KıbrısManşet

Ediz Tuncel: Eroğlu dönemi ve sonrası

Şu an tartışmasız şekilde dünyanın en kötü yönetilen ülkelerinden biriyiz ve enflasyonda dünya ikincisiyiz, Türkiye’yi geçtik, birincilikteki Venezuella’yı yakalamak için özel gayret sarfediyoruz.

Bugün yaşadığımız bütün bu kepazelikleri Kıbrıs sorununa bağlayabilirsiniz, Türkiye’nin gelen giden iktidarlarının bizim hükümetlere müdahalesine filan da bağlayabilirsiniz, ama geçin bunları bir kalem, meselenin özüne gelelim.

Meselenin özünde, kendi kendini yönetme konusunda Kıbrıs Türkü’nün çapsızlığı, cibiliyetsizliği, bencilliği, rant ve ganimet sevdası vardır.

Denktaş döneminden sonra, ki o dönem Kıbrıs Türkü’nün ganimetle, rantla tanıştığı ve siyasi partilerin siyasi tarikatlara, siyasi cemaatlara, siyasi çetelere dönüştüğü dönemdir, ülke ve toplum Derviş Eroğlu dönemiyle tanıştı.

Derviş Eroğlu dönemi, günahlarıyla ve sevaplarıyla dikkate alınırsa, bu ülkenin idari açıdan gördüğü en istikrarlı ve ciddi dönemdi, parti içinde liderin ağırlığı hissediliyordu, devlet yönetiminde ise ahbap çavuş ve partizanlık ilişkileri ön planda olsa da, biraz da olsa liyakat vardı.

Derviş Eroğlu köşesine çekildikten sonra UBP içinde tam bir tufan yaşandı, önce İrsen Küçük’ün fiyaskoları ve koltuk hırsı memlekete 3 seneden fazla zaman kaybettirdi, sonra Hüseyin Özgürgün’ün yarattığı rezaletler sıraya girdi, en son da Ersan Saner’in döneminde yaşanan fiyaskolar gündeme damgasını vurdu.

Faiz Sucuoğlu seçimle partinin başına gelince ve genel seçimden de iyi bir destekle çıkınca, ülke yeni bir lider kazandı diye düşündük, ama kısa süre içinde UBP yönetiminde yine fiyasko üstüne fiyasko yaşanmaya başladı.

Seçilseler bile, artık partililerin bile adını duymaktan bıkıp usandığı isimler yine bakanlık koltuklarına oturtuldu, koltuklarda yeni yüzler görmek isteyen partililer hop oturup hop kalktı, diğer taraftan, hükümeti kurarken bakanların listesi tam bir muammaya dönüştü, Tahsin Ertuğruloğlu aradan sıyrılarak yine bakanlık koltuğuna oturtuldu, dışarı pek renk verilmese de UBP’nin ileri gelenleri ve tabanı yine hop oturup hop kalktı, bugüne kadar partinin gücüyle seçilmekten başka hiçbir başarı hikayesi olmayan Sunat Atun parti içinde ciddi bir dert oldu, Maliye Bakanı olarak ülkedeki kaçak ekonominin ve kontrolsüz paranın peşine düşeceğine ve maliyeyi düzeltmek için radikal kararlar alacağına, kaynak lazım diyerek KIB-TEK’in zararının halkın cebinden karşılanması için bastırdı, sadece Başbakan Faiz Sucuoğlu ile değil, tüm toplumla ters düştü, Başbakan kendisini görevden almaya kalktı, bu kez çark Cumhurbaşkanı Tatar’da takıldı kaldı…

Başbakan ben bu şahısla çalışmak istemiyorum, görevden alıyorum, yerine de filanı atıyorum dedikten sonra Cumhurbaşkanı’nın sırf Sunat Atun’un AKP ile iyi ilişkileri vardır diye ayak sürümesinin, en iyisi hükümetin istifasını kabul edeyim, yeni hükümet de Sunat Atun’suz kurulsun, böylece ne şiş yansın ne de kebap mantığının hiçbir haklı sebebi yoktur.

Sonuçta Cumhurbaşkanı Tatar’ın tutumu KKTC’de bir hükümetin daha devrilmesine ve hükümet enkazlarına bir tane enkaz daha eklenmesine vesile oldu.

Kısacası, dünyanın pandemi ve savaşlar neticesinde tepetaklak geldiği, ülkenin de tarihinde görülmedik bir ekonomik krizle yüzleştiği, maddi ve manevi olarak tam bir çöküntünün içine girildiği, ülkedeki nüfusun nerdeyse yarısının artık açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edildiği, marketlerde “ihtiyaç sahipleri alabilir” yazısı altında kutulara ekmek konulmaya başlandığı bir durumda, kaprisler ve hırslar yüzünden yerin yedi kat dibine girmiş vaziyetteyiz.

Yeni kurulacak hükümetin ilk işi, tam kırk senedir başımızın belası olan ve devlet yönetimindeki yozlaşma yüzünden bataktan batağa sürüklenen, zararını da hep halkın cebinden çıkaran KIB-TEK’in derhal özelleştirilmesidir.

Hiçbir özel kuruluş kendi zararına çalışmaz, çalışamaz, ama KIB-TEK gibi bir rant yuvası çalışır, hem de hiç gözünü bile kırpmadan çalışır, çünkü bilir ki zarar ettiği yerde sistem halkın cebinden zararının karşılanmasına olanak vermektedir.

Defalarca yazdım, bir daha yazayım, KIB-TEK 1974’den 1994’e kadar, sonrasında ise aralıklarla 1996’ya kadar Rum tarafından milyarlarca Euroluk (Rum tarafının açıklamasına göre 2 milyar 300 milyon Euro değerinde) elektrik çekip, Türk tarafında sattı, Rum tarafına tek kuruş ödemedi, nihayetinde ise Rumlar elektriği kesti, o sırada Türkiye devreye girdi, 125 milyon dolarlık bir yatırımla Teknecik santrali kuruldu, ama Kıb-Tek’in dertleri bitmedi, birkaç sene sonra memlekete AKSA geldi, bu kez Kıb-Tek’in hayır etmemesinin sebebi AKSA olarak gösterildi, kısmen haklıydılar ama sadece kısmen!!!…

Kıb-Tek siyasi rant çiftliği gibi yönetilmeye devam etti, yolsuzluklar hiç gündemden düşmedi, bugün ise memleketin sanki başka derdi yokmuş gibi, Kıb-Tek yüzünden başlayan siyasi kavga, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın da yeterli iradeyi gösterememesi yüzünden hükümetin devrilmesine neden oldu!!!

Bu süreç, hem ülke siyasetinin bir kez daha rezil kepaze olmasına neden oldu, hem de Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın kaderini belirledi, bir daha asla UBP’den ihtiyacı olan desteği göremeyecek, bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimine UBP kendi adayı ile girecek.

Belediyelerin birleştirilmesi reformuna gelince, herbiri birsiyasi parti çiftliği konumunda olan belediyelerin en az yarısı sürekli zarardadır ve külfetleri de yine halkın cebinden karşılanmaktadır.

Hükümet belediyelerin sayısını azaltalım, yönetimi merkezileştirelim, denetim ve kontrol daha kolay olur, mali bütçeler de daha kolay belirlenir dedi, kıyamet koptu, Meclis kapısı önünde belediye çalışanları ve polis yine karşı karşıya geldi, yollar kapatıldı, yine tam bir voyvodalık örneği yaşandı, yollar kapatıldı, kıyametler koparıldı,  belediye çalışanları sandı ki haksızlıktan kendilerine hak payı çıkarılacak ve ne kadar gürültü koparırlarsa hükümet de o kadar geri adım atacak, ama olmadı, sadece süreç ötelendi.

CTP’ye gelince, genel seçim biter bitmez ve sonuçlar açıklanır açıklanmaz Tufan Erhürman’ın ilk yaptığı açıklama CTP’nin hükümette yer almayacağı ve güçlü muhalefet yapacağı yönünde olmuştu.

Bu ülkede, güçlüsü ya da zayıfı hiç farketmez, muhalefette olmak demek bir taraftan devletin kasasından maaş almak, diğer taraftan da havanda su dövmek demektir.

Sonucu hiçbir şeyi değiştirmeyen seçim yüzünden onca kaos arasında memleket nerdeyse bir sene kaybetti, her yönüyle dingonun ahırına döndü, ama sen hala cek caklarla muhalefet yaptığını sanıyorsun!!!

Geçin bu rolleri kardeşim, geçin bir kalem, geldiğimiz noktada siyaset ve ülke daha fazla lafla peynir gemisi yürütme modunda gidemez.

Şu anda yapılması gereken tek şey vardır, o da UBP-CTP koasliyonunun derhal kurulması ve en az 4 sene her iki partinin de sorumluluğu paylaşarak, birbirlerine de denge unsuru olarak, ülkeyi yönetmesi ve asgari müşterekte buluşarak sorunlara çare üretmesidir.

Her iki parti de bu ülke siyasetinin gerçeğidir ve her ikisinin de ülkeyi makul bir şekilde yönetebilmek için birbirine ihtiyacı vardır, siyasi kavga ise gelinen noktada en son istenen bile değildir.

Ayrıca CTP, UBP ile tezat düştüğü Kıbrıs sorununu hiç bahane etmesin, Kıbrıs sorunu hiçbir şekilde bu ülkenin ve toplumun önceliği değildir, zaten Kıbrıs sorununu çözme konusunda ne UBP’nin ne de CTP’nin yapabileceği en ufak birşey yoktur, bu sorunun sürecini bu dünyayı yöneten ilahlar belirledi, belirliyor ve belirlemeye de devam edecekler.

Nihayette, abuk subuk bir seçim sistemi neticesinde de olsa, her iki parti de halkın oylarıyla Meclis’e girmiştir, ikisine de bu halkın çoğunluğu onay vermiştir, bu saatten sonra “ben bu oyunu oynamam, boynu altında kalanın boynu kopsun” mantığı geçerli değildir, malesef ki yaşananlar ve gelinen nokta hepimizin boynunu koparmıştır.

Bu saatten sonra bari çocuklarımızın geleceğini kurtarmaya bakalım, ki o bile şu andaki halimizle umutsuz vaka olarak görünüyor.

Sonuç olarak, kendini lider olarak ispatlayan Eroğlu herşeyden elini eteğini çektiğinden beri 7 sene geçti, 7 senede yerin yedi kat dibine girdik, bu da gösteriyor ki günahlarıyla da olsa, sevaplarıyla da olsa, demokratik ve hukuki kurallar çerçevesinde kalması şartıyla iradesine ve gücüne saygı duyulan bir lider ve liderlik düzeni ille de gerekiyormuş, eksikliği ise sadece bir partiyi değil, bir ülkeyi ve toplumu mahvedebiliyormuş.

Yaşananlar şunu da net olarak gösterdi, artık bu ülkenin herbiri ayrı telden çalan bir başbakana ve bir cumhurbaşkanına ihtiyacı filan yok, artık belediyeler reformu yanında, seçim sisteminin reformu ve başkanlık veya yarı başkanlık sistemi de acilen gündeme gelmelidir.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu