Ediz TuncelKöşe Yazıları

Ediz Tuncel: Yargı

Başımız dara düştüğünde, haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüzde istemeye istemeye sığınacağımız son liman!

Bağımsızlığını tartışamazsınız, çünkü tartışılacak somut bir tarafı yoktur.

Bağımsızdır, zaten olması gereken de budur.

Peki bağımlı tarafı var mıdır?

Evet, vardır.

Eğer ülkedeki siyasi yapı yargı sistemini kontrolü altına almışsa, o yargı sistemi yine de bağımsızdır diyebilirsiniz  ama güvenilirdir asla diyemezsiniz.

Çünkü artık yargı sistemi gücü yettiğine karşı bağımsız olur, yetmediğine karşı ise bağımlı olur, durum bu olunca da güvenirliği sorgulanır hale gelir.

Peki kusursuz yargı sistemi var mıdır?

Muhtemelen kusursuza yakını vardır, ama kusursuz olanı yoktur.

Bağımsızlığını pek tartışamazsınız, bağımlı olsa da bağımsızım diyebilir, ancak kusurunu ve güvenirliğini tartışabilirsiniz, orası ayrı mesele.

Güvenirliğinin nasıl daha ileri seviyeye taşınabileceğini, daha ideal nasıl olabileceğini tartışabilirsiniz.

Sonuçta hukuk da bir bilimdir ve çağın, şartların gereklerine uygun olarak revize edilebilir, kusurları, eksiklikleri olabildiğince giderilebilir.

Zaten ideal diye birşey yoktur, bugün ideale ulaştığınızı sandığınız anda, bir bakıyorsunuz ki ulaştığınız idealin çok daha iyisi de olabiliyormuş, idealin de ideali olabiliyormuş.

Yine de, istisnalar kaideyi bozmasa da, yargı olabildiğince bağımsızdır, olabildiğince güvenilirdir.

Şimdi gelelim işin çivisinin çıktığı noktaya…

Sendikalar cenneti KKTC’de KKTC Hizmet Sendikası (Hizmet-Sen) diye bir sendika Anayasa’nın 147. Maddesi hakkında KKTC Cumhuriyet Meclisi’ne bir dava açmış.

Davanın özünü, mahkeme kararında geçtiği şekilde aynen aktarıyorum;

“Davacı,bir sendikanın Anayasa’nın  147. maddesi altında dava açması için yetkili sendika olmasına gerek olmadığını, konunun sadece sendikanın varlık ve görev alanını ilgilendirmesinin yeterli olduğunu, Anayasaya aykırılık konusunun da sendikanın varlık ve görevlerini ilgilendirmesine gerek olmadığını, madde 8A ve Geçici 3. madde ile kamu personeli olan Din İşleri Başkan Yardımcılarının seçiminde Din İşleri Başkan ve Yönetim Kuruluna hiç bir çerçeve çizilmeden, objektif kriter konmadan sınavsız, sınırsız ve keyfi yetki verilmekte olduğunu, verilen yetki keyfi olduğu için de hukuki belirginlik, hukuki güvenlik, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkelerine yani Anayasa’nın 1. Maddesine aykırılık meydana geldiğini, yasa ile düzenlenmeyen bu yetki nedeni ile yasamanın yetkilerinin yürütmeye devredilmiş olduğunu,dolayısı ile Anayasa’nın 4. maddesine aykırılık bulunduğuna, keyfi seçim hakkı aynı zamanda eşitlik ilkesini de ihlal ettiği için Anayasa’nın 8.maddesine de aykırılık oluştuğunu, kamu personelinin atanmasının yasa ile düzenlenmesi gerektiği halde bu yapılmadığı için de Anayasa’nın 121(3) maddesine aykırılık bulunduğunu iddia etmektedir.

Yukarıdaki iddialarına ilaveten, din eğitiminin devletin gözetim ve denetimi altında yapılması gerekirken, 55/2017 sayılı Yasa’nın 8B maddesi ile, 8. madde ile atanan Din İşleri Başkanının seçeceği Din İşleri Komisyonu tarafından din eğitimi idare edileceğinden laiklik ilkesine aykırılık oluştuğu da Davacı tarafından ileri sürülmektedir.”

Mahkeme bu iddiayı kısmen haklı bulmuş, ancak din eğitiminin hiçbir şekilde kısıtlanamayacağını ve bütün eğitimlerde olduğu gibi, bir programa bağlı olarak kontrollü ve denetimli şekilde yapılabileceğini ve bunun Anayasal bir hak olduğunu da net şekilde karara bağlamıştır.

Durum buyken, kararı okumadan Türkiye iktidarının bazı siyasileri, hiçbir anlam verilemeyecek şekilde, akıl almaz eleştirilere kalkışmışlar, Anayasa Mahkemesi Başkanı ve üyelerini günah keçisi ilan etmişler, yakışıksız bir tavır ve dille onlara de ayar çekmeye, hatta tehdit etmeye kalkışmışlardır.

AKP yetkililerinin anlamsız ve dayanaksız eleştirileri yetmemiş, MHP lideri Devlet Bahçeli, bildik üslubuyla devletin temeli olan Anayasa’nın resmi temsilcisi olan Anayasa Mahkemelerinin hem KKTC’de hem de Türkiye’de kapatılması gerektiğini ileri sürecek kadar rotayı sapıtmış, adeta akıl tutulmasına uğradığını ispatlama gayreti içine girmiştir.

Üstelik de Din İşleri Başkanımız Talip Atalay’ın Anayasa Mahkemesi kararını objektif şekilde değerlendirmesine ve diğer eğitimlerde olduğu gibi din eğitiminde de bazı yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini makul ve mantıklı şekilde vurgulamasına rağmen…

Bizim yerli siyasiler de uygun bir üslupla duruma açıklık getirip düzelteceklerine, koroya kendi dilleri döndüğünce katılmayı tercih etmişler, adeta yangına biraz da biz benzin dökelim dercesine, ve hatta haksızlıktan hak payı çıkarırcasına,  sanki da Anayasa Mahkemesi yanlış, taraflı bir karar almışmış gibi, hikaye okumuşlardır…

Peki sonuç?

Kıbrıs Türkü ile Türkiye iktidarları arasındaki süreç kendi kalesine okkalı bir gol daha atmış oldu, kan bağımıza, can bağımıza bir neşter daha vurulmuş oldu, sanki bunca derdimizin arasında çok lazımmış gibi…

Bizim iktidar kendisine haksızlıktan hak payı çıkarma gayreti içindeyken, muhalefet de özellikle AKP kanadından yapılan isabetsiz salvolara karşı, fırsat bu fırsat diyerek, sağlamından karşılık verdi.

Kısacası, bu süreçte kendi kendimize zarar vermekten başka bir halt etmedik, kan bağımızı, can bağımızı biraz daha erozyona nasıl uğratabiliriz diye karşılıklı atışıp durduk.

Peki ne için?

Bir hiç için…

Mahkemenin aldığı kararı açıp da okumadığımız için, okuduysak da ne yazdığını anlayacak kadar aklımız olmadığı için…

Din sömürüsüne dayalı siyasi rantın ve argümanların artık bir kuruş etmediğini halen anlamadığımız için…

Düşman uğraşsa, bu kadarını yapamaz, kendi kendimize verdiğimiz zararın bu kadarını veremez.

Diğer taraftan, bizim aynı zamanda Anayasa Mahkemesi Başkanı da olan Yüksek Mahkeme Başkanımız Narin Ferdi Şefik bulunduğu makama öyle laf ola gelmiş birisi değil.

Tartışmasız şekilde hem bu ülkenin hem de bulunduğumuz coğrafyanın en değerli, en iyi eğitimli hukukçularından birisidir.

Altına imza attığı kararların da bugüne kadar herhangi bir hukukçu tarafından eleştirildiğini ne gördüm, ne de duydum, tam aksine, aldığı kararlarda kaybeden taraf tarafından bile sadece takdir edildiğini gördüm ve duydum.

Bizim yargı sistemimiz yeterince ideal ve güvenilir olmayabilir, ancak işin ve davanın başında Narin Ferdi Şefik gibi hem bilgili, hem sağduyulu, hem de mesleğine adanmış biri duruyorsa, o işin ve davanın sonucunun güvenirliği ilgili yasalar çerçevesinde tartışılmazdır.

Nitekim, bu kez de Narin Ferdi Şefik’in Başkanlığındaki mahkeme tamamen tarafsız ve yasalar çerçevesinde bir karar üretmiştir.

İçinde bulunduğumuz şartlar altında tartışılması gereken tek şey vardır, o da siyasilerin sağcısıyla, solcusuyla, dincisiyle, dinsiziyle, iktidarıyla, muhalefetiyle  her ağzını açtığında günah keçileri yaratma, çam üstüne çam devirme, kendi kalemize gol üstüne gol atma yarışına girme huyundan bir türlü vazgeçememesidir.   

Bu mesnetsiz ve temelsiz siyasi argümanlarla, adeta akıl tutulması yaşayarak hesapsız kitapsız günah keçileri yaratmaya çalışmak bizim iki taraflı olarak can bağımızı, kan bağımızı köreltmekten başka hiçbir işe yaramaz, bugüne kadar yaramadı, bugünden sonra da yaramayacaktır.

Ha, bütün bunlar kasten, belli bir amaçla yapılıyorsa, o zaman da bunları yapanlar ve sebep olanlar tarih önünde hesaba çekildiğinde, hesap veremeyeceklerdir.

Tarihin çöplüğü, tarihi tekerrür ettirme alışkanlığından inatla vazgeçmeyenlerle doludur.

Diğer taraftan, günün sonunda, yüzbinden fazlası cebinde Kıbrıs Cumhuriyeti, dolayısıyla da Avrupa Birliği kimliğini taşırken, gereksiz mecralara sürüklenen Kıbrıs Türkü tercihini yaparken hamasetle koparılmış kan ve can bağını değil de Avrupa Birliği’ni güvenli liman olarak seçmeyi tercih ederse, bugün devrilen çamların sorumluları sonucun sebebini kendilerinde arasınlar, ilan ettikleri günah keçilerinde değil…

Görünen köy kılavuz istemez,  o yüzden bizi rota tercihi yapmaya zorlayacak, bağlarımızı koparacak gidişatı vakit varken terkedin, yöntemi değiştirin.

Aksi takdirde, bu gidişatın sonucu fena halde çuvallama olacaktır.

Demedi demeyin!

Diğer Haberler

Başa dön tuşu