Candaş ÖzerKöşe YazılarıManşet

Candaş Özer Yolcu yazdı: En kıral kraliçecilik

Gancellilere dayana dayana, ayakta saatlerce saray balkonuna çıkmalarını beklemiştim. Elizabeth için değil, Diana için elbet.

Çünkü Elizabeth babadan torpilli,

Diana halkın prensesiydi.

1991’de 10. evlilik yıldönümleriydi, Londra’daydım.

Bir kupanın üzerine kazınmıştı  Charles ve Diana’nın aşkı ve mutlulukları.

Arkadaşımın rahmetli annesi bir tane de bana hediye etmişti satın aldığı özel kupalardan, havalara uçmuştum ve ben çok gençtim.

1992’nin böyle bir Eylül ayında İngiltere Buckinham Kraliyet Sarayı’ın gancellisine yeniden dayanıp, duvarlara dayana/dayana saatlerce balkona çıkmalarını beklemiştim.

Ne Kraliçe ne Prens Charles, o dönem popüler olan Prenses Diana idi.

Ve ben onları neden sevdiğimin, merak ettiğimin bilincinde değildim.

Hayranlığım yarı çocuksuluk, yarı çok sevdiğim tarih cehaletimdendi.

Sonra usanıp o kıyamet kalabalıktan çıktım.

Çünkü henüz 18 yaşında, tecrübesiz, demokrasi ve monarşinin ayırdında değildim.

1995 sonbaharı, yine Londra’da idim ama bu sefer ne sarayın önüne gittim, ne gancellisine yanaştım.

Çünkü oligarşi ve monarşinin ne olduğunu öğrenmiştim.

Diana ila Charles’in arası iyi değildi.

Aşkları bitmiş, üstelik tüm kraliyet hanedanı Diana’ya sırtını dönmüştü.

Ben de hanedan ailesine sırtımı dönmüştüm.

İşte o yıl, 21 yaşındayken, tüm İngiliz kraliyet hanedanı ve II. Elizabeth benim için ölmüştü.

Bu dünyadan adam çıkmaz, domuzun kuyruğu da düzelmez.

Dünyaya neden mi demokrasi gelmez?

Prenses Prenses Diana öldürülünceye kadar peşini bırakmayan Kraliçe’nin ölümüne üzülüp, krala sevinenlerden dolayı uzağız demokrasiye.

I. Dünya savaşı sonrası dünyaya sözde demokrasi getirdiler getirmesine ama.

Önce amcası, sonra babası ve II. Dünya Savaşı’ından sonra 1952’de tahta oturan majeste tam 70 yıl saltanat sürdü.

Onlara demokrasi kılıcı dokunmadı.

İngiltere dünyaya demokrasi dersleri verdi ama kendisi Avrupa, uzak Asya, Afrika, Avustralya, Yeni Zellanda, Kanada, Okyanusya ve bir çok adalar topluluğunda  monarşik ve oligarşik hakimiyetine devam etti.

Demokrasinin adı vardı ama hükmü yoktu hükümranlığında.

İngiltere’nin bir parlementosu vardı ama, bir de soylulardan oluşan ve Kraliçenin unvan verip onore ettiği soylular dedikleri fanilerden oluşan Lordlar Kamarasının 23 Eylül 2020 itibarıyla 795 üyesi bulunmaktaydı.

Bu sayı hâlen halk tarafından seçilmişlerin bir araya geldiği 650 üyeli Avam Kamarası üzerindedir.

Dolayısıyla kraliçenin onaylamadığı hiç bir karar İngiltere parlementosundan onay alıp yürürlüğe konamaz, yasal hale gelemez, mümkünü yok.

Kraliçe’nin net olarak onaylamadığı bir politikacı İngiliz Milletler topluluğu devletlerinde başkan olamaz.

Buna ABD’de dahildir bence.

Lordlar Kamarası içindeki en kalabalık grubu, 681 üye ile, Kraliçe tarafından ömür boyu süresiz atanmışlar (Life Peers) oluşturmaktadır.

Parlementonun, en güçlü kanadı olan işte bu ayrıcalıklı, dokunulmaz, varlığı tartışma söz konusu edilemez, atanmış 681 Lordlar Kamarası Kraliçenin siyasi emrine amadeydi hep.

Ama onlar dünyaya demokrasi öğütleri verirdi.

Atadan, deden, babadan gelen refah, zenginlik, konfor, hiyerarşi keyfi, İngiltere Anglikan kilisesinin forslu başı olmak.

Ve üstelik devlet bütçedinden arslan payı götürmek.

Pasaportsuz dünyayı dolaşabilmek, her an emrinde tam teşekküllü uçan hastane ile uçmak büyük ayrıcalık.

Demokrasiyi, halkın söz hakkını güçlendirerek Kim vazgeçmek ister ki bu doğuştan gelen avantajlı hayattan.

Gerçi, sanki bizim de yaşadığımız aynı şey değil mi?

En azından İngiltere’nin oligarşik monarşi neferleri ayan beyan ortada.

Bizde de demokrasi var güya, ama!!

Bizim krallarımız tenhada, zulada.

Dünya çapında saygınlık kolayına vazgeçilmezdir.

Gerçi bu dünyalının salaklığı.

Afrika’nın sefil köylerinde aç ge perişan bir yaşam süren siyahinin Kraliçeyi alkışlaması aptallık tercihi değil midir?

Nedir saltanat? Yönetimi elinde tutarak, dünyayı sömürerek güçlenmiş, yedi ceddinden bu güne alın teri dökmeden halkın hakkından gasp ederek sefa süren sülale rejimi.

Gerçi benzeri durumlar Kuzey Kıbrıs’taki sağ/sol farketmeyen siyasi partilerde de var.

Bu dünyayı ve ülkemiz Kıbrıs’ı sömürmekle kalmayıp. 50 yıldır çözemediğimiz baş belamız Kıbrıs sorununu doğurup kucağımıza veren ana kraliçenin marifetidir yaşadığımız.

Kısacası, atası ve dedesi VIII Henry’nin, uçkuruna düşkünlüğünden Moley’in kızlarını sıradan geçirmek için dini reformlar yapıp.

Papalık Katolik Kilise’sinden ayrılıp, kurduğu şahsi kilise düzeninin bir cenneti varsa Kraliçe Elizabet’e orada iyi istirahatlar dilerim.

Eğer, dedelerinin uçkur uğruna uydurduğu mezhebin ve kilisenin cenneti, Papalık’ın

İngiltere Krallığını aforoz etmesinden ötürü ahirette geçersiz ise.

İşte o zaman dünyevi hayatında zaten cenneti yaşamış olan majestelerinin, canını aldığı Diana’dan cehennemde çekeceği var, derim.

Yine de çaldığı kul hakları hariç Tanrı majestelerini bağışlasın. 

Bir de bizim gibi sömürülen fakir ülkelerde sürünüp de, en kral kraliçecilik sergileyen ve üzülen aymazlara akıl fikir versin

Diğer Haberler

Başa dön tuşu