Ediz TuncelKıbrısKöşe YazılarıManşet

Ediz Tuncel yazdı: Şaplak

Amaç için araç lazımdı…

Amaç, Atatürk’ün kurduğu ve kuruluşundan daha on sene sonra Avrupa devletlerinin hemen tümünü ekonomi, tarım, eğitim, üretim, insan hakları, demokrasi ve sosyal-kültürel gelişim açısından sollamış olan Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaktı.

Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk demek, o dönemlerde hala hazırda dünyaya hakim olmuş üst akılı oluşturan ve dünya savaşlar içinde yanıp kavrulsa da, insanlar paramparça edilerek öldürülse de, bir elleri yağda, bir elleri balda yaşayan, savaşta da barışta da rant yolunu bulan üst akılın temsilcilerinin emperyalist emellerine karşı duruş sergileyen “çağdaş akıl” demekti…

O dönemlerde üst akılı sadece üç aile temsil ediyordu, dünyanın tüm gücü ellerinde toplanmıştı, bugün o üçüne iki tanesi daha eklenmiş durumda, toplamda beş aile dünyanın en büyük gücüne hükmediyorlar, keyiflerine göre dünyadaki hükümetleri koltuktan indirip bindiriyorlar.

İlk kez Türkiye Cumhuriyeti’nde karşılarına çıkan ve yine tarihte ilk kez emperyalizmin tüm güçlerini birden yenilgiye uğratan “çağdaş akıl” ve temsil ettiği tüm değerler, üst akılın tartışmasız bir şekilde en büyük düşmanı oldu.

Çağdaş akılı yıkacak araç, çağdaş aklın gelişiminin karşısına dikecekleri cehalet olmalıydı.

Bunun için en kolay ve en ucuzunda tek yol vardı; DİN VE İNANÇ SÖMÜRÜSÜ…

Bu yol çok fazla basitti, ama bir o kadar da yıkıcı ve ölümcül bir yoldu, hatta ve hatta, bir nükler savaşın yapamayacağı tahribatı bile yapabilecek bir yoldu.

Cahilin en iyi becerdiği şey, içine girdiği sistemi en korkunç kanserden bile daha hızlı yayılarak çürütmektir.  

Cahil, din sömürüsünün, inanç kalkanının arkasına sığınır, cehaletten beslenir, sonra cehaleti besler,  sonra cahil ve cehalet birbirlerini besler, beslendikçe büyürler, semirdikçe semirirler, cahil cesaretiyle amip gibi üredikçe ürerler, en kötü asalaktan daha asalak bir hale gelirler, içine çöreklendikleri sistemi tüm asalaklıklarıyla kemirirler, çürütürler, yiyip bitirirler…

Kanser gibidirler, önce tek tük ortaya çıkarlar, sonra çoğalırlar, sonra yayılırlar, sonra olabilecek en ölümcül hale gelirler, yayıldıklarında durdurulmaları çok zordur, hatta imkansızdır;  hayali şeytanlar yaratırlar, saldırdıkça saldırırlar; kinden, nefretten, yalandan, öfkeden, sömürüden, ahlaksızlıktan beslenirler, tüm milli, manevi ve maddi değerleri yağmalarlar, ülkenin ve toplumun özünü oluşturan can damarlarını dumura uğratırlar, önlerine çıkan ve tehdit olarak gördükleri herkesi ve herşeyi yok ederler, yok edecek birşey bulamazlarsa, ortada son kalan rant için kavgaya tutuşurlar, öyle ki, herşeyi yok ettikten ve tükettikten sonra, en sonunda kendi kendilerini yok etmeye başlarlar…

Bugün Türkiye’nin geldiği hal budur, din ve inanç sömürüsüyle yola çıkan ve cehaletten beslenerek amipler gibi çoğalan, kanser gibi memleketin ve milletin tüm organlarına yayılan bir cahiller çetesi şu anda ülkeyi baştan aşağı darmadağın etmiş, tüm maddi ve manevi değerleriyle dumura uğratmış, memleketi milletin başına yıkmış durumdadır…

Bunu yaparken amaç için araç durumunda olduklarını ve bir son kullanım tarihleri olduğunun farkında değildirler, zaten onu farkedecek kadar bir zekaları da yoktur, her ne kadar devletin tüm organlarına yayılmışlarsa da, bu akıllı oldukları için değil, tam aksine, akıllıların bunların şerrine uğramaktan korkup, sinmesinden dolayıdır.

Şimdi esas soru şudur;

Türkiye üzerinden tam yüz yıldır çıkar çarklarını döndürmeye çalışan ve bu ittifakı amaçlarına ulaşacak araç olarak kullanan emperyalistler; kendine Cumhur İttifakı diyen ama adıyla çelişerek Cumhuriyeti yıkmak için elinden geleni ardına koymayan, ülkeye ve millete akıl almaz kötülükler yapan, ekonomiyi, barışı, huzuru, tüm milli, maddi ve manevi değerleri yok eden, her türlü yanlışlığı, yozluğu ve yobazlığı teşvik eden, insanları canlı canlı beton enkazlarının altında bırakan bu ittifakı destekleyecekler mi, yoksa son kullanım tarihi artık geldi, alaşağı edelim mi diyecekler!!!

Örneğin, şu anda bu çeteyi canı istediği gibi kullanan Rusya ve Amerika’nın çıkarına hangisi gelir, ülkenin tüm maddi ve manevi değerlerini yok etmiş, cebinde bir kuruş kalmamış, halkını enflasyon altında ezen, el kapılarında borç dilenen, toplumu bölen, parçalayan, artık her türlü şekilde kullanıma hazır hale gelen, hatta çaresizlikten kanlı katiller sürüsüyle bile ittifaklar yapmaktan çekinmeyen, emperyalizmin tüm gücüyle uğraşsa bile yıkamadığı Türkiye Cumhuriyeti’ni tarihinde olabilecek en rezil hale getiren Cumhur İttifakı mı???…Yoksa, Atatürk’ün ve Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkacağız, ülkeyi ve milleti yeniden hakettiği yere getireceğiz diyen, ona buna bağımlı olmayacağız, üç kuruş borç dilenmek için arabın eteğini öpmeyeceğiz, önünde iki büklüm olmayacağız, tükürdüğümüzü yalamayacağız, ülkenin tüm milli, manevi ve maddi değerlerini yeniden ayağa kaldıracağız, üreteceğiz, büyüyeceğiz, ülkeye adalet, refah, hak, hukuk, barış getireceğiz, ülkenin ve toplumun her türlü dengesini ve genetiğini bozan mültecileri de geldikleri yere göndereceğiz diyen Millet İttifakı mı?

Ya Avrupa Birliği ne der bu işe?

Türkiye bin parçaya bölünsün, Avrupa’ya gelme ihtimali olan mülteci sürüleri Türkiye’nin içine çöreklenmeye devam etsin, Türkiye bir Avrupa ülkesi değil de ne idüğü belirsiz, tüm maddi ve manevi değerleriyle darmadağın halde, her türlü sömürüye açık bir ülke olarak kalsın, özellikle mülteciler konusunda Avrupa’ya bir kalkan olsun, Avrupa’nın çöplüğü olarak kullanılsın mı der???…Yoksa, hadiyin bir el verip, Türkiye’yi zırcahil tarikat-cemaat-şeriat tehdidinden ve yıkımından kurtaralım ve çağdaş bir ülke olmasına, ekonomisini, adalet sistemini, üretim sistemini, toplumsal barışını düzeltmesine yardım edip, onu daha güvenli bir hale getirip, sonra onu da aramıza alıp, çağdaş bir ülke ile barış içinde yaşayalım mı der?

Mantık ikincisini diyeceklerini söylüyor ama sözkonusu olan Türkiye gibi jeopolitik konumu dünyanın en önemli konumlarından biri olan bir ülke olunca, işin boyutları anında, hatta dakika başı değişkenlik gösterebilir.

Bu arada, boşuna Erdoğan’a sövüp durmayın, bütün bu devasa entrikalar sisteminin içinde sadece ve sadece bir figürdür, üst akılın dehşetli gücünün karşısında hiçbir önemi yoktur, istendiği an sistemin çarkları arasında çatır çatır ezilerek harcanabilir, veya sistemden dışarı atılır…

Muhtemelen de hayatının her anında sürekli korkular ile yaşıyordur, sürekli bir güvensizlik duygusu ile yaşıyordur, geleceğin belirsizliğinin yarattığı endişelerle  yaşıyordur.

Erdoğan için artık kimse güvenilir değildir, üst akılın temsil ettiği dış güçlere güvenemez, ülkesindeki halkın da yarısından fazlasına güvenemez, dahası, kendi çevresindeki çıkar çevrelerine bile güvenemez,  dolayısıyla fena halde köşeye sıkışmış durumdadır, çaresizlik içinde kaldığında da hata yapmaya ve hem içerden hem de dışardan darbelenmeye karşı en zayıf savunma pozisyonundadır.

Siyasetçi olarak geriye kalan tek önemi, üst akılın ta 1950’den beri dizayn ettiği ve çatır çatır kullandığı Yeşil Kuşak projesine uygun bir duruş sergilemesidir, zaten o duruş olmasaydı, daha doğrusu, o duruşu sergileme garantisi olmasaydı, bulunduğu yere de gelmesi imkansız olurdu, daha başından önü tıkanırdı…

Siyasetçi olarak varlığının da artık hiçbir önemi yok, çünkü şartlar 20 yıl önceki şartlar değil, köprülerin altından çok sular aktı…

20 yıl önce kendi sisteminin içinde bir figür olarak ön plana çıkabilmesi için önü olabildiğince açıldı, ama üst akılın sisteminin içinde sadece ve sadece işe yaradığı kadar varlığını sürdürebilecek ve güç gösterisi yapabilecek bir figürdür, üst aklın sisteminin dışına çıkmaya kalkıştığı anda hemen hizaya çekilir, tıpkı kendinden öncekiler gibi…

Bunun örneklerini o kadar çok gördük ki, en basitinden rahip Bronson hikayesini hatırlayın…

Önce “haddini bilmeyen alt güçten üst güce” bir meydan okuma geldi; Vermiyoruz, bu herif casus, hadi al da görelim dendi…

İki saniye sonra üst güçten cevap geldi, alt gücün boyunun ölçüsünü hatırlatırcasına enseye şak diye bir tokat indi, tarifsiz derecede aşağılayıcı bir mektupla “hizalama” yapıldı,  bir baktık ki bizim eski albay yeni rahip Bronson tıpış tıpış mahallesine doğru gidiyor…

Eğreti hovardalıkta bu işlerin sonucu bu kadar basittir işte!

Arkanda duracak çok güçlü bir ekonomin, çok güçlü bir ordun, seni sonuna kadar destekleyecek bir halkın ve omurgalı bir siyaset sistemin yoksa, kısacası, eğreti bir hovardalıkla rakibine dayılanıyorsan iki alternatifin vardır;  ya haddini bilirsin, ya da bildirirler, hem de anında!

Dolayısıyla, bu dünyayı yöneten gücün kendisine karşı yapılacak en ufak bir başkaldırıya karşı da hiç şakası ve tahammülü yoktur.

Şimdi esas sorunun alt sorusuna, belki de şeytanın gizli olduğu en önemli ayrıntıya gelelim.

AKP ve Erdoğan iktidarı, Amerika’nın Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı başlattığı can alıcı saldırıda Rusya’nın can simidi rolünü üstlendi ve Amerikan çıkarlarına ters düştü.

Bu durumda, Rahip Bronson olayında enseye inen şaplak, seçim döneminde fırsat bu fırsat denilip, kafaya balyoz olarak iner mi?

Her geçen gün akıl almaz olayların yaşandığı Türkiye’de seçime kadar neler yaşanacağını varın siz tahmin edin…

Güllük gülistanlık, demokratik bir ortamda, gürültüsüz patırtısız bir seçim yaşanacağını sanıyorsanız, çok ama çok yanılıyorsunuz.

Direksiyon üst akılın elindeyken amaç için araç olmak, sonra da son kullanım tarihi gelince de duvara toslatılıp enkaza dönüşmek, bu işin fıtratında var…

Amma ve lakin, AKP-MHP-Hizbullah-tarikat-cemaat tayfası birinin iteklemesine gerek kalmadan, kendiliğinden duvara tosladı, hem de öyle bir tosladı ki, sadece kendileri değil, tüm memleket enkaz altında kaldı…

Neticede, bu sevimli şirinler topluluğu, aklın, bilimin yolunu seçmedi, güçlü bir ekonominin ve güçlü bir silahlı kuvvetlerin önemini anlamadı, barış ve huzur dolu bir toplumun bir siyasetçinin en büyük gücü ve destekçisi olduğunu idrak edemedi…

Sevimli şirinler topluluğu böl-yönet politikasını seçerek, kendine münhasır ve eğreti bir sömürü düzeni yarattılar, bizden olanlar ve karşımızdaki düşmanlar edebiyatıyla aslında giderek küçüldüklerini ve marjinalleştiklerini de anlamadılar, cepheler yaratarak rakiplerine karşı giderek daha belirgin, daha net bir hedef oluşturduklarını, vurulmaya daha açık hale geldiklerini de farketmediler.

Eh, şimdi sırada şaplak var, şaplak mı olur, balyoz mu olur, orasını bilemem ama kendi elleriyle yarattıkları ve hep rakiplerine dayak atacaklarını sandıkları bu kavga düzeninde, eninde sonunda dayak yeme riski olduğunu da anca şimdi idrak ediyorlar, ettikçe de giderek daha saldırgan bir hale geliyorlar…

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ayarlarına mı döneceği, yoksa bütün ayarlarının tamamen bozularak tam bir enkaza mı döneceği bu kavgada el mi yaman, yoksa bey mi yaman göreceğiz…

Bütün mesele şaplağın dozundadır, sıradan mı olacak,  yoksa balyoz gibi mi inecek!!!

Diğer Haberler

Başa dön tuşu