Ediz TuncelKöşe Yazıları

11 ay önce bugünler…

11 ay önce bugünlerde ağzımızı bıçak açmıyor, gözümüze uyku girmiyor, tarifsiz bir üzüntüyle 6 Şubat felaketinin hala azalmayan ve muhtemelen azalmayacak olan acılarını, azabını, üzüntüsünün ilk sarsıntılarını yaşıyorduk, telefon elimizde tanıdıklarımıza ulaşmaya çalışıyorduk.

Kahramanmaraş’tan Hatay’a kadar birçok tanıdığımızın, ki bunların büyük çoğunluğu üniversiteden öğrencilerimiz ve aileleriydi, durumu tam anlamıyla felaketti, kimi enkaz altındaydı, kimi enkaz başındaydı, sağ kalanların hepsi de çaresizce çırpınıyordu.

Felaket bir kez daha göz göre göre, geliyorum diye diye gelmişti.

1999 Gölcük depreminde gereken dersler alınsaydı, her şeyden önce merkezi ve yerel yönetimlerde inşaatlardan sorumlu idari birimler görevlerini layıkıyla yerine getirselerdi, akıl almaz sahtekarlıklara, vicdansızlıklara, ahlaksızlıklara ortak olmasalardı, göz yummasalardı, oy devşirme uğruna, siyasi rant uğruna zırt pırt imar afları çıkarılmasaydı, Gölcük depreminde yaşanan katliamın sorumluları adalet önünde gerçekten hesap verseydi ve adalet aldıkları canlar için canlarına okusaydı,müteahhit, mimar, mühendis, idarede denetleyici geçinen sahtekar katiller sürüsünü doğduklarına pişman etseydi, ne 6 Şubat felaketi olurdu, ne de 11

aydır çektiğimiz ve çekmeye de devam edeceğimiz bu tarifsiz azap, üzüntü yaşanırdı.

6 Şubat felaketi doğal olaylardan değil, tamamen insan kaynaklı ölümcül bir hatalar zincirinin sonunda yaşandı.

1999 depreminde ders alınmadı, o felaketi yaratan hatalar katmerlisiyle son 20 yılda gerek devleti yönetenler gerekse gözüne sahtekarlık, hırs, rant, ahlaksızlık bürümüş insan müsveddeleri tarafından yapıldı ve neticede felaket göz göre göre geldi.

Sadece yaşadıkları binaların bir ölüm tuzağından farksız olduğunu bilmeyen kurbanlar değil, tüm insanlık bir kez daha katledildi, ahlaksızlığa, sahtekarlığa, vicdansızlığa kurban edildi.

Takip edebildiğim kadarıyla Adıyaman’da Kıbrıslı evlatlarımız, ana-babaları ve öğretmenleri dahil, turizm rehberi gençlerle birlikte toplamda 72 insan evladının katledildiği İsias denen otel müsveddesinin davasının duruşmaları, açılması muhtemel yüzlerce, belki de binlerce dava arasında,  bir ilk olarak başladı ve neticesi de kesinlikle emsal olacak, ya adalet katillere hak ettikleri dersi verecek ya da 1999 depremi sonrasında yaşanan adalet tiyatrosu bir kez daha yaşanacak, tarih tekerrür edecek.

Şahsen 1999 depremi sonrasında yaşanan adalet tiyatrosunun bu sefer de yaşanacağına pek ihtimal vermiyorum, aksi takdirde, böyle bir ihtimalin yaşanması sadece rezilliğin dibi ve insanlığın tamamen

katli değil, adaletin de katli olur ve bugüne kadar insani ve ilahi adalet korkusu olmadan kul hakkı yiyenler, evlat canı alanlar, sahtekarlıkta, ahlaksızlıkta, vicdansızlıkta, Tanrı tanımazlıkta sınır tanımayan ahlaksızlık abideleri yine bildiklerini okur.

4 gün süren İsias duruşmalarının ilk safhasını basından takip ettik, orada bulunanlardan bilgiler aldık, ve gördük ki, o katliam yığınını, o otel müsveddesini yaratan katiller sürüsü için her türlü sahtekarlık ve ahlaksızlık en doğal haklarıymış gibi davranıyorlar!!!

Yarattıkları katliamın doğrudan sorumluları olmalarına rağmen katlettikleri insan evlatlarının ailelerine karşı her türlü yüzsüzlüğü yapmak ve sahtekarlıklarında, vicdansızlıklarında, ahlaksızlıklarında inatla sonuna kadar devam etmek de haklarıymış gibi davranıyorlar!!!

Sorgulanan sorumlulardan hiçbiri en ufak bir sorumluluk kabul etmedi, herkes ötekinin ne yaptığından habersiz olduğunu iddia etti, birbirlerini tanımadıklarını bile iddia ettiler,  hepsi de beraatini istedi, tüm suçu da depreme attılar!

1999 Gölcük felaketinde yaşanan tiyatro aynen şimdi de yaşanıyor, bütün suçu depreme atıp, zamana oynayarak işin içinden sıyrılmaya çalışacaklar.

Bu basit, sıradan bir dava değil!

Bu, gerek milli tarihimizde, gerekse tüm milletimizin üzerinde akıl almaz, acısı asla unutulmayacak ve asla dinmeyecek, her geçen gün daha da artan, çaresi olmayan acılar bırakan tarifsiz bir toplu katliamın davasıdır…

Bu katliamı yaratan deprem değildir, bu katliamı yaratanlar; depreme karşı gereken sorumluluğu göstermeyen, gerek mal sahiplerinden oluşan, gerek idarede inşaat denetlemenin sorumlularından oluşan, gerekse inşaatın sürecini kontrol etme sorumluluğunu taşıyan teknik ekipteki şahısların tümünün oluşturduğu, hiçbiri görevini layıkıyla yapmamış ama suçu birbirine atan, bu felakette hiçbir sorumluluk da kabul etmeyen ahlaksız, vicdansız, sahtekar katiller çetesidir.

Mal sahipleri ve inşaatı yapanlar sahtekarlık, vicdansızlık, ahlaksızlık yapmasaydı, yapılan sahtekarlığı ve ahlaksızlığı idarede sorumlu olanlar denetleseydi, bu ahlaksızlığa ve sahtekarlığa ortak olmasalardı, fırsat vermeselerdi, bugün bu felaketi yaşıyor, konuşuyor olmazdık.

Mahkeme tutanaklarından basına yansıyan bir örnek; İsias mezbeleliğinin kalıp işçisi Abuzer Demir mahkemede betonun Göksu çayındaki kumun çimentoyla karıştırılmasıyla elde edildiğini söyledi! Bir kere çaydan kum filan çıkmaz, çamur çıkar, çamurdan bina bile böyle yıkılmaz!

İsias denen katliam mezbeleliğinin o şekilde yıkılabilmesi için her türlü malzemede ve inşaat tekniğinde sahtekarlık yapılmış olması lazımdır ki o şekilde yıkılsın!!!

Zaten, görünen köy kılavuz istemez, yıkıntının haline ve kullanılan malzemelere bakıldığında, deprem olmasa bile her an kendiliğinden yıkılacak haldeydi.

Çamurdan yapılan onca kerpiç bina vardır, sayısız deprem görmelerine rağmen hala ayaktadırlar, bunlardan bir tanesi de son yüz yılda şiddeti 6 üzeri sayısız deprem gören, son üç tanesini de son birkaç yıl içinde gören benim dedemin iki katlı evidir, duvarları yerinden bile kıpırdamadı!!!

Benim yaşadığım ev tam seksen yıllık bir ev, tavanın yüksekliği nerdeyse beş metre,  deniz kenarında olduğu için Kıbrıs’ın batısında 6 üzeri olan tüm depremleri olanca şiddetiyle hissediyoruz, duvarlar hop hop havaya sekiyor, yanlara doğru eğriliyor, bükülüyor, sarsılıyor, ama deprem bittiğinde en ufak bir hasar görülmüyor.

Seksen sene önce yapılan kolonu, kirişi en güçlü matkapla bile delemiyorsunuz, beton kocaman çelik matkap ucunu inatla geri itiyor, geçit vermiyor.

Aynı şekilde, yaşadığımız depremlerde çevredeki eski binalardan da yıkılan bir tane bile yok, bırakın yıkılmasını, en ufak hasar alan

İsias denen katliam mezbeleliğinin o şekilde yıkılabilmesi için her türlü malzemede ve inşaat tekniğinde sahtekarlık yapılmış olması lazımdır ki o şekilde yıkılsın!!!

Zaten, görünen köy kılavuz istemez, yıkıntının haline ve kullanılan malzemelere bakıldığında, deprem olmasa bile her an kendiliğinden yıkılacak haldeydi.

Çamurdan yapılan onca kerpiç bina vardır, sayısız deprem görmelerine rağmen hala ayaktadırlar, bunlardan bir tanesi de son yüz yılda şiddeti 6 üzeri sayısız deprem gören, son üç tanesini de son birkaç yıl içinde gören benim dedemin iki katlı evidir, duvarları yerinden bile kıpırdamadı!!!

Benim yaşadığım ev tam seksen yıllık bir ev, tavanın yüksekliği nerdeyse beş metre,  deniz kenarında olduğu için Kıbrıs’ın batısında 6 üzeri olan tüm depremleri olanca şiddetiyle hissediyoruz, duvarlar hop hop havaya sekiyor, yanlara doğru eğriliyor, bükülüyor, sarsılıyor, ama deprem bittiğinde en ufak bir hasar görülmüyor.

Seksen sene önce yapılan kolonu, kirişi en güçlü matkapla bile delemiyorsunuz, beton kocaman çelik matkap ucunu inatla geri itiyor, geçit vermiyor.

Aynı şekilde, yaşadığımız depremlerde çevredeki eski binalardan da yıkılan bir tane bile yok, bırakın yıkılmasını, en ufak hasar alan

bir tek bina yok, üstelik de her hissettiğimiz şiddetli deprem, ki ortalamaları 6,5 şiddetinde, saniyeler sürmüyor, dakikalarca sürüyor, ilk şiddetli sarsıntılar da en az bir dakika sürüyor, ordan oraya sallanıyoruz, hop hop havaya sekiyoruz, sonra şiddet giderek yavaşlıyor.

Bu depremlerde çevremizde İsias gibi lanet olası bir bina müsveddesi olsaydı, on saniye dayanamazdı.

Çamurdan bina yapmanın bile kuralları, şartları vardır, uyarsanız ayakta kalır, içinde canlar yaşamaya devam eder.

Yıllar önce İnşaat Mühendisliği bölüm başkanı hocamızın talebiyle farklı ülkelerden gelen İnşaat Mühendisliği öğrencilerine İngilizce mesleki dil bilgi ve becerilerini artırmak için özel amaçlı İngilizce kursu düzenlemiştim.

İnşaat Mühendisliği akademik branşım olmadığı için oturup müfredatı inceledim, derinlemesine çalıştım ve Türkiye’den gelenler dahil, öğrencilere anlayabilecekleri seviyede bir çalışma kitapçığı hazırladım, bütün bölüm hocalarını da bir toplantıya çağırıp, uzun uzadıya incelettim, onay aldıktan sonra da kursa başladım.

İnşaat mühendisliği müfredatını incelerken ve ders kitapçığını hazırlarken bilmediğim, yabancısı olduğum, duyup da ne olduğunu tam olarak bilmediğim birçok detayı da öğrenmiş oldum.

İşin teknik olarak özeti şuydu; mimari olarak bir binayı canınız istediği gibi çizebilir, yaratabilirsiniz, ancak inşaat aşamasında bütün teknik kurallara milimi milimine uymak zorundasınız, inşaatı yaparken yüzde 99 doğruluk payı yoktur, ya yüzde 100 doğrulukla yaparsınız, ya da yaptığınız bina eğreti binadır, sakat binadır, her türlü yıkılmaya açık binadır, içine canlı sokamazsınız.

Binanın boyutlarına göre kullanılacak demirlerin veya metal malzemenin miktarı, çapı, taşıyacağı yüke göre direnci, birleşme ve bağlantı noktaları, bağlantı şekilleri, demirler ve metal iskelet haricinde kullanılacak beton malzemenin alaşımı, yoğunluğu, miktarı, tuğlaların tipi ve kalitesi, nasıl dizileceği, binanın dikileceği zeminin şartları ve izolasyonu, bina yapıldıktan sonra içinde ve dışında taşıyacağı yük miktarı milimine kadar hesaplanır, bina öyle yapılır.

Mühendislik kurallarına ve binanın yapılacağı zeminin şartlarına milimine kadar uygun bir bina yapıldıktan sonra o binayı değil 6, 7 veya 8 şiddetinde, 10 şiddetinde depremle bile yıkamazsınız, hatta topa tutsanız bile kolay kolay yıkamazsınız.

Mühendislik kurallarına uygun yapılmış bir bina en şiddetli depremle bile en fazla biraz zarara uğrar ama İsias mezbeleliğinin saniyeler içinde tepetaklak geldiği şekilde asla yıkılmaz, saniyeler içinde tuzla buz olmaz!

Bina eski de olsa, hatta 50 yıllık, 100 yıllık bir bina bile olsa, inşaat mühendisliği biliminin kurallarına uygun olarak yapıldığında yerinden bile kıpırdamaz.

İstanbul’da 500 sene önce yapılan camiler sayısız şiddetli deprem gördü de bir tanesi bile, bırakın yıkılmayı, yerinden milim kıpırdamadı, neden???

Çünkü 500, hatta 1000 yıl önceki akılla inşa edilen yapıları yapanlar ahlaksız, vicdansız, sahtekar, doğuştan katil ruhlu değillerdi!!!

Neticede, insanlık tarihinin en büyük felaketlerinden biri olan 6 Şubat felaketinin ve yaşanan katliamların sebebi deprem filan değildir, deprem sadece bile isteye, göz göre göre yapılan hile hurdanın, ahlaksızlıkların, sahtekarlıkların, sorumsuzlukların, vicdansızlıkların ortaya çıkmasına sebep oldu.

Neticesi de insanlık tarihinin gördüğü en dehşetli katliamlardan biri oldu…

Ahlaksızlık, sahtekarlık, vicdansızlık, sorumsuzluk bileşkesinden oluşan kötülük bir atom bombasından daha dehşetli bir katliama sebep oldu.

O kötülüğün ete kemiğe bürünmüş, hayat bulmuş temsilcileri de, maalesef ki, kendi şahsi çıkarları ve hırsları için kötülükte, ahlaksızlıkta, sahtekarlıkta en ufak bir sınır tanımayan, bile bile

gözünü kırpmadan insan evlatlarının canını alan, bundan da hiçbir sorumluluk ve pişmanlık duymayan insan müsveddeleridir…

Bu yüzden de insani adalet bu katillere en ufak bir merhamet göstermeden hak ettikleri cezayı vermeli, gün yüzü göstermemelidir ki bir daha hiçbir ahlaksız, sahtekar, vicdansız katil böylesi kötülüklere cüret edemesin…

Ve son söz; İsias katliamının bir numaralı sorumlusu Ahmet Bozkurt mahkemede pişkin pişkin “Bu olayda herhangi bir kusurum olduğunu düşünseydim, o enkazın başında hayatımı sonlandırırdım.” dedi…

Bak Ahmet Bozkurt, dua et ki Türkiye hala olabildiğince laik bir ülke ve yargısı da olabildiğince demokratik kurallara göre işletiliyor…

Eğer Türkiye şeriatla yönetilseydi, sen ve bu toplu katliama ortaklık eden tüm katiller sürüsünün kafaları bugün ya birer veya fazladan acı çeksinler diye birkaç kılıç darbesiyle kesilmiş, veya 72 insan evladını gözünüzü kırpmadan, ahlaksızlık ve sahtekarlıkla katlettiğiniz yerde dikilen darağaçlarında cesetleriniz kokuşana kadar sallandırılmış olurdunuz…

Amma ve lakin, kellelerinizin çatır çatır kopartılmasını fazlasıyla hak etmenize rağmen, ki benim de buna hiçbir itirazım olmazdı, tümünüz de kestirmeden kurtulmuş olurdunuz, dünya ve insanlık ahlaksızlıktan, sahtekarlıktan biraz olsun arınmış olurdu…

Esas hak ettiğiniz, evlatlarımızı ezim ezim ettiğiniz o mezbeleliğe benzer bir hapiste, dört duvar arasında ölene kadar ruhlarınızın ve canlarınızın yıllar yılı ezilmesidir ki bir daha insani adalet ve Tanrı korkusu olmayan hiçbir ahlaksız, vicdansız, sahtekar sizin yaptığınızı yapmaya cesaret edemesin…

Hiçbir insani adaletin gücü sebep olduğunuz kötülüğün ve günahın hesabını 72 can için sormaya yetmez, topunuzun birden canı ciğeri o çocukların, o evlatların saçının bir zerresi bile etmezdi…

İnsani adaletten korkmayabilirsiniz, Tanrı ve günah korkunuz da olmayabilir,  siyaseten öyle ya da böyle, bir şekilde korunacağınızı da düşünebilirsiniz, ki bunların hepsini ispat ettiniz, yaptığınız tarifsiz kötülüğün sonucu ortada…

Ceza alacağınızı ve sonradan da, ortalık durulduktan sonra, siyaseten destekçileriniz tarafından uyduruk bahanelerle hapisten çıkarılacağınızı, sokağa salınacağınızı da düşünebilirsiniz…

Ama şunu unutmayın, bu hayatta sayısını hatırlamadığım kadar çok şahit olduğum bir adalet vardır, o da ilahi adalettir; insani adaletin sonucu ne olursa olsun yetmez, ama  ilahi adalet sizin gibi sahtekarlıktan, ahlaksızlıktan, vicdansızlıktan beslenen kötülük ve günah abidelerinin ciğerini çatır çatır sökmek için vardır, bu dünyada da, öteki dünyada da cehennem sizin ve sizin gibilerin son durağınız olacaktır…Sebep olduğunuz günahların bedeli, ahlaksızlığınızla, sahtekarlığınızla katlettiğiniz her bir canın bedeli çatır çatır sorulacak, öyle ki bu günahları sadece siz değil, sizden sonrakiler de nesiller boyu yaşayacak, kötülüklerinizin hesabı çatır çatır sorulacaktır…

Diğer Haberler

Başa dön tuşu