Ediz TuncelKöşe Yazıları

Ediz Tuncel: Amerikan emperyalizminin kıskacındaki Avrupa ve Türkiye

Amerika’nın meşhur araba üretici firması Ford, Amerikan piyasasını ele geçirdikten sonra Avrupa pazarına da el atar, ama en büyük rakibi Mercedes’tir…

Kurdun inine girer, 1925’te Almanya’da Ford-Werke isimli bir araba üretim şirketi kurar.

İlk başlarda zorlanır ama on yıl içinde Almanya’nın kaderi değişecek, Adolf Hitler denen bir ruh hastası yönetimi ele geçirecek, Amerikan menşeili Ford’un önünü açacaktır.

Ne ilginç değil mi, ama devam edelim.

1934’den itibaren Ford Alman piyasasında etkili olmaya başlar, hatta o kadar ileri gider ki, Hitler küçük ve büyük askeri kamyonların yapım işini Ford’a verir.

Ford 1934’den başlayarak, büyük çoğunluğu 1939 ve 1943 arasında olmak üzere, 400 bin cıvarında askeri kamyon ve nakliye aracı üretir.

Amerika 1941 Aralığında Pearl Harbour Japonya tarafından vurulunca ABD de İkinci Dünya Savaşı’na girdi, işin ilginç tarafı, o ana kadar Almanya ile ticari ilişkileri tıkırında götüren ABD ve Almanya’nın arası gerildi, ABD’nin Japonya’ya savaş açmasından üç gün sonra da Almanya ABD’ye savaş ilan etti. 

Ancak ABD firması Ford Alman ordusuna askeri nakliye araçları üretmeye devam eder ve bu uygulama 1943 yılının sonuna kadar devam eder.

Amerikan kapitalizmi için savaşların önemi yoktur, sadece paranın önemi vardır, Tom ile Adolf savaşabilirler, onları savaştıracak aracı Ford üretir, Adolf’tan parasını alır, Tom savaşta ölür, Adolf sürünür, ama Adolf Tom’ları öldürmeye devam etmek için Ford’a ödemeye devam eder, hatta Ford için çalışsınlar diye binlerce esiri Ford’un fabrikalarına sürer…

Neyse, 1944’de artık Tomlar fazlasıyla ölmeye başlar, Adolf’un hesabı görülmelidir, Ford Amerika’dan gelen emirle Adolf için askeri araç yapmayı durdurur, zaten o vakite kadar Alman ordusunu bütün dünyaya taşıyacak kadar aracı yapmıştır, artık sıkıntı yoktur, Mercedes firmasının pastadan pay alması da engellenmiştir, Almanya bir taraftan Fransızlar, İngilizler, Ruslar, Belçikalılar, Polonyalılar ve diğer milletlerle, diğer ülkelerle savaşırken, diğer taraftan Almanya’nın milli geliri Ford aracılığıyla Amerika’ya akmıştır.

Neticede, Adolf savaşı kaybeder, Alman ekonomisinin temelleri Amerika’nın eline geçer, savaştan sonraki beş yılda Amerika dünya ticaretinin tam olarak yarısını ele geçirir, yani 1950’de dünya ticaretinin patron artık Amerika’dır, Avrupa’yı da avcunun içine almıştır, dünyanın para eden geri kalanını da avcunun içine almıştır.

Bir tek istisna vardır, o da Türkiye’dir.

Savaşa katılmamıştır, savaşın etkilerini hissetmiştir ama Atatürk’ün ölümüne kadar yaptığı tarımsal ve ekonomik yatırımlar sayesinde ayakta durmuştur, savaşı atlatmıştır, 1950’de ise ürettiği tarım ve teknoloji aletlerinin üçte ikisini ihraç eden, geçim sıkıntısı çekmeyen, Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun lideri olmaya aday, modern ve çağdaş tek ülkedir…

Avrupa halen savaşın etkilerini atlatamamıştır, Yunanistan iç savaşın içinde erimektedir, Ortadoğu tam bir kaos içindedir, Türkiye bir müslüman ülke olarak Avrupa’ya tarım ürünleri ve tarımsal üretimde kullanılacak araç parçaları, uçak parçaları satarken Araplar devenin gölgesinde uyumaya devam ediyordu.

Ancak bu tarihlerde dünyanın en güçlü emperyalistlerini dize getiren ve dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir kurtuluş savaşı destanıyle yanmış yıkılmış bir ülkeyi ve milleti küllerinden dirilten Atatürk ölmüştür, mirası ise siyasetçi müsveddelerinin eline kalmıştır, Amerika da tam bu sırada Sovyetlere karşı Yeşil Kuşak projesini uygulamaya koymuştur.

Din sömürüsü ve cehaleti yüceltme temelinde gelişen Yeşil Kuşak projesi Türkiye’yi örnek alan, laik yönetimlerle yönetilen Afganistan, İran, Irak gibi ülkelerin yönetim yapılarını bozmuş, herbir ülkeyi iç savaşlara sürüklemiş, kısacası Amerika’nın hedefe aldığı bölgeler bugün bile yürürlükte olan bu proje sayesinde cehennemi bir sürece girmiş, oluk oluk kardeş kanı akıtılmış, ülkelerin sahip olduğu kaynaklar dibine kadar sömürülmüş, Amerika’nın canı istediği gibi kullanacağı kukla rejimler yaratılmış, Ortadoğu coğrafyasındaki bütün ülkeler birbirine düşman olmuş, herkes Amerikan uşaklığı yapacağım derken beladan belaya savrulmuştur.

Bir tek Türkiye tam  olarak istenen şekle sokulamamış, istendiği gibi dizayn edilememiştir, Amerikan emperyalizminin ve ayak oyunlarının karşısında Atatürk’ün maneviyatına, değerlerine ve mirasına sahip çıkanlar ve Türk ordusu direnebildiği kadar direnmiştir.

Bu noktada, emperyalistlerin belirgin şekilde ürktüğü bir faktör vardır; Türk ordusu…Türk ordusu hem Kurtuluş Savaşı sırasında, hem de sonrasında kendisini defaeten ispatlamış, gerekli imkanlar sağlandığında Türk ordusunun yeri yerinden oynatabilecek kapasiteye, yeteneğe, inanca ve sadakate sahip olduğu, asla hafife alınamayacak bir rakip olduğu defaeten görülmüş, dıştan gelecek düşmanın, ne kadar güçlü olursa olsun, Türk ordusunu yenilgiye uğratmasının pek mümkün olmadığı anlaşılmıştır.  

Ancak 1980lere gelindiğinde, artık Amerikan emperyalizminin baskıları her türlü hissedilmeye başlanmış ve Türkiye gerek maddi, gerekse manevi yönden sarsılmaya başlamış, kardeş kavgaları ve din sömürüsü ülkenin her köşesinin sarmaya başlamış, tümü dıştan kumandalı tarikatlar ve cemaatler ülkenin kıyısında, köşesinde peydahlanmaya başlamış, PKK gibi tamamen uzaktan kumandalı bölücü terör örgütleri de piyasaya çıkmaya başlamıştır, üstelik de bu durum 1980 darbesinden sonra giderek daha belirgin hale gelmiştir, Türkiye’yi içten yıkmak, Atatürk’ün mirasını ve maneviyatını yok etmek, Türkiye’yi istenen şekle sokmak ve emperyalizmin sorgusuz sualsiz hizmetine almak için her türlü tezgah, siyasi, toplumsal ve askeri dizayn yapılmaya başlanmıştır…

Bu noktada tarihe bir not düşelim; aslında bu oyun ta Cumhuriyetin kuruluş yıllarında da tezgahlanmıştır ve başarılı olamamıştır.

O zamanki emperyalist zihniyetin temeli şuydu; Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar değerlidir!!!

Gerçekten de, Türkiye gerek tarımsal  yönden, gerek yeraltı zenginlikleri yönünden, gerek yerüstü zenginlikleri  yönünden, gerek jeopolitik konumu yönünden, gerekse turistik ve tarihi yönden, kısacası aklınıza gelebilecek her yönden, dünyanın en zengin imkanlara sahip birkaç ülkesinden biridir.

Genç cumhuriyetin yöneticileri bir taraftan yeni ve modern bir ülke yaratılması için uğraşırken, diğer taraftan önce İngilizlerin zırcahilleri din elden gidiyor kisvesi altında parmaklamasıyla Kürt ve Zaza aşiretlerinin başlattığı Şeyh Sait ayaklanması ile uğraşmış, sonra yine İngiliz parmağı olan ve 1926’dan 1930’a kadar  dört yıldan biraz fazla süren ve yine Kürt aşiretlerinin karıştığı Ağrı ayaklanmasıyla uğraşmıştır.

Üzerinde güneş batmayan imparatorluk ve dünyanın en güçlü ordusu ünvanını İngilizler ilk kez Çanakkale’de kaybetmiş, destekledikleri Yunan ordusu da Atatürk’ün liderliğindeki Türk ordusu karşısında perişan olunca, yenilgiyi bir türlü hazmedememişlerdi, intikam alınmalı ve 300 yıldır kendi hegemonyaları altında olan bölgelerde üstünlük Türk milletine, yeni Türk devletine geçmemeliydi, örnek bir ülke olarak Türkiye emperyalizmin çarkları karşısında yükselmemeliydi…

Eğer karşılarına Hitler belası çıkmasaydı, ta 1914’de hayata geçirilen Wilson prensipleri doğrultusunda hem İngilizler, hem de Amerikalılar Türkiye’nin doğusunda bir uydu Kürt devleti kurdurmak için uğraşmaya devam edeceklerdi.

İkinci Dünya Savaşı sırasında planları sekteye uğradı, ama savaş sonrasında Amerika yeni patron olarak ortaya çıktı ve İngilizlerin rolünü kaptı, yarım bıraktıkları işi tamamlamaya kalkıştı.

Neticede, aynı tezgah bugün de aynen devam ediyor, Türkiye tarikat, cemaat, PKK üçgeninde sürekli sıkıntıdan sıkıntıya düşüyor.

Buna bir de 20 yıldır Türkiye’yi dertten derde sokan beceriksizlik abidesi AKP yönetimi eklenince, emperyalizmin ekmeğine tereyağla bal sürülmüş oluyor.

1950li yıllarda tarımın ülke gsyih payı yüzde 44’lerdeyken ve üretimin üçte ikisi ihraç edilirken 2000’li yılların başında Türkiye’de tarım sektörünün gayrı safi yurt içi hasıla payı yüzde 13, istihtam payı ise yüzde 36 idi; 2021’de ise üretim payı yüzde 5.6’ya, istihdam payı da yüzde 17.2’ye düştü…

Yani son yirmi yılda tarım sektörünün gsyih payı yarı yarıyadan fazla şekilde azaldı, Türkiye tarımsal ürün açısından yurt dışına bağımlı hale gelmeye başladı.

Halbuki, insanoğlunun en önemli ve ivedi ihtiyacı, hava, su ve yiyecektir; ekonomin temel kuralı şudur; bir yumurta üretirseniz kendiniz yersiniz, iki yumurta üretirseniz birini yer diğerini satarsınız, maliyeti karşılarsınız, üç yumurta üretirseniz birini yer, diğerini satar ve maliyeti karşılar, üçüncüyü de satar ve kara geçersiniz, yani ne kadar çok planlı ve bilinçli üretim, o kadar çok ekonomik getiri demektir.

Rusya-Ukrayna savaşı çıkınca, buğdayı, ayçiçek yağını bile Ukrayna’dan aldığımız, milli servetin nasıl dışa aktığı da ortaya çıktı.

Üstelik de Türkiye’nin sadece tarım potansiyeli Ukrayna’nın iki katından fazlasına müsaitken…

Dahası, ithal edilen ürünlerin de nasıl fahiş fiyatlarla satıldığını da görmüş olduk, örneğin 5 litre Ukrayna menşeili ayçicek yağı İngiltere’de TL karşılığı olarak 60 liraya satılırken Türkiye’de ve Kıbrıs’ta 200 liraya satılıyordu…

Belli ki onca potansiyel atıl dururken hem milli servet dışa akıyor, hem de arada aracılar malı götürüyor, bütün sistem ve süreç aracıların ceplerini doldurmaya yarıyor, birileri vurgunla cebini doldururken halk ise fakirleşiyor…

Yine Ukrayna savaşı ve pandemi gösterdi ki tek kurşun atmadan dünya savaşlarını kazanmak da mümkün…

2018’de dünya ticaret piyasasında Amerika ve Almanya’yı geçerek zirveye oturan Çin’de peydahlanan ve dünyaya yayılan bir virüsle Çin’in ekonomik ilerleyişi durduruldu, dünyanın karşılaştığı ilk kontrollü biyolojik savaş sayesinde hem dünya milletlerinin böylesi bir duruma karşı tepkisi ölçüldü, sonuçları görüldü, hem de Çin okkalı bir ekonomik tokat yedi, on dolara sattığı malı 5 dolara zor satar duruma düştü…

Arkasından Amerika 5 milyar dolar harcayarak Ukrayna’nın başına değil bir devleti, bir mahalle bakkalını yönetemeyecek kapasitede üçüncü sınıf bir sahne maskarasını Ukrayna’nın başına seçtirdi, bu olay sayesinde de öğrendik ki ta 1950lerden beridir özenle besleyip koruduğu Ukraynalı faşistleri Rusya’ya karşı sahneye sürdü, Rusya’nın tepesini attırdı, Rusya Ukrayna’ya müdahale edince NATO’da ve Avrupa’da zayıflayan prestijini ve etkisini yeniden güçlendirdi, bir kalemde Rusya’dan korkan Avrupa devletlerine onlarca milyar dolarlık silah sattı, yüzlerce milyar dolarlık da ağır silah satım anlaşmaları yaptı, Rusya’nın Avrupa üzerindeki ticari gücünü kısmen kırdı, Avrupa’nın Rus enerjisine bağımlılığını kısıtlamak ve kendisine yönlendirmek için ilk adımı attı, Amerika ve Avrupa ülkelerinde ülkelerin siyasetini ve ekonomisini etkileyecek kadar güçlenen ve trilyonlarca dolara hükmeden tüm Rus oligarkların defterlerini jet hızıyla dürdü, Rusya ve Avrupa devletleri arasında bir gerilim yarattı ve tüm bunları rakibi Rusya’ya karşı tek bir kurşun atmadan başardı.

Dahası, Rusya askeri operasyondaki tüm beceriksizliklerine ve beklenmedik kayıplarına rağmen Ukrayna’nın canına okudu, Ukrayna’nın tamamen Rus teknolojisine bağımlı askeri gücü yerle bir oldu, bazı Ukrayna kentleri de yerle bir oldu, şimdi Ukrayna ordusunu yeniden inşa etmek zorunda ve tam da tahmin ettiğiniz gibi bu işi başta Amerika olmak üzere NATO ülkeleri üstlenecek, Ukrayna ordusunu yeni baştan yaratmak için yüzlerce milyar dolar batılı silah tüccarlarının cebine akacak, yıkılan dökülen şehirleri toparlamak için yine yüzlerce milyar dolar gerekecek, bu paralar da batılı inşaat şirketlerinin cebine akacak; Rusya’dan fena dayak yiyen ve milyonlarca vatandaşı perişan olan Ukrayna, onlarca yıl boyunca tüm gelirlerini batılı silah ve inşaat şirketlerinin cebine akıtacak, Ukrayna’nın başında oturan sözde başkan sahne soytarısı da kendisine nasıl bir piyon rolünün biçildiğinin halen farkında değil, Avrupa ve Amerika’nın kendisinin kara gözüne kara kaşına istinaden topyekün Rusya’ya savaş açmasını halen umut ediyor.

Bu tezgahı Libya’da, Körfez savaşları sırasında Amerikan işgaline doğrudan uğrayan ülkelerde ve dolaylı olarak Amerika’ya bağlı olan tüm Körfez savaşları maliyetini tıkır tıkır Amerika’ya ödeyen Suudi Arabistan, Ürdün gibi ülkelerde defalarca gördük, halen de görmeye devam ediyoruz.

Şu anda Ukrayna savaşının durmaması lazım, Amerikan çıkarları bunu gerektiriyor, hem de olabildiğince uzun sürmesi lazım ki hem Rusya-Avrupa ilişkileri normale dönmesin, hem de Ukrayna’nın askeri ve ekonomik altyapısı iyice yerle bir olsun, Amerikan şirketleri de günü geldiğinde “düzeltme” işinin başına geçsin, geçen süreç içinde Amerika yeni baştan Rusya çevresindeki varlığını dizayn etsin…

Türkiye’ye gelince, 2000’li yılların başında Amerikan aklına güvenen AKP Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı olacak diye çıktığı yolda, çevresindeki tüm komşu devletlerle gerilim içine girdi, ekonomik ve siyasi yönden darbe üstüne darbe yedi, sıkıntıdan sıkıntıya düştü, son on yılda ülkeye tarihte hiçbir ülkede görülmemiş yoğunlukta ve şekilde milyonlarca Suriyeli ve Afgan mülteci yığıldı, birkaç yılda devletin sırtına yüz milyar doları aşan bir yük bindi, Türkiye’yi ve AKP iktidarını bu sürecin içine sokan Amerika ise Türkiye’nin içine düştüğü durumu keyifle izledi, hatta tepe tepe kullandı.

Son yirmi yıllık süreçte, 2000’li yılların başında tam PKK belası bitmiş, Türk ordusu tarafından kafası ezilmiş derken sözde barış ve açılım politikaları ve Türk ordusuna yapılan Amerikan güdümlü kumpaslar sayesinde sayesinde PKK yeniden canlandı, bu arada PKK’ya alternative olarak bir de FETÖ belası devletin her köşesine sızdı, fetoşlar tayfasının devlet içinde gelişimi sırasında ülkenin her tarafını cemaat ve tarikatlar da sarmaya başladı, din sömürüsü ayyuka çıktı, ülke iktidardan yana olanlar ve iktidara karşı olanlar şeklinde ikiye bölündü, bu gelişmeler olurken AKP iktidarı bardağın sadece kendi açısından dolu tarafına baktı, boş tarafının ülkeye ve kendilerine ne kadar büyük zararlar verebileceğini hesaplayamadı, günün sonunda  zararların bedelleriyle hem kendisi hem de tüm ülke, tüm toplum yüzleşmeye başladı.

Dahası, normal şartlarda 20 yıllık bir iktidar başarılı olması durumunda oy potansiyelini rahatlıkla yüzde 70, hatta yüzde 80lere çıkarabilecek bir şansa sahipken, hatalı iç ve dış politikalar yüzünden ülke ekonomik yönden tam bir kaosa sokuldu, paranın değeri yerle bir oldu, ülke akıl almayacak kadar kısa bir süre içinde dünyada en kötü şekilde ekonomik krizin etkisinde kalan, halkı korkunç bir hızla fakirleşen ilk üç ülkeden biri oldu, neticede ülke dayanılmaz boyutlarda bir enflasyonun pençesinde ezilirken  iktidarın karşısında yıllar yılıdır en ufak bir başarı gösteremeyen, havanda su dövmekten başka marifeti olmayan muhalefet ise sırf iktidarın başarısızlığı ve beceriksizliği yüzünden iktidara karşı giderek güçlendi, ciddi bir alternatif oldu.

Tüm bunlar olurken PKK belasına karşı verilen 40 yıllık savaşta harcanan trilyonlarca dolar bir tarafa, Kurtuluş Savaşı’nda kaybedilen asker ve sivil sayısının en az altı katı kaybedildi, bu arada Amerikan emperyalizminin uşaklığını yapacağım derken bu kaybın iki katı da PKK ve diğer Amerikan uzantısı uşaklarına verdirildi, ancak günün sonunda kazanan yok,  her iki taraf da maddi ve manevi olarak kayıpta, bitmek tükenmek bilmeyen düşmanlık ve kavga da devam ediyor, sürüp giden kavga bölgede sadece ve sadece Amerikan emperyalizminin ekmeğine yağla bal sürülüyor, Amerikan emperyalizminin çıkarlarına hizmet ediyor, PKK ve uzantıları piyon gibi harcanıyor ve inatla kendilerine biçilen rolü de anlamıyorlar, ya da 40 yılda kurdukları “nemalanma” sistemi sayesinde anlamak istemiyorlar…

Bütün bunların tek sebebi cehalettir…

Atatürk döneminde başlatılan örgün ve yaygın eğitim ve üretim faaliyetleri tam Türkiye zirveye çıkmışken önce İnönü, sonra da 50li yıllarda iktidara gelen, gelir gelmez de Amerika’nın Yeşil Kuşak projesinin paralelinde ülkede din sömürüsünü başlatan Demokrat Parti iktidarları sayesinde sekteye uğratıldı ve din sömürüsü yüzünden cehalet ön plana çıktı, cehaletle birlikte önce zırcahil, dindar geçinen kindar bir kitle tarikat-cemaat kılığında yavaştan oluşmaya ve ülkenin her köşesine yayılmaya başladı, sonra genç cumhuriyet döneminde bastırılan Kürt isyanları emperyalistlerin yeniden örgütlemesiyle PKK kılığına büründü, farklı bir boyutta yeniden sahneye çıktı.

Geldiğimiz günde PKK ve uzantıları, Türkiye’nin tüm komşuları ve sözde müttefikleri tarafından destekleniyor, Meclis’e kadar giren destekçileri de içinde piyon olarak rol aldıkları tezgahı görmeyerek, veya görmemezliğe gelerek, bu büyük oyunda harcanacak piyon rolünü inatla ve ısrarla sürdürüyor.

Bu manzara karşısında söylenecek tek bir söz var; tarih tekerrürden ibarettir…. Aptalın mumu yatsıya, akıllının mumu ise sonsuza kadar yanar, ancak zırcahiller yüzünden yüreklere düşen acılar ve kayıplar da sonsuza kadar baki kalır…

Bütün bu rezillikler, sahtekarlıklar  ve vahşet sürecinde gel de babasından harçlık isteyen çocuğa neden babasının cebinde değil harçlık, ekmek parası bile olmadığını, o çocuğun geleceğinin de emperyalizm ve onun dümen suyunda giden aptallar sayesinde nasıl mahvedildiğini anlat, anlatabilirsen…

Diğer Haberler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu