Ediz TuncelKıbrısManşet

Ediz Tuncel yazdı…Gör beni göreyim seni hükümeti…Kerizlerin virüsü

Gör beni göreyim seni hükümeti…Kerizlerin virüsü

Öyle bir hükümet kuruldu ki, bırakın muhalefeti, iktidar partisi UBP’nin birçok kesimi tarafından bile sindirilemedi.

UBP kurultayında yaşanan rezalet de sineye halen çekilemedi, çekilemeyecek de…

Süreç normal devam etseydi Faiz Sucuoğlu bugün hem UBP’nin Genel Başkanı, hem de Başbakan olacaktı.

Ancak en oldu?

Entrikanın, alaveranın, dalaveranın daniskası yaşandı, finale kalan Faiz Sucuoğlu ve Hasan Taçoy adaylıktan çekildiler, sonra Faiz Sucuoğlu tekrar aday olduğunu açıkladı, arkasından da “kurultaya müdahale davet edildi” dedi, arkasından da kurultayda aday olmaya devam edeceğini açıkladı, Ersan Saner Başbakan olduktan ve gücü ele geçirdikten sonra ise kurultaya tek adayla, Ersan Saner ile gidileceği açıklandı.

Ersan Saner şimdilik tek aday olarak kurultaya girip, hem parti başkanlığını hem de Başbakanlığı garantileyecek, ama nereye kadar.

Aldığımızı duyumlar bu kurultayın UBP tarihinden en düşük katılımlı kurultay olacağını gösteriyor.

Beş başkan adayından üçü, sanki koskoca UBP’de bakanlık yapacak başka vekil kalmamış gibi, Saner kabinesinde yer buldu, ama en çok oyu alarak finale kalan iki aday yer bulamadı.

Ersan Saner böyle davranarak, bahane olarak da “Ersin Tatar kabinesinin devamını istemedik” diyerek,  kendince gelecek seçimde vekillik koltuğunu garantilediğini, 2021’deki kurultayda da kendine şimdiden zemin hazırladığını düşünebilir.

Ancak, muhalefeti bırakın bir tarafa,  bu gidişatı dışardan seyreden UBP’nin “ağır abileri” bile gidişata köpür köpür köpürüyor ve yaşananlardan dolayı fırsatçılık yapıp da kendisine haksızlıktan hak payı çıkaranlardan ilk fırsatta hesap sormaya niyetliler.

Ortalığı daha fazla bulandırmamak için seslerini pek çıkarmıyorlar ama gelecek kurultayda, hatta olası erken genel seçimde olacaklar için kılıçlar şimdiden çekildi bile, kanlanmadan da kılıflarına girmeyecekler.

Aslında bu gerekliydi de…

UBP artık öyle bir noktaya geldi ki, parti içinde birbirlerini koruyan, kollayan, seçim hesaplarıyla ötekileri dışlayan belli bir grubun tapulu malıymış gibi görünmeye başladı.

Bu durum o kadar sırıttı ki, artık sıradan UBP seçmeninin bile dikkatini çekmeye başladı.

Nesil değişiyor, geçen seçim miydi, ondan önceki seçim miydi, tam hatırlamıyorum ama Meclis’in yarısı seçilememiş, devre dışı kalmıştı.

Bu sefer de aynısı veya aynısına yakını olacak, ciddi bir yaprak dökümü yaşanacak.

Gelecek seçimde Faiz Sucuoğlu yeniden kazanacak, ancak son yaşananlarda rolü olanlar ve olanlara seyirci kalanlar, çanak tutanlar için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil.

Diğer taraftan, UBP içindeki belirli niteliklere sahip seçilmiş insanlar dururken son seçimde seçmen tarafından Meclis dışı bırakılarak emekliye sevkedilen Tahsin Ertuğruloğlu tekrar Dışişleri Bakanlığı görevine getirildi, ben dahil, hemen herkesin bu göreve getirileceğine kesin gözüyle bakılan ve UBP içinde gelecek vaat eden, kendi çapında olabildiğince ölçülü bir çizgi izleyen Oğuzhan Hasipoğlu devre dışı bırakıldı.

Yeni hükümetteki en akıl almaz bakan ataması ise, sadece Kıbrıs’ın değil, dünyanın ekonomik olarak bir çöküntüye girdiği dönemde ekibiyle birlikte bıçak sırtında çalışarak sorumluluğunu yüzünün akıyla yerine getiren ve memleketi elinden geldiğince aç, sefil bırakmayan, başarısıyla muhalefetin bile takdirini toplayan  Olgun Amcaoğlu’nun Maliye Bakanlığı görevinden alınarak Eğitim Bakanlığı görevine atanması oldu.

Olgun Amcaoğlu’nun kıvrak zekası, her ne kadar uzmanlık alanı olmasa da, ekip çalışını bildiği için Eğitim Bakanlığını da çekip çevirmeye yetecektir, bu yüzden Olgun Amcaoğlu’nun bu görevdeyken çuvallayacağı ve popülaritesinin zarar göreceği beklentisi içinde olanlar varsa, hiç heveslenmesinler.

Ancak genel olarak, UBP liderliğinde kurulan 42. Hükümet daha başından UBP tarafından fena çuvallamıştır ve gelecek erken seçimde UBP içinde çok büyük bir hesaplaşmanın temellerini atmıştır.

Bunun sorumluları elbette ilk seçimde hatalarıyla yüzleşecekler ve seçmenden ya kırmızı kartı, ya da en iyi ihtimalle sarı kartı yiyecekler.

Kısacası, bunlar gibi konularda parti içinden yükselen serzenişler ve tepkilerin şiddeti pek dışarı yansımasa da, ilk seçimde ciddi değişimlerin yaşanacağının da göstergesidir.

UBP memleketin en büyük partisi olarak en büyük seçmen kitlesine de sahiptir, ancak UBP seçmeninin büyük çoğunluğu körü körüne saplantılarla oy verecek bir çıkar topluluğu değildir, sorgulamasını ve hesap sormasını da bilen bir kitledir.

Bugün rüzgar ekenler, yarın fırtınalarda biçilmeyi de göze almalıdırlar.

Bu cümleyi ÖRP rezaleti döneminde CTP için de yazmıştım, rüzgar ekeyim derken fırtınalarda biçilenlerin bugün adları bile hatırlanmıyor.

Gör beni göreyim seni hükümetlerinin mimarları yaptıkları hatalarla bizim siyaset dünyamızda sadece kendi son kullanım tarihlerini belirliyorlar.

Gelecek seçimde son kullanım tarihleri belirlenirken hiç şüphesiz ki özellikle Lefkoşa, Mağusa, İskele, Güzelyurt ve Girne bölgelerinde Faiz Sucuoğlu’nu destekleyen delege kitlesinin ciddi bir yaptırım etkisi olacak.

Keşke Faiz Sucuoğlu kapalı kapılar ardında yaşananları ifşa etseydi ve boynu altında kalanın boynu kopsun deseydi. 

Belki kendi siyasi kariyeri de hasar alırdı, ki böyle bir sürece girildiğinde zaten aldı,  ancak hem UBP delegesi hem de seçmeni, hataları olsa bile, böyle bir durumda mazlum olanın yanında dururdu, koltuk uğruna entrikalara tevessül edenle etmeyenin ayrımına çok rahatlıkla gidebilirdi.

………………………..

Gelelim pandemi hikayesine…

41. hükümet olarak UBP-HP hükümetinin en büyük fiyaskosu kısa süreli girişlere, yani kumar turistlerine, karantina uygulamasını kaldırması oldu, bu sayede otellerden başlayarak yerel bulaş oranı artmaya başladı.

42. hükümetin de bu konudaki en büyük fiyaskosu da ayağının tozuyla Güney’de çalışan 3 binden fazla işçinin ekmek parasını riske atacak ve bu insanları korona öcüsü gösterecek şekilde adım atmak ve hesapsız kitapsız şekilde bu insanların Güney’e geçişini on gün süreyle yasaklamak oldu.

Sağlık Üst Kurulu’nun bu konuda hangi kararı hangi gerekçeyle ürettiği ne beni ne de işçileri hiç mi hiç ilgilendirmez, Sağlık Kurulu insanların ekmek parasını ilgilendiren bir karar üretecekse, ilk önce siyasilerle bu konuyu enine boyuna görüşmeli, böyle bir uygulamanın  ekonomik tedbirleri de siyasiler tarafından alınmalıydı.

Öyle pat diye karar üretmekle, ben dedimse öyle olacak havalarıyla bu işler olmaz, ne siyasilerin ne de Sağlık Kurulu’nun böyle bir hakkı yoktur.

Ortada bir sorun varsa, önce sebepleri belirlenir, sonra da kapsamlı çözüm önerileri getirilir ve kimse mağdur edilmeden veya mağduriyet asgariye indirilerek, kamu menfaati olabildiğince gözetilerek, gerekli tedbirler alınır.

Yoksa, 3 bin Güney’e mahkum emekçiyi bir anda darmadağın etmek, o insanlara bağlı olarak yaşayan en az 15 bin insanı da darmadağın etmek demektir.

Kimse kusura bakmasın ama, bunun adı işgüzarlıktır, başka da hiçbir şey değildir.

Vakaların büyük çoğunluğu Rum tarafında hem Türk hem de Rum tarafında dikkatli bir şekilde kontrol edilerek çalışan işçilerden dolayı oluşmuyor, Türkiye’den sözde kontrollü gelen, ama gerçekte ülkeye sistem ve imkan yetersizliği yüzünden istemsiz şekilde kontrol dışına kaçarak giriş yapanlar yüzünden oluşuyor.

Esas sorun buradadır.

Adam geliyor, test yapıyorsunuz, negatif çıkıyor, daha önceden temaslı olup olmadığını da bilmiyorsunuz, o da söylemiyor, çünkü o da bilmiyor, yaptığınız testin sonucu negatif çıkıyor ama toplum içine karıştıktan birkaç  gün sonra pozitif oluyor, yine farkına varmıyor, bu sefer aktif bulaştırıcı olarak toplum içinde yaşamaya devam ediyor…

Zaten yaptığınız testlerin de hiçbir türlü yüzde yüz güvenirliği yok!

İşte bu noktada çakılıp kalıyorsunuz, ne alt kurulunuz, ne üst kurulunuz, ne siyasi kararlarınız bu noktada bir para etmiyor, sıfırlanmış oluyor.

Hal böyleyken ne diye Rum tarafında çalışmaya mecbur edilen insanları bir de “olasılıklar” üzerine tehdit oluşturdukları gerekçesiyle mağdur ediyorsunuz ki!!!

Olası tehditlere değil, önce gerçek ve var olan tehditlere bakın.

Türkiye’den öğrenciler, askerler, ailesi burada olanlar, devlet görevlileri haricinde zorunlu olarak gelecekleri en az bir ay engelleyin, memleketteki vakalar bir ay sonunda biter gider.

Zaten ondan sonra da aşı devreye girer, sıkıntı hafiflemeye başlar.

Hala hafta sonları meyhaneler, barlar, publar, restorantlar dolup taşıyor, millet bangır bangır müzikle eğleniyor, gık demiyorsunuz, sözde şu yasaklar bu yasaklar var ama takan yok!…

Aşı gelse bile, en az iki yıl boyunca bu meret başbelası olmaya devam edecek, belki de insanların cehaleti yüzünden daha on veya onlarca yıl boyunca karşımıza çıkmaya devam edecek.

Çünkü bu pislik, insan elinden çıktığı kesin olan ve biyolojik silah olarak geliştirilmiş, genetik kodlarının patentleri bile defalarca alınmış bir pislik.

Kontrollü bir biyolojik savaşın içindeyiz, yaratanlar da maruz kalanlar da belli ölçülerde nasiplerini alıyorlar.

Tek farkla, yaratanlar alacakları nasibi önceden hesaplamışlardır, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemiyorlardır.

Bir tarafta hastalıktan kaybedileceği, kaybedilince de devlet sırtına yüklenen ekonomik yükleri otomatikman kalkacağı hesaplanan yaşlı ve hasta kesim, öteki tarafta belki de onlarca yıl boyunca satılacak aşılardan gelecek trilyon dolarlar…

Ha, bir de, unutmadan…

Ne tesadüf ki, 1970’lerden beri dünya ticaretinin ve ihracatının başını çeken Amerika ve Almanya, 2000’li yılların başından beri Çin tarafından takip edilmeye başlandı, Çin adım adım ihracatını artırarak 2018’de Amerika ve Almanya’yı yakaldı, 2019’da ise geçti…

Sonra, tam da bu anlarda, şak diye 2019’un sonunda Fransa’nın Pasteur Enstitüsü’nün Çin’in Wuhan kentinde kurduğu, Rotschild ailesinin de bu tip işlerde Çin’de finansörlük yaptığı ve envai tür virüs ve biyolojik silahın yaratıldığı biyolojik araştırma laboratuarının da bulunduğu bölgede sözde yarasa çorbasından bir virüs çıkıyor, adı da Covid-19 oluyor…

Ha biz kerizler de işte o çorbayı yiyoruz şimdi, anladınız mı…

Yüzde doksanbeşi, elinin altındaki her türlü teknolojik imkana rağmen, zırcahil, bencil ve sorumsuz yaşayan bir dünyaya böyle yarasa çorbası, inek boku çorbası, kedi kuyruğu çorbası, köpek dili çorbası, gripli tavuk budu çorbası, bilmem ne çorbası daha çok yedirirler, sonra ha bu da uzaydan gelen virüs diyerek bir daha bir daha türlüsünü yedirirler,  anamızdan emdiğimiz sütü de burnumuzdan fitil fitil getirirler…

Biz de keriz keriz yeriz…

Kendini alemin akıllısı zanneden kerizin önde gidenleri sayesinde bu ve bunun gibi belalardan da asla kurtulamayız…

Nasılsa kerizlik bedava!

Hem de virüsün en sevdiği türden kerizlik…

Demedi demeyin, bugün on yaşında olan çocuklarımız on sene sonra yirmi yaşına geldiklerinde, hatta otuz yaşına geldiklerinde, kerizlerin virüsü, kerizlerin kerizliği sayesinde onların da hayatlarında da dolanıyor olacak…

Diğer Haberler

Başa dön tuşu