Ediz TuncelKöşe Yazıları

Ediz Tuncel: Yavru Külliye

Yavru Külliye

Külliye…

TDK sözlüğüne göre “Belli bir kültürel, idari, sosyal ve ekonomik amaca yönelik çeşitli kuruluşların bir araya gelerek toplu bir biçimde bulundukları yer.” olarak ifade ediliyor.

Yine TDK sözlüğüne göre “Bir caminin çevresinde ve cami ile birlikte kurulmuş olan medrese, kitaplık, hastane vb. yapıların tamamına verilen isim.”

Vikipedia’daki tanımına göre “cami ile birlikte hamam, medrese, mektep, imaret, türbe, kütüphane, aşevi, darüşşifa, çarşı, tekke, zaviye binalarından oluşan yapılar topluluğu”…

İnternetteki bir başka tanıma göre, ki bu tanım biraz daha kapsamlıdır; Külliye, İslam toplumunun vakıf hukuku sistemi ve hayrat kavramını geliştirmesiyle ortaya çıktı. Merkezindeki yapı camidir. Cami en az cuma namazlarındaki zorunlu toplanma yeri olması yanında bir forum ve ilim, tören ve müzakere merkeziydi. Külliye bu merkezi tamamlayan yapılardan oluşur.

Bütün tanımlar aynı kapıya çıkıyor.

Osmanlı’daki külliyeler yukardaki tanımlara uyuyordu, ama bir başka görevleri daha vardı, herbiri aynı zamanda bir tarikat merkeziydi.

Yine Osmanlı’da padişahlar İslam aleminin halifesi oldukları için, veya en azından kendilerini öyle kabul ettikleri için, idari sistemin merkezinde din ve cami olması da şaşırtıcı değildi, o dönemin düzenine göre olması da gerekendi, ama Osmanlı’nın bile son dönemlerinde yapılan şatafatlı sarayların mimari çevresinde cami filan yoktu, camiler şatafatlı sarayların hep dışında bırakıldı.

Devlette dinsel mimari merkezli süreç 29 Ekim 1923’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile birlikte bitti, merkezi idare gücü halkın temsilen Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, yani halkın meclisine, halkın senatosuna, halkın temsilcilerine geçti, sonraki süreçte ise memlekette din kisvesi altında her türlü alengirli işi, entrikayı çeviren ve kendi şahsi çıkarları uğruna Hristiyan emperyalistlerin uşaklığını yapmakta, devlet, millet, cumhuriyet aleyhine bölücü ve yıkıcı faaliyetler yapmaktan zerre zırnık çekinmeyen tarikat ve cemaat yuvaları yasa ile kapatıldı, din ve devlet işleri birbirinden tamamen ayrıldı.

Bugün ise, bırakın Türkiye’de geçmişte ortadan kaldırılan birçok külliyenin bugün tekrardan canlandırılıp halen faaliyette olmasını, merkezi Suriye’de olan Haznevi tarikatı bile canı istediği gibi at oynatsın diye gelip Gaziantep’te devasa bir külliye yaptığı haberlere düştü, kimseler de yalanlamadı, izin alınarak yapılan inşaatı da harıl harıl devam ediyor…

Şimdi gelelim bizdeki külliyeye…

İki karışlık Lefke çöplüğünde çıkıp da tüm Lefke bölgesini zehire boğan basit bir yangını bir aydan daha uzun sürede söndüremeyen KKTC devletçiğine Türkiye Cumhuriyeti’nin vergi mükelleflerinin cebinden çıkacak paralarla külliye yapılması kararı alınmış, özel ihale usulüyle ihale bir firmaya verilmiş ve süreç 25 Temmuz’da başlamış bile…

İhalenin adı “KKTC Cumhurbaşkanlığı, Cumhuriyet Meclisi, Millet Bahçesi, Cami ve Ek Tesisler İnşaatı ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi” olarak geçiyor, 6 Aralık 2023’te de bitmesi planlanıyor, din sömürüsünden fena halde huylanan ve tüm yaramaz taraflarına rağmen Atatürk ilke ve inkilaplarına sıkı sıkıya bağlı olan Kıbrıslıları ürkütmesin, huylandırmasın diye proje tanımı külliyeyi aynen tarif ediyor ama proje tanımında külliye kelimesi kullanılmıyor, “inşaat ve iş” kelimeleri kullanılıyor.

“KKTC Cumhurbaşkanlığı, Cumhuriyet Meclisi, Millet Bahçesi, Cami ve Ek Tesisler Külliye İnşaatı ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi” denseymiş, külliye tanımlarına şak diye oturacakmış…

İhale bedeli de 2 milyar 497 milyon lira olarak belirlenmiş…

Türkiye hukuken ve resmen tanımadığı, sözde tanıdığı, varlığının resmi olarak dünyada hiçbir anlam ifade etmediği, tanıtılması için de lafazanlıktan başka hiçbir icraat yapılmayan, 48 senede toplamda 44 hükümet kurup bozan, siyaset dünyası tam bir garagözlük düzeni olan, kumarhanenin ve kaynağı belirsiz tonlarca paranın fink attığı  KKTC’ye Türkiye’deki vergi mükelleflerinin cebinden toplanan 2 milyar 497 milyon lira para atacak…

Az buz para değil, 2,5 milyar lira.

140 milyon dolara yakın bir para.

Türkiye’de yapılan ve İslam ülkelerinin katıldığı oyunlara KKTC olarak katılamıyoruz, Türkiye ile kendi aramızda olsa bile bir milli maç bile yapamıyoruz, sporcularımız genellikle Türkiye milli takımlarında yarışıyor ama zerre zırnık kıymeti olmayan siyasi varlığımızın 140 milyon dolarlık bir külliyesi olacak, herhalde bu vakitten sonra içinde kendileri çalıp kendileri oynayacak…

Amma ve lakin, konu sadece bu değil, işin manevi yönü de var.

Devletin ana yönetim kurumlarının içinde olduğu bir komplekse arapça bir isim yakıştırmak, Türkiye Cumhuriyeti’ni dünya tarihinde eşi benzeri az görülür destansı bir Kurtuluş Savaşı ile kuranların ve Türkçe’yi milli ve resmi dil yapanların anısına hakaretten başka birşey değildir.   

Devletin külliyesi filan olmaz, olamaz.

Devlet bu kadar küçültülemez, ortaçağ zihniyetiyle cami odaklı bir merkeze sığdırılamaz.  

Hiçbir şey ve kişi devletin maddi ve manevi değerlerinin üzerinde değildir, olamaz da…

Devletin parlamentosu ve Cumhurbaşkanlığı sarayının olduğu bir mekan, bir kompleks, olsa olsa DEVLET (YÖNETİM) MERKEZİ olur, bu adla anılır, böyle bir merkezin de içinde caminin filan hiçbir şekilde yeri olamaz, sırf ideolojik ve ruhani bir kavram olsun diye dini temsil eden hiçbir şey en üst düzeydeki devlet kurumlarının içine sokulamaz.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların aklı yok muydu, onlar koskoca Meclis’i yaparken niye TBMM kompleksinin merkezine bir cami, tekke, zaviye filan inşa etmediler?

Ha, şunu da unutmayalım, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında cumhuriyetin kuruluş dönemde bile, din sömürüsünden elde ettikleri gücün cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte uçup gideceğini farkedince, Hristiyan emperyalistlerden medet umanlar ve din sömürgenliklerine izin verilmesi kaydıyla onların mandasını kabul etmeye can atanlar vardı.

Nitekim Atatürk, bütün bunları Nutuk’ta çok güzel de izah etmiştir.

Tekrar gelelim bir türlü büyüyüp, adam olmayı beceremeyen yavru vatana ve “külliyen icabetmez külliyesine”…

Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan onbinlerce Hristiyan kökenli vatandaş da var, onlar da kalkıp, “Ne bu, bizim başımız kel mi, biz de bu devletin vatandaşıyız, vergimizi ödüyoruz, bu ülkede yaşıyoruz,  devletin yönetim merkezine cami yapıyorsanız kilise de yapacaksınız, hani anayasanıza göre din, dil, ıvır zıvır eşitliği, özgürlüğü vardı…” derse, “hiç kusura bakmayın, anayasadaki laflar sadece laftır, eşitlik ve özgürlük cümleyi okuduğunuz yere kadardır, oracıkta biter” mi diyeceksiniz!!!

DEVLET MERKEZİ kompleksinin bir köşesinde ufak bir ibadet merkezi yapılabilir, namazını niyazını kılmak isteyen, ibadetini yerine getirmek isteyen memurlar, vekiller, vatandaşlar gidip orada ibadetini yerine getirebilir, bu kadarı gayet makul ve anlaşılırdır, ancak devletin merkezi yönetimini oluşturacak Meclis ve Cumhurbaşkanlığı gibi binaların mimari yapılanması arasına onlarla eş düzeyde algılanacak, hatta mimari açıdan onlardan üstün ve kompleksin merkez odağı olarak algılanacak, din kavramını devletin en üst makamlarının seviyesinde veya üzerinde bir sembol olarak gösterecek bir caminin yapılması bambaşka maksatlar taşır.

Şimdi gelelim işin diğer püf noktalarına;

Birincisi, KKTC’nin baştan aşağı bir soygun düzeni ülkesi olduğu bir ortamda, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarının cebinden toplanan vergilerle, üstelik de Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinin en ağır ekonomik buhranının yaşandığı bir zamanda, yapılacak bir Meclis ve Cumhurbaşkanlığı binasına bizim siyasiler hangi yüzle, hangi vicdanla girecekler?

İkincisi, ve belki de en önemlisi, hiç kimse kafasına taç taktı diye kral olmaz, sadece krallık taslar!!!…  Bizim devlet sefillikten sürünürken poposunu Mercedes’tan başka arabaya değdirmeyen bizim kralların eğreti krallık çapı, Afrika’daki köy kabile krallıklarının birkaç yüz ineklik hükmü kadar bile değildir, ayıp olmasın diye hatırlatmadan geçmeyelim…

O Afrika köy kabile krallarından birinin oğlu daha birkaç sene öncesine kadar dünyanın en güçlü devletinin başkanı idi…

Tam 48 senedir bizim siyasi düzenimiz ise yedisinden yetmişine tek bir  şey yapıyor, devletçilik ve hükümetçilik taslıyor!!!

Dolayısıyla Türkiye’nin vergi mükelleflerinin cebinden çıkacak parayla yapılacak böyle bir kompleks bize itibar mitibar kazandırmaz, ama utanç kazandırır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar ufacık bir binanın içinde kurdular, gidip İstanbul’un saraylarında kurmadılar, kimseden de gelip kendilerine saray maray yapmasını beklemediler, istemediler, şerefleriyle, onurlarıyla köy marangozlarının aceleyle yaptığı masalarda, sandalyelerde oturdular,  saraylarda saltanat sürenler ise memleketi satıp, emperyalistlerin savaş gemilerine fareler gibi sığınıp, başlarını sokacak delik aradılar…

Üçüncüsü, bizde ise, destansı bir kurtuluş savaşıyla olmasa da, 2500 şehidin kanı ve canı pahasına kurulan bir devlette, kendi şahsi menfaat ve çıkarlarını memleketinin, toprağının, toplumunun, devletinin çıkarları üzerinde tutanların ve bir koltuk uğruna her türlü maddi ve manevi değeri yerle bir edenlerin, lafazanlıkta mangalda kül bırakmazken icraatta memleketi yerle bir edenlerin, edilmesine müsade edenlerin Türkiye’nin vergi mükelleflerinin cebinden çıkacak parayla yapılacak saraylarda, meclislerde hiç gocunmadan boy gösterme hakları yoktur, olamaz da…  

Saray demek itibar demek değildir, gösteriş demek itibar demek değildir, itibar istiyorsanız kendinizi yediden yetmişe herkese, dünyanın yedi düveline saydırmayı öğreneceksiniz, tıpkı Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk ve arkadaşlarının saydırdığı gibi…

Sadece bu sebepten bile Türkiye’deki vergi mükelleflerinin ödediği paraların bu iş için Kıbrıs’ta harcanması kabul edilemez.

Gerisi hikayedir. 

Dördüncüsü, bizim bir ucundan öteki ucuna vurgun düzeninin esiri olmuş memlekette devleti yönetenler işlerini yapmaları gerektiği gibi yapsalar, elde edilecek gelirlerle değil bir tane meclis veya cumhurbaşkanlığı sarayı, elli tanesi bile yapılırdı, eğitim sistemi, sağlık sistemi, ulaşım sistemi, güvenlik sistemi olabilecek en modern hale getirilirdi, Kuzey Kıbrıs Akdeniz’in Singapur’u olurdu.

Sadece bizim “milli batakhane” Kıb-Tek’teki vurgunların zırnığı bile on tane saray ve meclis yapılmasına, eğitim, sağlık, ulaşım ve güvenlik sistemlerimizin ihya edilmesine yeterdi.

Sözün özü, bizim memlekete yeni bir meclis ve cb sarayı yapılacaksa, bunlar ülkenin kendi imkanlarıyla yapılmalıdır, Türkiye vatandaşının cebinden çıkacak paralarla değil.

Türkiye’nin vatandaşı vergisini devlet kendine hizmet etsin diye ödüyor, Kıbrıs’ta milli tarihimizin yüzkarası hükümetlerin kurulup bozulduğu, envai tür entrikaların koltuk uğruna çatısı altında çevrildiği meclis, saray binaları yapılsın diye değil…

Dolayısıyla, Türkiye’nin vergi mükellefinin parasını o mükellefin ihtiyaçları için harcayın, Kıbrıs’ta şov yapmak, birilerinin egosunu tatmin etmek için değil…

Diğer Haberler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu