Ediz TuncelKöşe Yazıları

Ediz Tuncel: Kabus

Son 12 yıl KKTC ve Türkiye için tam bir kabusa dönüştü.

Önce Amerika’nın Doğu Akdeniz bölgesinin başına bitmez tükenmez belalar açan Büyük Ortadoğu Projesi denen rezillikler ve vahşet sürecini izledik.

Kendine en iyi müslüman benim diyen vahşi sapıklar sürüsünden en az 100 bin kişilik bir güruh yaratıldı, ellerine her türlü araç, gereç, silah, eğitim verildi, Rusya’nın Ortadoğu’da son kalan sıkı müttefiki Suriye’ye saldırtıldılar.

Sözde diktatörlükle suçladıkları Suriye Devlet Başkanı Esad’ı devireceklerdi, yerine de IŞİD denen, sözde dindar, ama dinci sapıklığın en uç noktasında gezen, kindar ve fanatik dinci düzeni kuracaklardı. 

Halbuki Suriye, İslam dünyasında, özellikle Ortadoğu’da, Türkiye’den sonra laik bir yönetim tarafından yönetilen ikinci ülke idi, tek kusuru Rusya ile fazla sıkı fıkı olmasıydı.

Esas hedef Suriye gibi görünüyordu  ama esas hedef Suriye değildi, Türkiye idi.

Amerika’yı yöneten üst akıl çetesi Rusya’nın Suriye’yi ne pahasına olursa olsun yem etmeyeceğini biliyordu, ancak Suriye’deki karışıklığın Türkiye’yi de fazlasıyla ekonomik, askeri, politik ve özellikle de demografik açıdan etkileyeceğini de pekala biliyordu, hesabını çoktan yapmıştı.

Bu hesabı tek yapamayan, Suriye’deki iktidara karşı cephe almanın ülkeye ne büyük bir bedel ödettireceğini hesaplayamayan AKP iktidarı idi…

Suriye savaşı tam zıvanadan çıktığı ve zirveyi gördüğü anda, bir de Türkiye’de Amerikan destekli Fetoşlar tayfasının darbesi geldi, nasıl uyduruk, kıytırık bir darbe olduğunu kimse anlamadı ama sonuçta Fetoşlar tayfasının sadece devletin her köşesine değil, ordunun içine bile iyice sızdığı anlaşıldı, ortalık iyice toz duman oldu.

Sonuç olarak, göz göre göre Amerika’nın Ortadoğu’da yarattığı bataklığın içine balıklama dalan AKP iktidarı, Dimyat’a değil ama, Şam’a pirince gideyim derken evdeki bulgurdan da oldu.

Milyonlarca Suriyeli Türkiye’nin içine doluştu, Türkiye resmen dünyada eşi benzeri olmayan bir açık hava mülteci kampına döndü,  başta sınır kentleri ve İstanbul olmak üzere, birçok kentte mültecilerin sebep olduğu envai tür krizler yaşanmaya başladı, dahası, sırf bunlara sağlanan ayrıcalıklar yüzünden Türkiye ekonomisi resmen çöktü.

Elbette ki ekonomik çöküşte akıldan, mantıktan, gerçeklerden uzak, tamamen öngörüsüz  bir zihniyetle sürdürülen ve iflasa mahkum ekonomi politikaları, yine Amerika ve müttefiklerinin 40 yıllık emperyalist tezgahının ürünü olan PKK ve iç siyasetteki uzantılarının açtığı maddi ve manevi belalar ve zararlar,  Fetoşlar tayfasının devletin dört bir köşesini liyakatsiz beslemeleriyle doldurmaları, yine bunlara benzer şekilde ülkenin dört bir tarafını örümcek ağı gibi saran ve ülkenin kanını emen cemaat ve tarikat silsilesi de ülkenin hem ekonomik hem de siyasi çöküşünde çok büyük etki sahibi oldu ve hala da olmaktadırlar.

AKP iktidarı bir zamanlar medet umduğu Fetoşlar tayfasının nasıl büyük bir tehdit olduğunu ve nihai hedeflerinin ne olduğunu anladığında aslında iş işten geçmişti, devlet ve devletin gerçek anlamda dış ve dış tehditlerin içte yarattığı tehditlere karşı tek koruyucusu olan ordu yiyebileceği en kötü darbeyi yemişti.

Nitekim, AKP iktidarı Fetoşlar tayfasıyla uğraşırken iktidarın esas enerjisini harcaması gereken konular öteleniyordu, ekonomik ve demografik sıkıntı giderek büyüyordu, iktidarın uğraşması gereken cephelerin sayısı birbiri ardına artıyordu.

Günün sonunda, üst üste yığılan dertler ve yönetimin zamanında alması gereken tedbirlerin alınmaması neticesinde, sadece ülke tarihinin değil, dünya tarihinde de pek eşi benzeri görülmemiş bir ekonomik darboğaza girildi, enflasyon patladı, üçlü rakamlara ulaştı, millet inim inim inlemeye başladı.

Halbuki Türkiye gibi mevcut nüfusunun en az üç, hatta dört katını besleyecek kadar ve üstelik de her türlüsünden doğal kaynağa ve alana sahip bir ülke asla ve asla bu hallere düşmemeliydi.

AKP iktidarı seçim ardına seçim garantilemek için ülkenin potansiyelini maksimum seviyede üretim ve refah için kullanacağına, toplumun tüm kesimlerini memnun etmek için uğraşacağına,  sadece şark entrikalarıyla koltuğu kollamayı, taraftarı memnun etmeyi,  iç siyasette rakipleri şeytanlaştırmayı, dış siyasette ise olmayan gücünü varmış gibi göstermeyi ve dengelere değil, keyfiyete göre gündelik siyaset sürdürmeyi tercih etti.

Neticede ise fena halde çuvalladı, yerel seçimlerde üç büyük kenti kaybetti, Türkiye’deki muhalefet ise kılını bile kıpırdatmadan, üstelik de tüm beceriksizliğine rağmen,  hanesindeki desteği artırmaya başladı, AKP’nin hataları muhalefetin hanesine artı olarak yansımaya başladı,  pandemi sürecinde zaten zayıf olan ekonomik şartlar daha da kötüleşti, Rusya-Ukrayna savaşında ise akıl almaz bir şekilde Türkiye’nin ne kadar dışa bağımlı olduğu ortaya çıktı, savaş neticesinde artan enerji, mal ve üretim maliyetleri Türkiye’yi tam anlamıyla dizlerinin üzerine çöktürdü.

Bu vakitten sonra AKP iktidarının yapabileceği tek şey, ülkedeki mal ve hizmetlerdeki fiyatları yüksek tutmak, ve dolayısıyla da enflasyonu olabildiğince yüksek tutmak, halka sunulan mal ve hizmetlerden alabildiği kadar yüksek vergi almak, kevgire dönmüş maliyenin kasasına biraz sıcak nakit doldurmak ve seneye yapılacak seçimde bu parayla halkın cebine biraz mavi boncuk dağıtıp, bir kez daha kandırmaya çalışmaktır.

Kısacası, yapılacak tek şey, halkın cebinden kazanla alıp, seçim zamanı kaşıkla geri vermektir.

Nasıl mı? Aslında çok basit.

En basitinden, 10 lira olan bir malın fiyatı 20 liraya çıktığında, o mal üzerinden alınan verginin miktarı da ikiye katlanır, devlet kasasına 1 lira gireceğine 2 lira girer, dolayısıyla devlet yüksek enflasyonda paradan para kazanır, olan geliri zerre zırnık artmayan maaşlı çalışanlara olur, bir malı iki katına, üç katına alıp, devletin kasasına daha fazla vergi girmesine yardımcı olurlar, ama kendi ceplerindeki delik büyür, devlet de kepçeyle, hatta kazanla aldığını döner ölmek üzere olan vatandaşın ağzına damla damla akıtır, canı çıkmadan ama sürüne sürüne yaşamasına güya yardımcı olur, tam ölmek üzereyken ağzına birkaç damla can suyu akıtılan vatandaş da devleti yönetenleri yine kurtarıcı olarak görür, sürüm sürüm sürünmesine rağmen “nasılsa ölmeden önce bunlar bizi yine biraz canlandırır, biz onlara muhtaç, onlar bize muhtaç” diyerek, kendisini sürüm sürüm süründürenlere karşı bağımlığını sürdürür, hükmedenler ise “bunlar nasılsa alışmıştır, aynen devam” diyerek, alışılagelmiş soygun taktiğini uygular, kısır döngü devam eder gider…

Cehaletin temelinde yükselen tüm iktidarlarda ve toplumlarda yaşanan film bundan ibarettir.

Tabi bizde de…

Ama bizdeki de az buz vahim bir hikaye değil, hatta beterin beteri sayılabilir…

Ülkenin en büyük partisi UBP’nin Eroğlu döneminden sonra yaşadıkları ve ülkeye yaşattıkları akıl alır gibi değil, kabus gibi, hatta kabus ötesi diyebiliriz.

Eroğlu’ndan sonra iktidara gelen İrsen Küçük dönemi tam bir rezillikler ve yüzsüzlükler dönemiydi, İrsen Küçük koltukta kalabilmek için çevirmedik entrika bırakmadı, en sonunda kendi partilileri bile elinden bıkıp usandı, kendisini hem Başbakan hem de parti başkanı pozisyonundayken sandığa gömdüler.

İrsen Küçük’ten sonra gelen Hüseyin Özgürgün döneminde de rezillikler artarak devam etti, Özgürgün banka hesaplarına giren çıkan milyonların hesabını veremedi, partiyi kendi çetesi sandı, tüm uyarılara kulak tıkadı, en sonunda işin iyice çivisi çıkınca Meclis’te dokunulmazlığı kaldırıldı, baktı gördü ki tutuklanıp hapse tıkılacak, pılısını pırtısını bile toplamadan Türkiye’ye kaçtı ve gidiş o gidiş, devamsızlıktan dolayı ne muhalefet ne de iktidar vekilliğinin düşürülmesi için kılını kıpırdatmadı, bu arada devletten maaşını çekmeye, cebimizden ödenen vergilerle aldığı maaşla keyfini sürmeye devam etti, halen de devam ediyor…

Özgürgün’ün arkasından oluşan boşluğu Ersan Saner fırsattan istifade doldurdu, doldurdu doldurmasına da, koltukta otururken ansızın ortalığa müstehcen bir video yayıldı, Ersan Saner videoda oynama var dedi, hakikatten de  videoda  birşeylerle bir oynama oluyor gibiydi, oynamanın ardından koltuk altından gidiverdi, bu sırada video sosyal medyada nerdeyse bütün dünyada paylaşıldı, böylece bütün dünya KKTC’yi tanıdı, Ersan Saner giderayak memleketi bütün dünyaya da tanıtmış oldu…  

Saner’in yerine ittire kaktıra Faiz Sucuoğlu geldi, geldi gelmesine de, bir türlü hükümeti kuramadı, bir kurdu, bir bozdu, bir kurdu, bir bozdu, yok Ankara öyle istediydi, yok böyle istemediydi, yok şöyle istediydi hikayeleri aldı yürüdü, Faiz Bey iki arada bir derede gitti geldi, ne istediğini ve ne yaptığını bilemedi, kendi partisinin bile ne olup bittiğinden haberi yoktu, neticede KKTC’de hükümetçilik işi son bir senedir tam bir karagözlüğe dönüştü.

UBP’nin Meclis Başkanı adayı Zorlu Töre’nin beşinci denemede zar zor seçilmesini hiç saymıyorum bile, adamı önce aday gösterdiler, seçmeye gelince resmen alay ettiler.

Böylesi kaotik bir zamanda Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın hükümet kurulması sırasında takındığı akıl almaz tavırları da işin tuzu biberi oldu, hem kendi destekçileri hem de muhalifleri tarafından fena halde eleştirildi, sanki çok gerekliymiş gibi sosyal medyada en çok eleştiri ve küfür alma başarısını bir tamam gösterdi,  kendisi de böylece sıfırı tamamen tüketmiş oldu.

İşin özetinde, Faiz Sucuoğlu ilk kurduğu kabinede Maliye Bakanlığı’nı memleketin en iyi maliyecisi olduğunu defaeten ispatlayan ve sadece UBP’nin değil, muhalefetin bile takdirini alabilen Olgun Amcaoğlu’na verseydi, sonraki rezil süreç yaşanmayacaktı.

Faiz Sucuoğlu ikinci kurduğu kabinede de daha koltuğa oturur oturmaz çuvallayan ve Kıb-Tek denen bataklığın zararlarını çıkarmak için halkın cebine saldıran Sunat Atun’u görevden almak için Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a gittiğinde, Ersin Tatar hemen gereğini yapsaydı, sonraki rezillikler süreci yine yaşanmayacaktı.

UBP “başkanımız Faiz Sucuoğlu’ndan başka birine hükümet kurma görevinin verilmesini kabul etmeyiz” dedi, ardından tükürdüğünü yaladı, parti meclisini toplayıp, hükümeti kuracak bir aday belirleyip, Cumhurbaşkanı’na ismini vermeye kalkıştı, ama daha aday ismi belirlenemeden, Cumhurbaşkanı Tatar yangından mal kaçırırcasına hükümeti kurma görevini, daha önce jet krizinde kendisinin bizzat görevden aldığı ve hakkında soruşturma açılmasına ön ayak olduğu Ünal Üstel’e verdi, hem UBPliler hem de muhalefet “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu…” dedi, kabine oluşturuldu ama hükümet halen kurulamadı, Meclis’ten güven oyunu henüz alamadı, alıp almayacağı da meçhul, görünen o ki sırada bir çuvallama daha var…

UBP çuvallar da “sıkı muhalefet” CTP hiç geri durur mu, o da sıkı mı sıkı muhalefet yaptı ama neyi sıktığını, neresini nasıl sıktığını pek anlayamadık, işin doğrusu!!!

Bu arada, Meclis’te muhalefetteki tek parti konumunda olan avazı çıktığı kadar bağırmayı, havanda su dövmeyi marifet ve muhalefet yapmak sanan CTP’nin başına en nihayet saksı düştü ve bu ülkedeki koalisyonlar mezarlığının en önemli sebeplerinden birinin dünyada eşi benzeri bulunmayan, saçma sapan seçim sistemi olduğunu zorla da olsa idrak edebildiler…

Kendilerine yüzde onluk bir kesimin bu garabet seçim sistemi yüzünden yüzde doksanlık bir kesimin iradesini esir aldığını ve bu rezaletin derhal değişmesi gerektiğini söylediğimizde, “hayır efendim, demokrasi varsa yüzde onluk kesim de Meclis’te temsil edilsin” diyorlardı, o yüzde onluk kesimin “bulunmaz hint kumaşı” havası yüzünden memleketin canına okunduğunu inatla kabullenmek istemiyorlardı, ama şimdi saksı “güçlü muhalefetin” kafasına şak diye düştü!!!

Bu ülkede güçlü muhalefete değil, iki partinin birbirini dengeleyen güçlü iktidarına, özellikle Ortadoğu ateş çemberinde Türkiye ve Kıbrıs Türkünün iktidarlarının ortak çıkarları konusunda sarsılmaz bir dayanışmaya ihtiyaç var, ama belli ki herkes kendi hırsına, kendi rantına, kendi çıkarına çalışıyor, ne UBP, ne CTP ne de AKP aklın yoluna inmiyor, herkes kendi keyfine, kendi ince hesapçıklarına göre gidiyor.

Bütün bu anormalliklerin normal kabul edildiği bu akıl almaz gidişatta, yaşadığımız şeyleri tek bir kelimeyle ifade etmek gerekirse, o da herhalde “kabus” olur…

Acaba bu kabustan uyanabilecek miyiz!!!

Açıkcası, yönetenlerin ve yönetenleri seçenlerin zihniyeti Cumhuriyeti kuranların bile çok daha gerisinde bir zihniyet olduğu sürece, bu kabustan uyanmamız imkansızdır.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu