlık ve ekonomi resmen batmış durumda…
Bu karamsar tablonun tam ortasında ise, cehaletten, ahlaksızlıktan ve din sömürüsünden beslenen tarikatlar ve cemaatlar var, ve bu kaotik durumdan maddi ve manevi olarak mesut ve mutlu olanlar bir tek bunlardır.
Kısacası, tarikatlar ve cemaatlar mutlu ve mesut olarak kaostan beslenirken, keyfine keyif katarken, zenginliklerinin ve mutluluklarının sebebi olan kaosun daha da artması için uğraş vermektedirler.
Ve ne ilginçtir ki, devlet erkanı, Kurtuluş Savaşı destanı yazılırken önce İstanbul’un anahtarını İngilizlere teslim eden, Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra da İngiliz zırhlısına atlayıp, memleketten kaçan Vahdettin adının verildiği köşkten Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yılı kutlamalarını seyretti…
Vahdettin Köşkü!!!
İsme bakar mısınız, sanki başka isim kalmamış gibi, önce koltuğu kurtarmak uğruna işgalci düşmanla işbirliği yaparak ülkesine ve milletine ihanet eden, sonra da ülkesini, milletini terk edip, düşmanla kaçan bir hainin adı bir köşke veriliyor ve oradan Cumhuriyetin 100. Yıl kutlamaları devlet erkanı tarafından seyrediliyor!!!
O köşke Cumhuriyet Köşkü, İstiklal Köşkü, 100. Yıl Köşkü gibi isimler verilseydi ve kutlamalar orada yapılsaydı, o zaman bir anlamı olacaktı…
Amma ve lakin, niyet ve hedef, ve keza kafa yapısı da farklı olunca, bütün bu yaşananlar tesadüf değil, tam aksine, olması gerekenleri yaşıyoruz.
Nitekim, savaşı ve dehşetini görmüş, yaşamış insanlar olarak, 7 Ekim’de Gazze’de gözüne kan bürümüş, din kisvesi altında kudurmuşlukta, ahlaksızlıkta ve kötülükte sınır tanımayan bir katiller sürüsünün başlattığı savaşın sonuçlarını bugün hep birlikte ve dehşet içinde seyrediyoruz, Atatürk ve silah arkadaşlarının bize bıraktığı mirasın ne kadar önemli, değerli ve vazgeçilemez olduğunu bir kez daha anlıyoruz.
Bu savaşı başlatan ahlaksızlar sürüsü savaştan uzakta ve bir elleri yağda, bir elleri balda yaşarken, keyiflerine keyif katarken, savaşı bir din savaşı kisvesi altına sokup da rant savaşına çevirirken, savaştan envai tür rant elde etmeye uğraşırken, bedelini hiçbir şeyden haberi olmadan savaşın içine düşen çocuklar ve masumlar ödüyor.
Biz Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yılını buruk ve üzgün bir şekilde kutlarken, yanıbaşımızda tüm Ortadoğu’nun kaderini bir kez daha değiştirecek, dünya tarihini bir kez daha yazılmasına vesile olacak bir savaş başladı ve adına Hamas denen katiller sürüsünün hesabı görültükten sonra, sıra önce İran’a, sonra da Türkiye’ye gelecek.
Nasıl mı?
Anlatayım…
Dört bir taraftan ve denizden kuşatılmış Gazze’deki Hamas çapulcuları ne yaparlarsa yapsınlar, kısa süre sonra ellerindeki tüm silah ve yiyecek stoğu tükenecek, sonra da sürünür hale gelecekler, İsrail bunları tek tek fare gibi avlayacak, canlarına okuyacak, muhtemelen hiçbirini de esir almayacak, kafalarına kurşunu sıkıp leşlerini isimsiz mezarlara gömecek, günün sonunda bu çapulcular sürüsü silahsız, kendi halindeki masum insanları katletmekle gözüne öfke bürümüş silahlı askerlerle çarpışmanın çok farklı şeyler olduğunu feci şekilde anlayacaklar ve hak ettiklerini bulacaklar…
Dünyanın neresine giderlerse gitsinler, İsrail bunların peşini bırakmayacak ve hangi deliğe girerlerse girsinler, aradan yıllar geçse bile, hepsini deliklerinde fare gibi avlayacak, katlettikleri her bir İsrail vatandaşının hesabını soracak, arada masumlar da katledilse bile, İsrail intikamını eksiksiz alana ve dünyaya “bizimle uğraşanın başına bu gelir” dersini bir daha verene kadar asla durmayacak.
Gazze’de hesaplaşma bittikten sonra, geriye kalan Filistinliler ise yaşadıkları dehşetten dolayı bir kez daha içlerinde böylesine kudurmuş mahlukatları barındırmadan önce milyon kez düşünmek zorunda kalacaklar…
Ardından tüm oklar Lübnan’daki Hizbullah’a ve İran’a dönecek, Amerika’nın sağladığı destekle Hizbullah da ezim ezim edilecek, zaten zor durumda olan Lübnan ekonomisi hepten çökecek, bu arada İran hop oturup, hop kalkacak ve meydan okuma adına palavra sallamaya devam edecek, ama kılını bile kıpırdatmayacak, daha doğrusu korkusundan kıpırdatamayacak.
İran’da bir cehalet diktatörlüğü kurmuş olan mollalar pekala da Amerikan-İsrail ortak askeri gücü ile başa çıkamayacaklarını, paramparça edileceklerini pekala da biliyorlar, ama son çare olarak bir güç gösterisi yapmayı denemeleri halinde, üzerlerine cehennem ateşi yağacak ve haritadan silinecekler.
Bu ateşin bir kısmı, Türkiye üzerinden gelecek, Türkiye’de konuşlu olan Amerikan nükler silahları da muhtemelen kullanılacak ve İran, özellikle de Tahran, dört bir yandan üzerine yağmur gibi yağan füze yağmuru altında ezim ezim olacak.
Türkiye, İran’a karşı kullanıldıktan sonra, gıkını bile çıkaramaz hale gelecek, seçimi kazanmasına rağmen 20 senelik miyadını doldurmuş iktidar, süt dökmüş kediye dönecek, ki zaten şu andaki haliyle de pek farklı değil, bakmayın esip kükrediklerine…
Amerika boşuna Ege adalarına askeri yığınak yapmıyor!
Ürdün, Suudi Arabistan, Irak, Katar gibi arap ülkeleri ve Mısır boşuna gıklarını bile çıkarmadan olanları seyretmiyor!!!
İsrail boşuna BM’ye restini çekmiyor!!!
Ukrayna’da fena halde çuvallamış olan Rusya boşuna hem nala hem mıha vurmuyor!!!
Herifler olacakları biliyorlar, bıçağa yumruk atmıyorlar, bu vahşetin ve dehşetin sonunda olabildiğince az zararla süreci atlatmaya ve iktidardaki kuklalar da koltuklarını korumaya çalışıyorlar.
Ama Türkiye’deki iktidar, ülkenin içinde bulunduğu tüm zorluklara rağmen, arka çıkmaya, koruyup kollamaya çalıştığı Arapların bugüne kadar tüm tarih boyunca Türk milletini arkasından vurduğunu unutarak, sırf din sömürüsü yapacak, ülkenin içinde bulunduğu dehşetengiz ekonomik ve sosyal yıkımı birkaç gün daha unutturacak diye bıçağa yumruk atıyor ve bir adım sonrasında olacakları göremiyor…
Neticede, din sömürüsünden beslenen cehalet ve ahlaksızlık düzeni adım adım bütün Ortadoğu bölgesini bir kez daha korkunç bir savaşa götürüyor ve ne yazık ki, yine çocuklar ve masumlar katlediliyor, sebep olanlar ise deliklerinde saklanıyor, bir elleri yağda, bir elleri balda, lüks içinde, katledilen çocukların ve masumların ölümlerinden elde ettikleri rant ile yaşamaya devam ediyorlar…
Yüz yıl önce dünyanın en büyük birleşik emperyalist gücünü destanlar yazarak dize getirmiş ve yeryüzünde emperyalizmi yenerek kurulmuş olan tek ülkeyi yaratmış olan Türk Milleti eğer gözünü açmaz ve karşı karşıya olduğumuz korkunç boyuttaki entrikayı görmezse, başımıza çok daha büyük belaların açılacağı kesindir.
Bugün 29 Ekim’di, eski 29 Ekimleri hatırlıyorum da, sadece Türkiye’de değil, Kıbrıs’ta da ülkenin dört bir tarafında evlere Türk Bayrağı ve Atatürk resimleri asılırdı, Atatürk ve Türkiye’ye olan gönül bağı gösterilirdi, bugün kendi bölgemi turladım, resmi daireler haricinde asılmış tek bir bayrak görmedim, bayrağı ve Atatürk resmini iki gün önceden asmış olan eşime de şakayla “galiba bu memlekette bostan korkuluğu olarak bir biz kaldık” dedim…
Belli ki insanlar bezmiş, ürkmüş, korkmuş…Tam da cehaletin ve ahlaksızlığın sevdiği hava!!!
Sabah saat 8.11’de, 74’ün kahramanlarının başında gelen, sırtından vurulmasına ve bir karışlık bir yara almasına rağmen savaşmaktan geri durmayarak Beşparmak’taki iki Rum-Yunan komando taburunu sadece iki bölük komandosuyla dehşetli bir savaştan sonra alaşağı ederek harekatın gidişatını değiştiren, Lefke’yi de 16 Ağustos’ta kurtaran Cemal Eruç Paşam aradı ve yüreğindeki tüm samimiyetiyle Cumhuriyet Bayramı’mızı kutladı…
Cemal Paşamın sesini duyunca benden önce davrandı diye üzüldüm, konuştukça da yüreğimi giderek artan bir hüzün sardı, sonra bir an geldi ki sesinin tonu bildiğimiz Atatürk’ün sesine döndü, sanki karşıda konuşan Cemal Paşam değil de Atatürk’ün kendisiydi, yüreğimdeki hüzün soldu, gülümsedim, keşke sesini kaydetseydim diye kendi kendime hayıflandım.
Türk Milleti’nin ve Atatürk’ün onurlu bir askeri olan kendisi bugün 92 yaşında, yaşına rağmen yüreği ve Cumhuriyete olan inancı ateş gibi, Allah kendisine ve kendisi gibi olan Atatürk’ün askerlerine uzun ve sağlıklı ömürler versin derken, içimde tarifsiz bir acı ve hüzün var.
2023 yılı Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. doğum yılı ama bu yılda sırf cehalet ve ahlaksızlık yüzünden sayısız evladımızı ve insanımızı da saniyeler içinde depremde kaybettik, Atatürk’ün ve Türkiye’yi kuran o aziz kahramanların hatırasına, evlatlarına, torunlarına sahip çıkamadık…
Yüreğimize düşen ateş de sönmüyor, aksine giderek artıyor…
Umarım milletimiz bir kez daha insanlarının, çocuklarının canıyla sınanmaz ve çocuklarımız huzur, barış, insanlık ve onurla yaşarlar.