Ediz TuncelKıbrısKöşe Yazıları

EDİZ TUNCEL YAZDI… MÜDAHALE, KOLTUK SEVDASI, NARKOTİK

Haftasonu dünyada hiç kimsenin tanımadığı, Türkiye’nin de “kısmen” tanıdığı ülkemizde Cumhurbaşkanlığı seçiminin “birinci turu” yapılacak…

11 aday var, kısacası aday bolluğu var.

Adayların seçim sloganları oldukça zayıf ve sıradan.

Halkın nezdinde tek bir aday bile kamusal fayda yaratacak özel bir niteliğiyle öne çıkmıyor.

Son haftalarda, işler kızışmaya başlayınca, özellikle Akıncı’yı destekleyen çakma sosyal demokrat ve insanlık havarileri tayfası sosyal medyayı “rakiplerine” karşı medyayı küfür cehennemine çevirdi, seviyesizlik ve terbiyesizlik aldı başını yürüdü, sonra sanki gizli bir el bunlara dur dedi, hızları kesildi.

Bu arada, Akıncı Türkiye’nin seçimlere müdahale ettiğini ileri sürerek, çaktı gürledi, destekçi tayfası da sosyal medyada “AKP ve Erdoğan karşıtı olanlar, barış isteyenler, Türkiye’nin baskısından kurtulmak isteyenler” Akıncı’nın cephesinde toplansın” algısını yaratmaya çalıştılar ve halen de çalışıyorlar.

Akıncı açık açık Türkiye’yi seçimlere müdahale etmekle suçladı.

Akıncı TV2020’de “360 Derece Seçim Özel” programına katıldı ve birtakım söylemlerde bulundu, sosyal medyada terbiyesizlikte liderliği kaptırmama yarışına girişen destekçilerine biraz daha zemin hazırladı.

Programdaki söylemlerinden, ki hepsi de aynı kapıya çıkar, bazılarını alıp “anlayana” yorum yapacağım; Sn. Akıncı dedi ki, “Bir makama başkalarının müdaheleleri ile gelirseniz, orada kendiniz olamazsınız, size oraya getirenlerin gölgesi olursunuz…Geçmiş seçimlere de bazı müdahaleler oldu, ancak hiçbir dönemde bu kadar açık taraf tutulmadı. Büyükelçilik adeta seçim karargahına dönüştürüldü… Kıbrıs Türk halkı demokratik, çağdaş, laik ve Atatürkçü yaşam biçimini korumak istiyor, bunların değiştirilmesine yönelik baskılara da tepki gösteriyor. Tüm bu hassasiyetlerini de söylemlerimde bulmaktadır. Adaylığımın esas nedenlerinden biri de budur…”

Sonra da diğer açıklamalarında “Dünyayı hayvanlar için daha güzel bir hale getirebiliriz”, “Çağdaş, medeni bir düzende yaşamak gençlerimizin en doğal hakkı”, “BRT seçim sürecinde sınıfta kaldı, demokratik performans yerlerde” gibi laflar etti.

Şimdi gelelim benim yorumlarıma;

Diğer adaylardan hiçbiri, CTP adayı da dahil, bu tarz söylemlerde bulunmuyor, seçim stratejisinin temelinde doğrudan ya da dolaylı olarak seçmenin bilinç altına müdahale ederek, hem nala hem de mıha vurarak, AKP-Türkiye karşıtlığı üzerine kurmuyor. Acaba neden bir tek Sn. Akıncı bunu yapma ihtiyacı hissediyor!
Kıbrıs Türk halkının demokratik, çağdaş, laik ve Atatürkçü olduğundan dem vuruyor. Bu lafın üstüne, “Geç bunları, Kıbrıs Türkü’nün en az yüzde sekseni partizanca davranıp, haksızlıktan hak payı çıkarmayı kendine marifet biliyor, demokrasiden anladığı çakma sosyal demokratlık ve hak yiyiciliktir, ganimetçiliktir, en iyi becerdiği şey de başkalarının hakkını yemektir, çocuklarının geleceğin yok etmektir;  çağdaşlıktan anladığı da sürebileceği en lüks arabayı sürüp, penceresinden sigarasını, çöpünü sokağa atmaktan, çevreyi olabildiğinca talan etmekten, başkalarının hakkına saygı göstermemekten, kısa günün karına tav olmaktan ve pis bir mahlukat gibi yaşamaktan ibarettir, kendine yetecek kadar aklı olsaydı 74’den sonra onca ganimetin ve kurulu düzenin üzerine adam gibi bir düzen kurmak için kolları sıvar, bugünkü kokuşmuş düzenin yaratılmasında başrolü oynamazdı, sağcısıyla, solcusuyla el ele verip, üç kuruşluk menfaat ve koltuk uğruna ülkenin tüm maddi ve manevi değerlerini mahvetmezdi; Kıbrıs Türkü’nün Atatürkçülüğüne de gelince, Atatürk’ün adını ağzınıza alıp da siyasi gayleleriniz ve koltuk sevdanız uğruna kirletmeyin, aynada yüzünüze gerçekçi bir gözle bakın ve ne olduğunuza karar verin, yetiştirdiğiniz nesiller Anıtkabir’in hangi şehirde olduğunu bile bilmiyor, bırakın Türkiye tarihini bilmeyi, kendi tarihini ve kendi başbakanını bile bilmiyor” dersek, acaba lafın ne anlattığını anlayacak kapasite var mı diye sormak da lazım gelir!
Dünyayı hayvanlar için daha güzel bir hale getirebilirsiniz, öyle mi! İnsanlar için daha güzel bir hale getirmeyi hallettiniz de geriye kaldı hayvanlar, öyle mi! Mesela diyelim, başlayalım kendi memleketimizden; bu memlekette avcı kılığında bir sürü başıbozuk var, memleketteki trafik tabelalarının yüz tanesinden doksanı bu çapulcu sürüsü tarafından vurulmuş durumda, ava çıkıyorlar diye resmen doğa katliamı yapıyorlar, vurulmaması gereken hayvanları da katlediyorlar, uçan, koşan, kaçan herşeye ateş ediyorlar, yedikleri içtiklerinin artıkları ortalıklarda saçılı duruyor, yetmiyor, bazılarının gözleri o kadar dönüyor ki, sabahın köründe evlerin avlusuna kadar girip sağa sola ateş ediyorlar, köyün ortasındaki evimin çevresinde özenle baktığım güzellik abidesi kırmızı göğüslü endemik kumruların bile canına okudular, onlarca kumrudan kala kala birkaç tane kaldı, ne kadar ihbar ederseniz edin, polis bunların ardından koşmaya yetişemiyor. Bugüne kadar sözde “avcılık” adı altında yapılan bu başıbozukluğa bugüne kadar tek bir kelime ettiniz mi acaba! Katledilen sahillerde katledilen kaplumbağalarla, endemik bitkilerle, yıkılan, yokedilen dağlarımızla, herbiri sanki üçüncü dünya savaşının füzeleriyle vuruyormuş gibi dağlarımızı vuran, yok eden taş ocaklarıyla ilgili tek bir laf ettiniz mi acaba! Ha, yoksa bu seçimde hayvanlarda mı oy verecek de haberimiz yok!
Bıraktım diğer partileri ve siyasi görüşler, en azından bugüne kadar  mensup olduğunuz siyasi oluşum ülkede gençlerin, çocukların daha çağdaş, daha güzel bir dünyada yaşaması için ne yaptı! Tek bir güzel örnek verebilir misiniz! Yok, veremezsiniz, çünkü koltuğa oturur oturmaz partizanlık anında hortlatıldı, muhalefetteyken eleştirilenlerin beş beteri, on beteri iktidarda yapıldı…
Barış olsun, akan kan dursun diyorsunuz, bunun neresi kötü diyorsunuz,  tabi ki öyle olsun, insanlık, vicdan bunu der, bunu destekler, analar ağlamasın, çocuklar ağlamasın, insanlar ölmesin, sadece coğrafyamıza değil tüm dünyamıza huzur ve barış gelsin,  aksini düşünmek ve iddia etmek en büyük vicdansızlıktır, en büyük alçaklıktır, insanlığın yüzkarası olmaktır. Ancak, özellikle PKK ve IŞİD gibi Amerikan emperyalizminin uşakları  ortalığı kan gölüne çevirirken de bunlar aklımıza gelmiyor mu, sadece Türk askeri bunların çevirdikleri dolaplara karşı  operasyona kalkışınca mı barış ve akan kan aklımıza geliyor…Arada bir, işimize gelmese de, iğne ve çuvaldız meselesini de hatırlayalım lütfen.

Listeyi olabildiğinca uzatabilirim ama gereği yok…

Gelelim Türkiye’nin müdahalesi meselesine…

Bir önceki seçimde, Sn. Akıncı bu konuda tek bir kelime etmedi.

Neden acaba!

Şimdi filmi geriye saralım, Kudret Özersay kaybedeceğini bile bile, sırf Derviş Eroğlu’nun oylarını çalsın ve bir sonraki adımına zemin hazırlasın diye aday oldu, hangi akla hizmettir bilinmez (aslında bilinir ama lafın gelişi dedim) bazı UBP’li belediye başkanları da gitti Kudret Özersay’ı destekledi…

CTP’nin içindeki bazı fırıldaklık meraklıları da kendi adayları Sibel Siber’e, ki bir önceki genel seçimde yerlerde sürünen CTP’yi ayağa kaldırıp en büyük parti yapmıştı, olabildiğince köstek oldu ve Akıncı’ya işledi…

Bir taraftan Derviş Eroğlu’nun altı oyuldu, diğer taraftan ülkenin ilk kadın Başbakanı ve hem ülkenin en başarılı kadın siyasetçisi olan, hem de CTP’nin de o güne kadar gelmiş geçmiş en başarılı yöneticisi olan Sibel Siber’in altı oyuldu.

Burada seçime göze görünen ve görünmeyen türde iki türlü müdahale vardı, birinde UBP’li belediye başkanları “kaybetmesine yetecek kadar” Derviş Eroğlu’na karşı ayartılıyorlardı, diğerinde Sibel Siber’in de altı oyuluyordu, Mustafa Akıncı’nın ikinci tura kalabilmesine zemin hazırlanıyordu.

“CTP’liler hiç bunu yapar mı, onlar sosyal demokrat canım, ha-şa, hade sus da iftira atma” diyebilirsiniz..

Ben de, “Tabi ki canım, haklısınız, AKP aklıyla bir gecede UBP içinde üç kişiyi ayartıp, yıldırım hızıyla ÖRP’yi kurup, hülle partisiyle iktidar olup, iktidar koltuğunda oturduğu sürece AKP’yi yerlere göklere sığdıramayan, sonra yine ayak oyunlarıyla iktidardan gidince bu kez AKP’ye söylemediğini bırakmayan CTP’ye, kendi adayını, hangi akla hizmettir bilinmez, linç edip de Akıncı’yı destekleyen CTP’ye hiç iftira atılır mı, hiç eleştirilir mi, çok çok ayıp canımcığım…” derim!

Ha, şimdi işte tam da aynı terane!

Bir önceki seçimde dolaylı ve doğrudan müdahalelerle, yüzde 7’lik tabanla sen ikinci tura kal, sonra da Eroğlu’na karşı başlatılan yıpratma politikası neticesinde seçimi kazan, şimdi aynı numara sana yapılınca, kıyameti kopar…

Korkunun ecele faydası yok, ipler zaten koptu, köprüler de atıldı, herkes bunun bilincinde, dolayısıyla Sn. Akıncı’nın ve destekçilerinin acizane söylemlerinin tek bir açıklaması vardır, o da şudur; biz bu seçimi görünüşe göre kaybettik, kaybetme sebebimizi de Kıbrıs Türkü’nün pek hoşlanmadığı AKP iktidarına bağlarsak, belki kararsızlar bizim hanemize yazar, ne koparırsak kardır, belki ucu ucuna kazanırız bile, biraz daha zamana oynarız, gün ola harman ola…

Belli ki “son kullanım tarihi” diye bir kavram var, hiç duymamışlar!

Tam da bu noktada, bir anıyı Hatırlatayım, geçen seçimde birinci turun hemen önceki Cuma günün akşamında Bedesten’de bir resepsiyonda Sami Dayıoğlu ve Erçin Şahmaran ile birlikteyiz, kısa süre sonra üçümüz arabaya atlayıp, Ada TV’de Cuma akşamları yaptığımız TV programına gideceğiz, ayak üstü laflıyoruz.

Kısa süre sonra yanımıza TDP Genel Başkanı Cemal Özyiğit de geldi, sohbete girdi.

Saniyeler sonra orada bulunan Sn. Akıncı da yanımıza geldi ve selamlaştıktan sonra bana doğrudan şu soruyu sordu; “Hoca sen kimi destekleyecen?”

Aldığı cevap; “Başkan siz hiç son altı ayda televizyon izlemediniz mi?”

Verdiği cevap; “İzledim!”

Aldığı cevap; “Demek ki bizim programı hiç izlemediniz, hade şimdi dosdoğru eve gidin ve keyfinize bakın, kahvenizi alın, ayaklarınızı koltuğa uzatın, bu akşam bizi izleyin, haftaya Pazartesi de Cumhurbaşkanı olarak görevinize başlayın!”

Verdiği cevap; “Nasıl yani, sen şimdi kimi destekleyecen, söyle bana Hoca!”

Aldığı cevap; “Sn. Başkan, bakın size Başkan diyorum, seçim daha başlamadan bitti, altı aydır da bizim programlardan bir tekini bile zahmet edip izlemediniz, bari bu akşamkini olsun izleyin, siz bana hala daha kime oy verecem diye soruyorsunuz, hade bitti bu iş kapandı, gelecek Pazartesi görüşelim.”

Verdiği cevap; “Nerden çıkardın benim kazanacağımı şimdi Hoca, nasıl bu kadar eminsin?”

Aldığı cevap; “Gören gözlerim var Başkan, daha ne deyim, size Başkan ve gören gözlerim var diyorum! (arkadaşlara dönerek) Ya ben Başkana laf anlatamıyorum, ya da o beni anlamak istemiyor, acaba hangi dilden konuşayım da bu seçimi kazandı deyim”

Verdiği cevap (ısrarla aynı sorunun tekrarı); “Hoca şimdi sen kimi destekleyecen, söyle bana!”

Aldığı cevap; “Bu akşamki programda rol icabı Eroğlu’nu destekleyecem, Sami da sizi destekleyecek, Ünal da Sibel Hanım’ı destekleyecek, karşılıklı atışacağız.”

Verdiği cevap; “Ne yani, sen şimdi Eroğlu’nu destekleyecen?”

Aldığı cevap (şakayla karışık); “Başkan, ne yani, destekleyemez miyim, altı ay Sami seni destekledi, bu akşam da ben Eroğlu’nu destekleyim, bari bu akşam danışıklı dövüş yapalım, herkese eşit mesafede duralım, fena mı olur, sen zaten kazandın, gayleyi ötekiler çeksin.”

Verdiği cevap; “Ne yani, bu işleri böyle mi yaparsınız hep!”

Herkeste gülüşmeler, sonra benden yine cevap; “Başkan, müsadenizle biz yola çıkıyoruz, hade siz da eve çay kahve içmeye, bizi izlemeye, Pazartesi görüşelim.”

Ayrıldık.

Nasıl olur da bu ayak üstü görüşmeyi bu kadar net mi hatırlıyorum? Çünkü Erçin Şahmaran ve Sami Dayıoğlu ile bu konuyu daha sonra defalarca ama defalarca konuştuk, andık.

Ben o görüşmeden sonra yolda Girne’ye giderken, Sami Dayıoğlu’na şunu sordum, “Yahu kardeşim, sen ısrarla Akıncı diyorsun da, adama Başkan diyorum, o hala sen kimi seçecen diye soruyor, sen daha başlamadan işi bitirdin diyorum, o hala bana takılıyor, doğru adayı desteklediğinden emin misin?” diye soruyorum, Sami Dayıoğlu ise “Ne deyim be gardaş, benim alternatifim o…” diyor…

Bu arkadaşların hepsi sağ, salim, Allah hepsine iyilik, sağlık versin.

Ama bu noktada kendilerine şunu soralım; Beş senede oturduğunuz koltukta Kıbrıs sorununa çözüm için ne katkı koydunuz, ne sonuç getirdiniz!

Hiç, kocaman bir hiç, ortada sadece bol bol suya yazılan laf, havaya giden sözler var…

Bu saatten sonra Sn. Akıncı’dan bir fayda gelir mi? Bence gelmez, gelecek olsaydı beş senede gelirdi.

Bu işi başkası yapamaz mı? Yapılacak iş bu kadarsa, özellikle o festival senin bu festival benim diyerek köy köy gezilecekse, duymaktan bıkıp usandığımız nutuklar bol bol atılacaksa, aynı hikayeler temcir pilavı gibi sürekli karşımıza getirilecekse, beş senede de toplamda bir iki aylığına sonu gelmez görüşmeler adına birkaç toplantı yapılacaksa, ağzı laf yapan herkes bu işi hayda hayda yapar…

Denenmiş ve netice getirmemiş birini tekrar dener miyim? Ben şahsen denemem, tekrar denemem için makul bir sebep olmalıdır, o da yok…

Diğer adayların bundan sonraki süreçte herhangi bir başarısı olabilir mi? Denemeden bilemeyiz, olabilir de, olmayabilir de.

Örneğin sol bir adayı destekleyecek olsam, ılımlı kişiliği dolayısıyla Tufan Erhürman’ı desteklerim.

Sağ bir adayı destekleyecek olsam, kendisini zaman zaman zor durumlara düşüren şen şakrak kişiliği bir tarafa, kafası bilgisayar gibi çalışan Ersin Tatar’ı desteklerim, ya da söylemlerinden, tutumundan iradeli ve istikrarlı duruşundan taviz vermeyen Erhan Arıklı’yı desteklerim.

İdeolojisine bakmayıp, vasıflarıyla birini destekleyecek olsam, diğer adaylardan biri arasında zorlanarak da olsa, bir seçim yapabilirim.  

Kaldı ki 11 aday arasında, bazılarının adı şanı pek bilinmese de, hamaset kokan laflara değil de vasıflarına bakılarak da karar verilebilir, ki doğrusu da budur, ideolojinin yanında vasıflar da ön plana çıkarılarak seçim yapılmalıdır.

Bu toplum, partizanlıkla, hamasetle değil de, adayın vasıflarına da bakarak başına yönetici seçtiğinde, tünelin ucunda ışık görebilecektir.

Yoksa, bir tarafta Rum ile, diğer tarafta da Türkiye’nin gelen giden iktidarlarıyla didişmekle, diğer taraftan da toplumsal olarak kendi içinde bin parçaya bölünmekle, kendi içinde de didişip durmakla olacak iş değil, gidişat gidişat değil. 

Diğer taraftan, seçim süreçlerine Türkiye’deki iktidarları karıştıran ve sonra da işler tersine dönünce yırtına yırtına bağıran herkes, haklı bile olsa, şu ince ayrıntıya ve ayara dikkat etmelidir; Ankara’daki iktidar Türkiye demek değildir, gelip geçicidir, dolayısıyla bir iktidarın tutumu tüm Türkiye’ye mal edilmemeli, Türkiye ile özdeşleştirilmemeli, bir iktidarın tutumu eleştirilecektir diye tüm Türkiye ötekileştirilmemelidir.

Birbirimize karşı zaman zaman ciddi hatalar yapmış olsak da, zaman zaman fena halde kapışmış olsak da, ters düşmüş olsak da, ne can bağımızı, ne de kan bağımızı inkar edebiliriz.

Bu ayrımları inceden inceye yapacak kapasitede olmayan herhangi bir şahsiyet, bu toplumun da başına geçmemelidir.

Ayrıca, herkes kendisinin ve siyaseten oturduğu koltuğun da bir son kullanım tarihi olduğunu bilmelidir!

Diğer taraftan, 11 adayın 11’i de erkek, bu kadar arının arasında bari bir de çiçek olsaydı, mesela Sibel Siber veya Afet Özcafer olsaydı…

Her ikisi de CB koltuğunda eminim bugüne kadar o makama gelenlerden çok daha başarılı olur, çok daha iyi işler çıkarırlardı…

…………………………

Gelelim memleketin en önemli meselelerinden birine…

Ahmet Soyalan’ın PGM’ne atanmasıyla birlikte teşkilatta bazı görev değişiklikleri de yapıldı.

İşte o görev değişiklikleriyle birlikte, Narkotik Polisi uyuşturucu piyasasını darmadağın etmeye, hallaç pammuğu gibi atmaya, uyuşturucu mafyasına darbe üstüne darbe indirmeye başladı.

Ali Adalıer’in uyuşturucuyla mücadele döneminden gördüğümüz yüklü miktarlarda uyuşturucu ele geçirilmesini ve uyuşturucu mafyasına darbe üstüne darbe vurulmasını, zamanlardan sonra bir kez daha, bu kez Tarkan Kızıltuğ döneminde görmeye başladık.

Şaşırtıcı olan şey, pandemi döneminde ülkenin sınırlarının kapatılmasına rağmen, her türden uyuşturucu yolunu bulup ülkeye girmeye devam etmiş, giremediği yerde burada üretilmiş…

Haftalardır Narkotik polisi ülkenin her tarafında yaptığı operasyonlarla kilolarca uyuşturucu ele geçiriyor, gün geçmiyor ki haberlere yığınla uyuşturucu ele geçirildiği düşmesin…

Bizim siyasiler ise hala hamasetle memleket yönetmeye devam etsin, sigara ve alkol gibi bağımlılık yapan zehirler memlekette resmen yok satıyor, öyle ki, nerdeyse yediden yetmişe memlekette çok ciddi bir alkol, sigara ve madde bağımlılığı var ve bunların topluma sadece fiziksel ve manevi değil, çok büyük maddi zararı da var.

Peki, yukarda belirttiğim gibi, hayvanlara daha güzel bir dünya yaratacağını, gençlerin geleceğini parlatacağını söyleyenlerin aklına bu konuda polise destek çıkmak, polisin suç ve suçlularla mücadelede gücünü artırmak için ufacık da olsa bir adım atmak, en azından motive edici birkaç laf etmek gelmiyor mu???

Memleketteki madde, sigara ve alkol bağımlılığını en azından azaltmak için atılması gereken adımları atmak gelmiyor mu???

Geliyor canım, gelmez olur mu, insan kaçakçısı bir mahlukat kullandığı kayığın motorunun pervanesiyle kendisini durdurmaya çalışan polisi biçmeye çalıştı diye o polis tarafından kıçından vurulunca, “polis mülteci vurdu” diye yeri yerinden oynattılar, özellikle de çakma sosyal demokrat ve çakma insan hakları havarisi geçinenler polise karşı kuduruklukta ve küfürde zirveyi kimselere kaptırmamak için birbirleriyle yarıştılar, polis de linç edildi, polise destek çıkan ben ve benim gibiler de…

Ha, polis görevini yapmasa, bu sefer de polise görevini yapmadı diye sövüp sayacaklar.

Bu kadar rezilliğe tevessül eden bu kafaların ne çektiğini, ne içtiğini anlamakta zorlanıyorum, bari bize de söyleseler de biz da biraz içsek, kafayı çeksek, dünyayı tersinden görsek!!!

İşin doğrusu, polisin son haftalarda yaptığı narkotik operasyonlarında ele geçirilen maddelere ve miktarlarına baktığımda, tüylerim ürpermedi dersem, yalan olur.

Toplum ciddi ciddi çok büyük bir tehlike altında ve bu kötülükle toplum arasında, toplumu koruma adına duran tek güç de narkotikte çalışan bir avuç polis…

Siyasiler her seçim döneminde bulabildikleri her deliğe partizanca istihdam yapıp da devletin belini kırana kadar bükeceklerine, biraz akıllarını başlarına toplayıp da özellikle polisin eksik kadrolarını doldursalar, polisin suç ve suçlu takibinde kullanmak istediği teknik takip yasalarını çıkarsalar,  çok daha hayırlı bir iş yapacaklar…

Hade bir zahmet, o bir avuç kokaini içip de ölen genç kadın sizlerden birinin çocuğu da olabilirdi, kendi hatası yüzünden bile olsa, insan hayatının harcanması bu kadar basit olmamalı…

Hamasete değil, artık gerçeklerle yüzleşmeye ihtiyacımız var.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu