Ediz TuncelKöşe YazılarıManşet

Ediz Tuncel: Cumhurbaşkanı Tatar’a bazı hatırlatmalar

Sn. Tatar Cumhurbaşkanı seçildiğinden beri Cumhurbaşkanlığı öncesindeki çizgisinden milim sapmadan bildiği, inandığı politikayı izliyor.

Yani, Sn. Tatar önceden ne ise, şimdi de o!

Ancak Kıbrıs sorununun çözümü konusunda en beklenmedik sorun, Rum tarafından veya başka bir kaynaktan kaynaklanmayabilir, doğrudan Kıbrıs Türk tarafından kaynaklanabilir. 

Şeytan ayrıntıda gizlidir ve Sn. Tatar şeytanın hangi ayrıntılarda gizlenebileceğini önceden hesaplamalıdır. 

Filmi saralım başa ve şu soruyu soralım; Sn. Akıncı neden seçimi kaybetti?

Akıncı’nın seçimi kaybetmesinin sebebi beş sene boyunca Saray’a ahbap çavuşlarını doldurup da Kıbrıs sorununun çözümü konusunda tam anlamıyla havanda su dövmesi değildi. 

Sn. Akıncı’nın kaybetmesinin tek sebebi, seçim sürecinde kendisinin söylemleriyle, taraftarlarının ise hem söylemleriyle hem de eylemleriyle yarattığı Türkiye karşıtı, nefret, hamaset dolu söylemler ve yaklaşımlardı. 

Özellikle Sn. Akıncı’nın bazı taraftarları o kadar terbiyesizleştiler ki, kendi sapkın kafalarına uymayan herkese ve herşeye karşı saldırırken terbiyesizliğin, nefretin, hamasetin kitabını yazdılar ve en ılımlı insanlarda bile ciddi tepkiler uyandırdılar.

Kıbrıs Türk tarihinin en düşük katılımlı seçiminin birinci turunda Akıncı’nın aldığı oy oranı zaten toplam oyların yedide, bilemedin altıda biri kadar ancak vardı.

Eğer halk Akıncı’nın politikalarını beğenseydi, oyların en azından yarısına yakınını rahat alırdı. 

İkinci turda ise CTP’nin de bütün katkılarına rağmen toplam oyların üçte birinden azını aldı.

Toplam seçmenin üçte ikisinden fazlası Sn. Akıncı’nın karşısında idi.

Diğer taraftan, Sn. Tatar da UBP’nin mevcut oylarının (mühürlerinin) tam olarak iki katına  yakınını aldı, ama toplam oyların üçte ikisini alamadı, Akıncı’yı sadece birkaç bin oyla geçti. 

Çok düşük katılımla gerçekleştirilen bu seçimde halkın gerçek iradesinin sandığa yansıdığı pek söylenemez. 

Gerçek olan tek şey, halkın genelinin Cumhurbaşkanı adaylarını gerçek anlamda benimsememiş olması, son Cumhurbaşkanı Akıncı’ya karşı güvenin ciddi şekilde erozyona uğraması, UBP oylarının yanında bir kısım tepki oylarının da Tatar’a gitmesidir. 

Mevcut şartlarda, Kıbrıs Türk seçmeninin üçte ikisi Tatar’ın karşısındadır, sadece üçte biri kadarı “şimdilik” yanındadır.

Diğer taraftan, Akıncı’ya tepki duyanların oyları Tatar için çantada keklik de değildir. 

Akıncı’ya tepki duyup da sırf Akıncı’nın gitmesi için Tatar’ı destekleyenlerin gelecekte, özellikle de Kıbrıs sorununa Tatar’ın yaklaşımları konusunda ne tepki gösterecekleri şimdiden pek kestirilemez, ancak görünen köyün de minareleri pek rehber istemez. 

Eğer mevcut seçmenin üçte ikisi Tatar’ı desteklemediyse, Tatar’ın Kıbrıs konusundaki tutumu da bu üçte ikilik seçmen kitlesi tarafından benimsenmiyor demektir. 

Olası bir referandumda bu seçmen kitlesinin Tatar’ın önereceği ve şu anda desteklediği politikayı veto edeceği, onaylamayacağı kesindir. 

İkide bir bazılarının diline doladığı şu ne idüğü belirsiz “egemen eşitlik” lafının da tam bir Türkçe garabeti, hatta zırva olduğunu belirtmeden geçmeyelim. 

Egemen eşitlik saçmalığını “biz zırvalayalım da ne zırvaladığımızı biz anlayalım, gerisi anlamasa da olur” zihniyeti üretmiştir, Sn. Tatar da malesef onların tuzağına düşerek bu temelsiz ve siyaseten de anlamsız lafı ileri geri kullanma hatası yapmıştır.

Eğer Kıbrıs’ta iki toplum varsa ve bu toplumların gerek siyasi, gerek sosyal, gerekse ekonomik eşitliklerinden söz edilecekse, buna “eşit egemenlik hakları” dersiniz, olur biter, ki bu talep “uluslar arası siyasette kullanılan” İngilizce diplomasi dilinde de tam karşılık bulur (equal sovereign rights, bari bunu da ben ortaya atmış olayım).

Çözüm için de “eşit egemenlik hakları temelinde bir çözüm – a solution based on equal sovereignty rights” istiyoruz dersiniz, olur biter, hem Türkçesi hem de İngilizcesi apaçık anlaşılır.

Eşit egemenlik haklarının tescillendiği bir çözüm ister fedeasyon olsun, ister konfederasyon olsun, isterse bağımsız devlet olsun, adının ne olacağı hiç önemli değildir, önemli olan içeriğidir. 

Bu arada, malesef ki, Sn. Tatar’ın çevresinde Cumhurbaşkanlığı makamına gerçekten yaraşır siyasi danışman olarak Prof. Dr. Hüseyin Işıksal’dan başkasını göremediğimi, bunun da çok büyük bir eksiklik olduğunu söyleyebilirim. 

Ha, Hüseyin Işıksal tek başına da olsa, bir ordu “yarım yamalak” danışmanın topunu birden sağ cebinden sokar, sol cebinden çıkarır, o ayrı mesele.  

Eğer danışmanlar Hüseyin Işıksal’ın seviyesinde olmayacaksa, en azından ona yakın seviyede olmayacaksa, hiç olmasın daha iyidir, Işıksal tek başına da kapasitesiyle yapacağını yapar, yeter ki karşısındaki lafı dinleyen, dinlediğini anlayan türünden olsun.

Ancak Sn. Tatar’ın çevresine topladığı ekibe bakıldığında, Hüseyin Işıksal haricinde, Akıncı’nın yaptığı hataları Cumhurbaşkanı Tatar’ın da aynen yaptığı izlenimi mevcuttur. 

CB Tatar’ın izlediği politikada inandırıcı olması için öncelikle çevresindeki ekibin ayakları yere basar şahsiyetlerden oluşması gerekmektedir. 

Halk artık tam elli senedir mide bulandırmanın da ötesine geçen Rum şöyledir, Rum böyledir laflarını sabah akşam papağan gibi tekrarlayan, her sağ iktidara geldiğinde lafazanlık yapmayı marifet sayan şahısların ne sesini duymak, ne de yüzünü görmek istemektedir. …

Bunu son seçimde sandıkta net şekilde belirtmiştir.

Kısacası, son seçimde halk şu mesajı net olarak vermiştir; size güvenmiyoruz, sonuç odaklı icraat istiyoruz, tek bir kez şans veriyoruz, beceremezseniz lafazanlığınızı çekecek değiliz, yolunuza gidersiniz, gitmezseniz de göndeririz…

Bu süreçteki bir diğer faktör, Akıncı ve taraftarlarının Türkiye’yi hedef alan söylemleri her ne kadar ters teptiyse de, Türkiye’deki mevcut iktidar da dahil olmak üzere, Türkiye’nin gelen giden tüm iktidarlarının yıldızlarının da Kıbrıslı Türklerle pek barışmadığı gerçeğidir.  

Türkiye Kıbrıslı Türkler için vazgeçilmez bir değerdir ve bir tek Kıbrıslı Türkün bile Türkiye’nin kötülüğünü isteyeceğine pek inanasım gelmez, ancak Türkiye’deki iktidarların izlediği siyaseti de Kıbrıslı Türklerin, en azından yarısından fazlasının, benimsediği pek söylenemez. 

Bu bakımdan, hemen tümü Atatürkçü olan Kıbrıslı Türkler için Türkiye başka bir anlam ve manevi değer ifade eder, Türkiye’yi yönetenler başka bir anlam ifade eder.

Türkiye’ye duyulan sempati Türkiye’nin siyasi iktidarları söz konusu olduğunda antipatiye dönüşür. 

İşte Akıncı da Kıbrıslı Türklerin bilinç altına yerleşen bu antipatiyi kullanarak seçimde avantaj elde etmeye çalışmış, ancak fena halde çuvallamıştır, çünkü bilinç altına yerleşen Türkiye sempatisi Türkiye’nin iktidarına karşı duyulan antipatiye üstün gelmiştir. 

Kısacası, bu seçimde Tatar’ın başarısı, aslında kendi izlediği politikanın başarısının sonucu değildir, tam aksine, tamamen Akıncı’nın ve taraftarlarının izlediği politikanın başarısızlığının sonucudur.  

Bu bakımdan, Tatar’ın izlediği politika da eğer yöntemde ve söylemde değişikliğe gidilmezse, ters tepmeye, hatta fena halde çuvallamaya mahkumdur. 

Türkiye’nin başında üç büyük ve ciddi bela vardır; birincisi, siyasi sorun olarak evelliyatı ta İkinci Dünya Savaşı öncesine dayanan Kıbrıs sorunudur; ikincisi ise, 1980lerden beri Amerika ve destekçisi emperyalistlerin Türkiye’nin başına bela ettiği ve tetikçiliğini PKK’nın yaptığı bölücü terör sorunudur. Üçüncüsü ise, Türkiye’nin dört bir tarafını saran ve cehaletten beslenen, Amerika’nın ta 1950’lerde uygulamaya koyduğu Yeşil Kuşak projesinin ürünü olan tarikat ve cemaatler sorunudur. 

Kıbrıs sorunu tam anlamıyla bir uluslar arası sorundur çünkü son 3 bin yılda Kıbrıs adası çeşitli boyutlarda bölgesel ve zaman zaman da küresel güç savaşlarının tam ortasında kalmıştır, ancak taraflar arasında kazan-kazan yöntemiyle çözülebilir.

Türkiye’nin kanını emen, canını alan, onu hastalıklı hale getiren bölücü terör ve din terörü ise dıştan desteklenen iç sorunlardır, iç politikada Atatürk’ün yaptığı gibi izlenecek akılcı yöntemlerle bastırılabilirler, yok edilebilirler, aksi takdirde Türkiye’yi içten içe hırpalamaya, kanını emmeye devam edecekler. 

Dünya siyasetine hükmeden aktörlerin tümü de bu sorunlarda paydaştırlar. 

Bu bakımdan Kıbrıs sorununun nasıl çözüleceği konusunda Kıbrıslı Türklerin iradesi ve ne istediğinin, nasıl bir çözüm istediğinin onlar için hiçbir önemi yoktur, önemli olan onların istediği çözüm şeklidir. 

Kısacası, Kıbrıslı Türklerin karşısındaki masada yer alanlar sadece Rumlar değil, onların yanında yer alan ve dünyayı yöneten güçlerdir. 

Öyle ki, bugün Rumların yanında Amerika, AB, Rusya gibi başrol oyuncuları vardır.

Sn. Tatar ve Türkiye ancak onların taktiklerini iyi analiz eder ve ona göre politikalarını belirlerlerse, işte o zaman masaya kazan-kazan stratejisi ile oturulabilir ve bu iş bitirilebilir. 

Ancak ahbap çavuşlardan oluşturulan Cumhurbaşkanlığı ekibi ile bu işler yürümez, yürümesi de mümkün değil. 

Günün sonunda, bu gidişat bu şekilde devam ederse, Sn. Tatar Türkiye’nin başına dert olan üç dertten birinde kendi payına düşeni akılcı politikalarla ortadan kaldırmaya çalışmazsa, günün sonunda Sn. Tatar’ın izlediği politikanın da çuvallaması kaçınılmazdır. 

Bu bakımdan, Sn. Tatar’a düşen görev ve rol, tahminlerin ötesinde çok önemli bir görev ve roldür. 

Sn. Tatar, izleyeceği akılcı politikalarla hem Türkiye’yi hem de Kıbrıslı Türkleri 70 yıldan fazladır süren bir dertten kurtarabilir, veya kendinden öncekilerin düştüğü tuzağa düşer, bu derdi çok daha beter hale getirebilir…

Birinci alternatif kendisini tarihin altın sayfalarına yazdırır, ikincisi de dosdoğru çöplüğüne gönderir, ki kendinden önceki Cumhurbaşkanlarının başına gelendir…

Günün sonunda Sn. Tatar’ın da tarihin çöplük tarafına gitmesi demek, hem Kıbrıslı Türklerin hem de Türkiye’nin kaybetmesi demektir…

Artık kaybedecek lüksümüz yoktur.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu