Ediz TuncelKöşe Yazıları

Ediz Tuncel: Kısır döngüde toplum dizaynı ve tarihin tekerrürü!

Ediz Tuncel’in kaleminden…

Kısır döngüde toplum dizaynı ve tarihin tekerrürü!

Yaşımız artık orta yaşı geçiyor, yavaş yavaş yaşlı sınıfına giriyoruz, ancak normal bir ülkede normal bir ortamda yaşayanların hayatında belki bir kez bile göremeyeceği olayları biz hemen hergün görüyoruz.

Örneğin Finlandiya’da, Danimarka’da, Avusturya’da, Kanada’da, Japonya’da Belçika’da filan haberlerde hiç sektirmeden sabah akşam polisin eşliğinde mahkemeye getirilen uyuşturucu suçlularını, sahtekarları, hırsızları, tecavüzcüleri, katilleri, sapıkları, insan kaçakçılarını,  trafik kazalarını, siyasilerin rezilliklerini, elektrik kurumlarının rezaletlerini, hastanelerdeki, okullardaki rezaletleri, siyasilerin sırf gündem olmak, devletin sağladığı avantayı kullanmak için avara avara gezilerini, hamasi nutuklarını, çevrenin mahvedildiğini, memleketin bir uçtan öteki ucuna kadar her santiminin kirletildiğini, dindar geçinen kindar sapıkların ve sapkınların yaptıkları rezillikleri, kuduruklukları,  kedi-köpek kavgalarını, hayvanlara yapılan işkenceleri, Nazi kamplarındaki cinayetleri bile solda sıfır bırakan cinayet yöntemlerini  görmenize imkan ve ihtimal yoktur.

Medeni dünyada ayda yılda belki bir-iki defa böyle olaylar yaşanır, onlar da milleti şoka sokar.

Sözüm ona en lüks arabalarda gezmeyi, en lüks evlerde yaşamayı biliyoruz ama medeniyetin M’sinden bile haberdar değiliz.

Bu küçücük ülkede nüfusa oranla bu kadar suç ve suçlu akıl alır gibi değil, çok ama çok fazla.

Polis örgütünün bunca rezalet arasında normal vatandaşla anormal vatandaş arasındaki sınırı ayıran tek bariyer olduğunu  düşündüğünüzde, polis örgütünün şu andaki mevcut imkanlarıyla bu sınırı zar zor koruyabildiğini, suçlu ile suçsuz arasındaki bariyerde birçok kaçak olduğunu, bu memlekette düpedüz rastgele yaşadığınızı, her an bir zırdelinin zırdeliliği sayesinde ölüp gidebileceğinizi rahatlıkla görürsünüz.

Polisin organize suçla mücadele kapsamında suçluları takip edebilmek için istediği yasalar yıllardır Meclis’te sümenaltı vaziyette bekletiliyor.

Yasa ve maddi destek de olmayınca teknik altyapı da geliştirilemiyor.

Şimdi polis örgütüne bir miktar eleman daha alınıyor, ancak ülkedeki mevcut manzara karşısında bu bile yetersiz kalacak.

Son birkaç yılda polis örgütüne hatırı sayılır miktarda eleman alındı, ancak polisin organize suçla mücadele etmek için ihtiyacı olan yasalar siyasiler tarafından kasten geçirilmedi.

Bunun tek bir sebebi vardır, polis suçluyu kovalayım derken ağına suçlularla haşır neşir olmayı marifet sayan siyasiler de takılacaktır.

Kısacası, bu memleketin bu kadar kokuşmuş hale düşmesinin tek sebebi gelmiş geçmiş ve bugün iktidarda ve muhalefette olan siyasilerdir.

Halk da bunun bir parçasıdır.

Halkın en az yüzde sekseni o kadar kokuşmuş ve yozlaşmıştır ki, artık nerdeyse her bir bireyi zombileşmiş bir yaşam sürmektedir.

Bir toplumun kültür ve zeka seviyesini anlamak için iki şeye bakmanız yeterlidir, trafikteki hal ve durumlarına ve çevreye karşı olan tutumlarına!!!

Çevre ve trafik toplumun aynasıdır, kültür ve zeka seviyesinin göstergesidir.

İstisnalar kaideyi bozmasa da, bizim milletin büyük kısmı ayağının altında sadece benzin pedalı olduğunu sanır, fren pedalının ne işe yaradığını unutur, elinde cep telefonuyla geyik muhabbeti modundadır.

Diğer taraftan, memleketin bir ucundan diğer ucuna kadar resmen her santimetresi pislik içindedir.

Bu kadar pis ve sorumsuz bir toplum olmayı nasıl başardık diye sorsak, herkes suçu birbirine atmaya başlar, günah keçisi aramaya başlar, en büyük günahkarın kendisi olduğunu unutur.

Örneğin yönetilenler yönetenleri suçlar ama yöneteni seçenin de kendisi olduğunu unutur, eleştirdiğini döner döner tekrar tekrar seçer, kısır döngü döner döner devam eder.

Peki, nasıl oldu da Kıbrıs Türk toplumu bu kadar kokuştu!!!

Dizayn edildi efendim, dizayn edildi!!!

Siyasetçisi de dizayn edildi, halk da dizayn edildi, kısacası seçen de seçilen de dizayn edildi.

Şu anda toplumun geneli yaşamından o kadar hoşnutsuzdur ki, Rum tarafı avantayı birazcık ucundan gösterecek olsa, örneğin bin tane maaşından memnun olmayan Kıbrıslı Türk gelsin de bizim tarafta devlette bin Euro maaşla işe başlasın derse, anında sınır kapılarında onbinlerce insandan kuyruklar oluşur.

Bizim memlekette yaşananların aynısı ve hatta fazlası Türkiye’de de vardır, yaşanmaktadır.

Bu yozluğun tek ve temel sebebi, Atatürk’ün memlekete getirdiği üretici, yaratıcı medeniyet seviyesinden sapmış, saptırılmış olmak ve tüketici, sindirici, bunalımdan, kaostan beslenen arabesk bir kültüre hapsedilmiş olmaktır.

Belki çok basit bir açıklama gibi görünüyor ama değil!

Detayları biraz açalım, belki körleşmiş gözlere, tutulmuş akıllara biraz faydası olur.

Bu, belirgin amaçlara hizmet eden bir süreç meselesidir.

Bu, göze görünmeyen ama belirgin şekilde hissedilebilen bir silahtır.

Günümüzün en tehlikeli silahı nükler bombalar, özel olarak geliştirilmiş biyolojik savaş unsuru virüsler filan değildir, onlar sadece amaca hizmet eden araçlardır.

Günümüzün en büyük ve en tehlikeli silahı kendini bilmeyen, haddini bilmeyen, maddi ve manevi değerlerini çarçur ederek kendi kendini dışarı bağımlı kılan,  kendi yaptığı haksızlıktan kendine hak payı çalışan, cehaletten beslenen toplumlar yaratan, toplumları nakış gibi işleyerek onları içinden çıkılamaz kaoslara sürükleyen, onlara çaresiz kaldıkları hissi verdirerek çareyi dışarda aratan, özellikle de sorunların çözümünü sorunları yaratanlarda aramaya, sorunları yaratanlardan medet ummaya iten, ama göze pek görünmeyen, insanların, toplumların genlerine kadar işleyen, onları körleştiren, hissizleştiren, doğru-yanlış ayrımı yapma kabiliyetinden tamamen koparan  toplum dizaynı yöntemleridir.

Emperyalizmin en önemli silahı işte budur, toplum dizaynıdır.

Bugün başta Amerika ve Almanya olmak üzere, dünyanın en büyük açık hava mülteci kampına döndürülen Türkiye’de Suriyeli ve Afgan mültecilerin kökleşmesi, yerleşmesi için elden gelen herşey yapılmaktadır.

Hedef, çok değil,  on yıl sonra Atatürk Türkiye’sinin demografik yapısının tamamen değiştirilmesi, Amerika, Rusya ve Çin’den sonra kendi sınırlarını kendisi çizmiş olan tek ülkenin sınır yapısının emperyalizmin çıkarlarına uygun olarak değiştirilmesi, sosyo-kültürel yapının ülkenin her tarafına çöreklenen tarikatlar, cemaatlar ve mülteciler sayesinde tam bir Arap çorbasına döndürülmesi, ekonomik yapının tamamen dibe vurması, ki zaten vurmuştur, siyasi yapının da emperyalizmin çıkarlarına ve emirlerine kayıtsız şartsız biat eder hale getirilmesidir.

Bugün Türkiye’nin içine doluşmuş olan milyonlarca mülteci resmen Türkiye’nin kanını emmektedir, canını çıkarmaktadır.

Diğer taraftan, din sömürüsünden beslenen, zırcahillerden oluşmuş, kendilerinden olmayan herkese karşı ölçüsüz, sınırsız bir kin duyan, kendi kafasına göre din kuralları koyan, sözde Allah’a tapan ama parayı ve kendi rantını Allah’ın tüm değerlerinin önüne koyan, sadece tüketen, hiçbir şekilde üretmeyen, kindar ve zırcahil bir nesil yaratılmasına ön ayak olan sayısız cemaat ve tarikat da arka planda emperyalizmin çıkarları uğruna harekete geçmek için hazır ve nazır şekilde beklemektedir.

Ta 1950’lerden beri uygulamaya konan Yeşil Kuşak projesi tıkır tıkır işlemektedir.

PKK/PYD gibi emperyalizmin uşaklığını yapan bölücü terör örgütleri artık bunların yanında solda sıfır kalmaktadır.

PKK, sadece son kullanım tarihi gelene kadar yukarda bahsettiğim oluşumun önünü açmak için zemin hazırlamıştır.

Hatırlanacaktır, IŞİD, El-Nusra gibi fanatik çapulcular sürüsüyle karşı karşıya geldiğinde PKK bile Türk ordusunun kışla kapılarına dayanmış, kellesini kurtarmak için yardım istemiştir.

Afganistan’da bir anda zırcahil mollaların deliklerinden çıkarak yönetimi ele geçirmeleri, tamamen bu planın bir parçasıdır, parçalar yerli yerine oturmaktadır.

Nihai hedef, Pakistan, Afganistan, ve İran’dan sonra Türkiye’yi de kökten dincilikten, yozlaşmış, hatta kokuşmuş dincilikten beslenen bir ortama sokup, Yeşil Kuşak projesinin son kalesini de oluşturmaktır.

Bugün Ortadoğu coğrafyasındaki tüm Arap ülkelerinin, özellikle de Suudi Arabistan’ın  Türkiye’ye karşı acımasız bir ambargo uygulamasının tek sebebi budur.

Diğer taraftan, celladına aşık olan mahkum misali, Türkiye’deki ruhu dizayn edilmiş dindar kesim çevrelerinde dönen dolaplardan bihaber, habure Suudi Arabistan’a hacca gitmekte, dişinden tırnağından biriktirdiği milyarlarca doları kendisini yoketmeye çalışan emperyalist uşağı bir ülkeye bırakmaktadır, kendisini yok etmeye çalışanı adeta beslemektedir.

Bu oyunu göremeyen, zaman zaman bu oyunun bir parçası olan AKP iktidarı geldiğimiz günde fena çuvallamıştır ve halen de akıl koymamakta ısrar etmektedir, ayak sürümektedir.  

Rum-Yunan-Ermeni lobisinin desteklediği Biden’in son Amerika seyahatinde Erdoğan ile görüşmemesi, onu görmezden gelmesi, hemen hemen aynı anlarda Rusya’nın da Erdoğan’ın Ukrayna ve Kırım açıklamalarına sert tepki göstermesi, aslında Türkiye’deki iktidarın iki ateş arasında kaldığının ve artık istenmediğinin, Rusya ve Amerika’nın çıkarları doğrultusunda yeri geldiğinde Türkiye’ye karşı acımasızca işbirliği yapacaklarının  açık ve net mesajıdır.

Yeri geldiğinde her ikisi de Taliban ile çatışan, her ikisi de Taliban ile işbirliği yapan, kendi yarattıkları şeytanla gündüz kavga edip, gece hırsızlığa beraber çıkan dünyanın mega güçlerinin, daha doğrusu imparatorlarının karşısında  artık Atatürk Türkiyesi gibi yutamayacakları bir balık yoktur.

Tam tersine, bu mega güçlerin karşılarında artık tıpkı Osmanlı devletinin son dönemlerindeki gibi ekonomik, sosyo-kültürel ve siyasi yönden zayıflatılmış, kırılgan hale getirilmiş, üretmeyen, açık hava mülteci kampına döndürülmüş, kaostan kaosa sürüklenen ve halkı iyice kamplara, kutuplara ayrıştırılmış, en ufak bir kıvılcımla parlamaya ve birbirinin gırtlağına sarılmaya hazır birkaç kutuptan oluşmuş  bir  Türkiye vardır. 

Türkiye de Pakistan, Afganistan ve İran gibi kılık değiştirir de Yeşil Kuşak projesinde kendisine biçilen role bürünürse, Amerika açısından filmin son perdesi de tamamlanmış olur.

Rusya’nın şu anda Türkiye’nin kendi çıkarlarına ters düşen tavırlarına tahammül göstermesinin tek sebebi, Türkiye’yi Yeşil Kuşak projesine kaptırmamaktır, Türkiye’nin Suriye gibi bir müttefiki olması beklentisidir.

Şu anda dünya soğuk savaştan daha tehlikeli bir güç savaşının içine girdi ve bu savaşın gidişatını belirleyecek şifre Türkiye üzerinde şekillenecektir.

Tehlike çok ama çok büyüktür.

AB, Rusya ve ABD arasında üç ateş arasında kalan, daha doğrusu bu ateş hattına kendi ayaklarıyla giren Türkiye’nin tek çıkar yolu,  Atatürk’ün çizdiği yola dönmektir, zira yüz yıl önceki şartlarla bugünkü şartlar arasında belirgin bir fark yoktur, emperyalizm aynı emperyalizmdir, çıkar kavgaları da aynı noktada devam etmektedir.

Herşey bu kadar apaçık ortadayken, toplum ve siyaset tıkır tıkır dizayn edilmiş ve halen de edilmekteyken,  hem bizdeki, hem de Türkiye’deki iktidarlar ve muhalefet kafasını kuma gömmüş, poposunu havaya dikmiş, kıçına tekmeyi yemeyi bekleyen devekuşu modundadır.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu