Ediz TuncelKöşe Yazıları

Ediz Tuncel: Akıl farkı

Türkiye’yi kuran ve bugün Kıbrıs Türklerinin var oluşuna da büyük katkı koyan akıl, bugün de dünyanın süper güçleri olan beş emperyalist canavarın üçünü dize getirmiş, en az onlar kadar etkili ve güçlü olan iki emperyalist canavarı daha onlarla birlikte yenmişti…

Hepsini sırasıyla sayarsak, Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan’dı bu emperyalizmin canavarları, ve aralarına her nasılsa, Japonya da karışmıştı ama fazla bir halt edemeden devre dışı kalmıştı.

Tarih boyunca Türkiye limanları kaç kez bombalandı derseniz, tarihle haşır neşir olmama rağmen vallahi pek bir örnek hatırlamam, bir tek Amerikan gemilerinin Samsun’u bombalamaları hariç!!!

Türk Kurtuluş Savaşı’nın doğrudan ortaya çıkan üç sonucu vardır; birincisi dünyanın en güçlü emperyalistlerinin tüm çabalarına rağmen kurulan Türkiye Cumhuriyeti; ikincisi, atavistik bir kökenden gelen bitmez tükenmez Türk-Yunan kavgası; üçüncüsü aynı sebepten köklenen Türk-Ermeni düşmanlığı…

Dolaylı sonuçlara gelince, dolaylı sonuçların belki de en önemlisi Kıbrıs’taki Türklerin üzerine İngilizler tarafından fazla gidilmemesi ve asimilasyona tabi tutulmamalarıydı.

Bunun da tek sebebi Atatürk korkusuydu, aksi takdirde İngilizler kısa süre içinde adadaki Türk kökenli cemaati birkaç on yılda eriteceklerdi, kendilerine ayak bağı olabilecek iki cemaatten birini saf dışı bırakacaklardı, öteki ile de bir şekilde adayı paylaşacaklardı.

Ama olmadı, gel zaman git zaman İngiliz adadan kısmen çekildi, adanın büyük kısmını Türk ve Ruma bıraktı.

Ama Rumların, özellikle de Makarios’un Ortodoks Rusya ile fingirdemesi, Rusya’ya Akdeniz’e inmek için fırsatlar sunmaya kalkması keyifleri kaçırdı, Amerika ve İngiltere el ele vererek ve her iki tarafın da zırcahillerini kullanarak, iki tarafı birbirine soktu, sonuçta adada her iki tarafın da canına okuyan bir iç savaş çıktı, Makarios ve Rusya’nın hayalleri suya düştü.

Türkiye’de ise Atatürk’ün ölümünden ve özellikle de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika yeni dünya düzenini kurarken Atatürk’ün mirasını yıkmaya da öncelik verdi, 1950lerden sonra gelen giden iktidarların tümüne din sömürüsü ve cehalet sayesinde nasıl iktidar olunabileceğinin yollarını öğretti.

1970lerde ise Türkiye’nin yüzyıllardır süregelen iki derdi tavan yaptı, biri Türk-Yunan sürtüşmesi ve Kıbrıs olaylarıydı, öteki ise Ermeni kökenli Asala terör örgütünün yediği haltlardı.

74’de Kıbrıs savaşı sırasında hem Yunanistan hem de Rum tarafı Türkiye’den 20. yüzyılın ikinci fena dayağını yedi.

Ermeniler de Sovyetlerin dağılmasından sonra Azerbaycan ve Türkiye arasında kalakaldılar, Azerbaycan ile sürtüşeyim darken Türkiye ile de mücadele etmek zorunda kaldılar ve sonuçta yenildiler.

Rum-Yunan ve Ermeni üçlüsünün Türkiye’ye karşı en az yüz yıldır sürdürdükleri kavgada başarılı olma şansları var mı?

Cevap, hayır, yoktur!

Ama dayak yiye yiye savaşı bir daha hiç kaybetmemek üzere kazandılar!

Nasıl mı!!!

Akılları sayesinde…

Türkiye’ye dişlerini geçiremediler ama Türkiye’nin canına okuyacak bir gücün beynini, yüreğini ve gücünü ele geçirdiler.

Son 70 yılda Yunanlı, Rum, Ermeni ve Yahudi kökenli iş adamları bankalardan  medyaya, sağlık alanından silah alanlarına, eğitim sisteminden tarım ve enerji alanlarına kadar Amerika’nın hemen tüm gücünü ellerine geçirdiler veya bu güçleri ellerinde tutanlarla ortaklıklar kurdular ve dolayısıyla da Senato’yu avuçlarının içine aldılar.

Örneğin ana-babası Türkiye’den Amerika’ya göç etmiş, ABD doğumlu Kirk Kerkorian 1917’de doğduğunda ailesi sersefil bir haldeydi, ama ileriki yıllarda aklını kullanarak hem Amerika’nın katıldığı savaşlara katılmadı ve hayatta kaldı, hem de savaş zamanında herkes dert üstüne dert yaşarken, başkalarının dertlerinden büyük kazançlar elde etmenin yollarını aradı ve buldu.

Günün sonunda, sadece Amerika’nın değil, tüm dünyanın en güçlü işadamlarından biri haline geldi ve Ermenistan her tökezlediğinde kesenin ağzını açtı, Ermenistan’a milyarlarca dolarlık yardımlarda bulundu, Amerikan Senatosu’nda bir Ermeni lobisi kurdu ve Rum-Yunan lobisini de destekledi.

Örneğin Macar Yahudisi George Soros…

Sadece Amerika’nın değil, tüm dünyanın en zengin ve güçlü adamlarından biridir ve Amerikan Senatosu’nda büyük gücü vardır, parmağının ucunda onlarca milyar doları evirip çevirmektedir, kurduğu fonlarla lobiciliğin Allahını yapmaktadır.

Yunan kökenli Amerikalılara gelince, Amerika’da toplam servetleri yüz milyar dolarları geçen ve Amerikan ekonomisinde ve dolayısıyla da siyasetinde büyük güç sahibi olan en az on Yunan kökenli aile veya işadamı vardır; Jim Davis, Haseotes ailesi, John Catsimatidis, Alex Spanos, Jaharis ailesi, Tom Gores gibi isimler bunlardan bazılarıdır.

Bunlar irice olanları, ufak olanları da hesaba katarsak, işin boyutları daha da değişir.

Yunan sermayesinin ABD lobiciliğindeki gücü çok yüksektir ve Amerikan Senatosu da Yunan lobisinin etkisi altındadır.

Nitekim, bugün ABD’de iktidarda olan Demokrat Parti doğrudan Rum-Yunan-Ermeni lobisinin desteğindedir.

İşte, geçenlerde NATO zirvesinin yapıldığı Madrid’de NATO ile doğrudan hiçbir alakası olmamasına rağmen Rum kesiminin Cumhurbaşkanı Anastasiadies’i sanki NATO’nun bir üyesiymiş gibi Madrid’e götüren ve kucaklanmasını sağlayan, hatta Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yüz yüze buluşturan da bu lobinin gücünden başka birşey değildi.

Sonuca gelirsek, koskoca Amerikan Senatosu’nu yöneten ve yönlendirenlerin başında önce Almanlardan, sonra da Araplardan el aman çeken İsrail-Yahudi lobisi, sonra da Rum-Yunan-Ermeni lobisi gelmektedir.

Bunlar ara ara kendi çıkarları doğrultusunda ters düşseler de, asla kendi aralarında savaşmazlar, ortak çıkarlarının kesiştiği noktada buluşurlar, düşmanlarına karşı da gereğini yaparlar.

Bugün Amerikan derin devletinde PKK’yı yaratıp da Türkiye’nin üzerine salanların Rum-Yunan lobisinin desteğini aldıklarını iddia etmek, hayal ürünü olmaz.

Müslümanı müslümana kırdırma, bir diğer deyişle, düşmanı düşmana kırdırma girişiminin piyonu olan IŞİD ve benzeri sapık radikal müslüman çapulcuların yaratılmasında rol oynayanların da Yahudi lobisi destekli olmaları kaçınılmazdır.

E, Rum-Yunan-Ermeni-Yahudi tayfası dört silahşörler olarak Amerikan Senatosu’nu ele geçirirken, bizim milletin Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmasından sonraki en büyük icraatı ne idi!!!

Tamamen Amerika’nın Yeşil Kuşak ve Büyük Ortadoğu Projelerinin bir ürünü olarak Fetullah Gülen cemaati diye bir cemaat kurmak, CIA’nın oyuncağı olan çapsız çupsuz bir imam bozuntusunun peşinden koşturmak, akıl yolunu değil, din sömürüsünü siyasi silah olarak kullanmak, ortalığı birbirinden tehlikeli cemaat ve tarikatlarla doldurmak, dünyanın en büyük ve güçlü on ordusundan biri olan Türk ordusunu içten içe kumpaslarla yıkmak, ekonomiyi ve paranın değerini yerle bir etmek, ve en nihayetinde ise fena halde çuvallamak…

Evet, her diklendiğinde Türkiye ve Türk milletinden dayak yiyen Rum-Yunan-Ermeni tayfası doğrudan Türkiye ile çatışmaktan vazgeçmiş, gidip dünyanın en büyük gücünün kalesine girmiş, kontrolü ele almış, Türkiye’yi de, içine düştüğü kaos ortamını fırsat bilerek, ta Okyanus ötesinden sıkıştırmaya başlamıştır…

Bizimkiler ise, bu süreçte onların doları varsa bizim de Allahımız var diyerek palavra üstüne palavra sallamış, har vurmuş harman savurmuş, Türk lirasının değerini yerle bir etmiş, ekonominin temel çarkları olan tarım ve enerjide tamamen dışa bağımlı hale gelmiş, bir taraftan memleketi dünyanın en büyük açık hava mülteci kampına çevirirken ve mültecilere yüz milyar dolarlar harcarken, diğer taraftan kapı kapı dolaşarak borç dolar dilenir hale gelmiş, neticede kendi ayaklarıyla içine girdikleri bataktan çıkamaz hale gelmiştir.

Sahi, şu Rum-Yunan-Ermeni lobisinin baskısıyla atıldığımız F-35 savaş uçağı projesindeki ortaklık payımız kaç milyar dolardı, 3 mü, 5 mi!!!

Hiç önemli değil, sadece mültecilere harcadığımız yüz milyar dolardan fazla parayı bu  işe yatırsaydık, bugün biz Amerikalıların ortağı değil, Amerikalılar bizim ortağımız olmak durumunda kalırdı, değil F-35, uzayda bile savaşacak kabiliyette nükler enerji ile çalışan F-135 bile üretirdik.

Ta 1950lerden beri din sömürüsüyle cebini doldurmaktan başka hiçbir derdi olmayan, sözde Allah’a, özde ise paraya tapan, emperyalist uşağı tarikat-cemaat tayfasına ülkeyi teslim edeceğimize, Türkiye’yi kuran akıl yolunda ilerleseydik, Amerika, Çin ve Rusya’dan sonra bugün dünyanın en güçlü dördüncü ülkesinden biri olurduk, ne onbinlerce askerimizin canına ve trilyonlarca dolarlık zarara neden olan PKK diye bir derdimiz olurdu, ne din sömürgenlerinin devleti içten içe ele geçirme ve yıkma dertleriyle uğraşıyor olurduk, ne AB, Yunanistan veya Kıbrıs derdimiz olurdu, ne her fırsatta bizi arkadan vuran Araplara muhtaç olurduk, ne de dünyada yalnızlığa itilmiş olurduk…

Tam tersine, tüm düşmanlarımız bize karşı bir halt etmeden önce, değil iki defa, yirmiiki defa düşünmek zorunda kalırlardı ve sonunda da vazgeçmeyi seçerlerdi…

İşte akıl farkı budur, doğru akıl adamı dünyanın veziri eder, eğri akıl ise dünyanın rezili eder…

Diğer Haberler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu