Ediz TuncelKöşe YazılarıManşet

Ediz Tuncel yazdı: Karanlık ittifaklar, terörizm ve uyuşturucu kartelleri

Terörizm neden vardır?

Cevabı çok basit; teröristi yaratan güç odaklarının emperyalist ve kapitalist hedefleri doğrultusunda kullanılmak için…

Uyuşturucu kartelleri neden vardır?

Cevabı çok basit ama terörizm açıklamasından biraz daha karmaşık; Uyuşturucu kartellerinin yaratılmasına göz yuman, ön ayak olan güç odaklarının emperyalist ve kapitalist hedefleri doğrultusunda yaptıkları terör çalışmalarını finanse etmek için…

Aslında hem terörizm hem de uyuşturucu kartelleri şeytanla birlikte kucak kucağa aynı yatağa girmiş durumdadırlar.

En az elli yıldır uyuşturucu ticareti dünyanın dört bir tarafındaki terörist faaliyetlerin finansörü durumundadır.

PKK, PYD, IŞİD, TALİBAN, EL KAİDE gibi örgütler olmak üzere, özellikle Amerika’nın yarattığı tüm terörist grupların temel gelir kaynağı uyuşturucudur.

E, bu işi kendi başlarına yapacak halleri yok ya!

Bunları yaratan güç odaklarının da vatandaşındantan topladığı vergileri bunların yaratılmasına, silahlanmasına, eğitilmesine, donatılmasına filan harcayacağı yok ya!…Aksi takdirde vatandaş iktidara; “Benden topladığın vergiyle benim yaşam standartlarımı geliştireceğine, vergiyi bana hizmet olarak döndüreceğine, dünyanın bilmem neresinde ülkenin belli başlı kapitalist çıkar odaklarını koruyasın diye terörist faaliyetleri mi örgütlüyorsun, ilk seçimde hastir ordan!!!” der…

Dolayısıyla, emperyalizmin hedefindeki coğrafyalarda terörizm ve uyuşturucu el ele, kol kola gider, emperyalizmin hedefindeki coğrafya hem terörizmin hem de uyuşturucunun hedef-odak noktasına oturur.

Uyuşturucudan elde edilen gelirden uyuşturucuyu üreten veya pazarlayan ayak takımı da kısa yoldan nemalanırken, uyuşturucu pastasının büyük kısmı terörizmi örgütleme faaliyetlerinde kullanılan örtülü ödeneklere gider.

Böylece, bir taraftan hedef coğrafyadaki toplumun cebinden uyuşturucu parası alınırken ve toplum yozlaştırılırken, diğer taraftan da aynı toplum ve coğrafya, o parayla finanse edilen terörün kurbanı olur, ta ki bu işleri organize eden üst akıl ve güç odağı o coğrafyada ve toplumda istediği dönüşümü elde edene kadar…

Kısacası, toplum kendisini vuran terörü, uyuşturucu aracılığıyla kendisi finanse eder.

En azından son elli yıldır bu işler böyle yürür, gider.

Türkiye de jeopolitik konumu itibarıyla bu kirli tezgahın tam ortasında yer alan birkaç ülkeden bir tanesi pozisyonunda.

Geçen gün, sanki AKP iktidarında başka bakan yokmuş gibi hergün haberlerde olan ve hemen her konuda birilerine söyleyecek lafı olan, birileriyle kapışan Türkiye İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, uyuşturucuyla mücadele kapsamında haftada 5 bin cıvarında uyuşturucu satıcısı veya imalatçısını yakalıyoruz deyiverdi.

Aslında onun birşey açıklamasına da gerek yok, Avrupa Birliği’nin her yıl açıkladığı rapora bir göz atarsanız, durumun ne kadar büyük bir facia olduğunu anlarsınız.

Her sene Türkiye’de yakalan uyuşturucu miktarı nerdeyse tüm Avrupa’nın toplamının yarısından fazla.

Yine resmi kaynaklara göre Türkiye’de uyuşturucu olayı son beş yılda akıl almaz bir artış göstermiş, hem miktarı kat be kat artmış, hem de uyuşturucudan yakalan sayısı misli misli artmış.

Türkiye açık ve net şekilde uyuşturucuya karşı büyük bir mücadele veriyor, ama Süleyman Soylu’nun açıklamasına baktığınızda hemen aklınıza şu soru geliveriyor; Haftada bu kadarını yakalıyorsunuz ama ya yakalayamadıklarınızın tahmini sayısı nedir!!!

Bir de uyuşturucudan yakalanan satıcıların ve üreticilerin kaçta kaçı Türk vatandaşı, kaçta kaçı yabancı???

Manzaraya baktığınızda, net bir şekilde görülüyor ki Türkiye’deki kontrolsüz göç arttıkça, uyuşturucu belası da artıyor, üretici-aracı-pazarlayıcı-kullanıcı zinciri tıpkı bir örümcek ağı gibi giderek daha fazla genişliyor.

Şimdi filmi biraz başa saralım.

Dedik ki, terörizmin en önemli finans kaynağıdır uyuşturucudur.

Son elli yılda dünyadaki terörizm faaliyetlerin baktığınızda karşınıza hepsi de toplum ve ülkenin milli bütünlüğüne tehdit oluşturan birkaç tür terörist çıkar;

Sözde sağ sol palavrası temelinde ideolojik amaçlarla kurulmuş silahlı terör örgütleri.

Sözde etnik çekişmeler temelinde kurulmuş silahlı terör örgütleri.

Sözde din savaşları temelinde kurulmuş silahlı terör örgütleri.

Sözde dini inanışlar temelinde kurulmuş ama silaha henüz sarılmamış tarikat-cemaat kılığında, silahlı eyleme geçmek için hazırda bekleyen terör örgütleri.

Yukarda saydığım dört tür teröristin yaratıcısı, eğiticisi, finansörü konumunda olan güç odağı, ki bu da genellikle dünya üzerindeki egemenliğinden vazgeçmek istemeyen devletler ve o devletleri yönetip yönlendiren güç odaklarıdır, üst akıl tayfasıdır.

Hatta ve hatta, tarihin çok da gerilerde olmayan tozlu sayfalarına baktığınızda, karşınıza şak diye Amerika ve CIA çıkar…

Belki hatırlarsınız, meşhur  Amerikan Başkanı Henry Kissinger’in bir lafı vardı, kısaca “Biz içimizdeki hainleri yaşatmayız, ama başka ülkelerdeki hainleri amaçlarımız doğrultusunda kullanırız, gerekirse amaçlarımıza ulaşmak iktidara da getiririz” demişti.

İşte o hainlerin en kestirmeden tipleri ve kullanım şekilleri yukardaki listedeki ilk dörtlüdür, beşincisi de aslında tüm teröristlerin ve terörizmin babası olan elabaşı teröristtir.

Bizim coğrafyamızda Taliban, PKK, EL-Kaide, El-Nusra, IŞİD, Fetoşlar tayfası gibi örgütlerin tümü net bir emperyalist amaca hizmet edecek şekilde belli bir taktikle yaratılmışlar ve kendilerine biçilen rolü yerine getirmektedirler.

Ellerine verilen silahın parasının kendi halklarına, kendi insanlarına pazarlanan uyuşturucudan geldiğini akılları zerre zırnık kesmemektedir.

Dolayısıyla, terörün ve uyuşturucunun en büyük dayanağı da zırcehalettir.

Hedef coğrafyada ne kadar çok zırcehalet, o kadar çok terör ve uyuşturucu geliri; ne kadar çok terör ve uyuşturucu geliri de o kadar çok kaos ve emperyalist ve kapitalist hedefe o kadar çok kolay ulaşım demektir.

Bugün Türkiye’deki AKP iktidarı bir taraftan din sömürüsünden siyasi rant elde ederek ayakta durmaya çalışırken, diğer taraftan da Atatürk’ün ve Cumhuriyetin temel değerlerinden fersah fersah uzaklaşırken, adım adım yukardaki tuzağın içine düştü, hem de feci şekilde düştü, nihayetinde de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bu durumu, sanki bir marifetmiş gibi, ifşa etti.

İşin ilginç tarafı, son 20 senedir iktidarda olan AKP iktidarı adım adım bu tuzağın içine çekilirken, muhalefet tayfası da bu konuya dikkat çekmek için hiçbir dikkate değer girişim yapmadı, her iki tarafta da zırcehalet ve liyakatsizlik aldı başını yürüdü, sonuç olarak da Türkiye karanlık ittifakların canı istediği gibi cirit oynadığı bir coğrafyaya dönüştü.

Bu konularla ilgili olarak yazdığım köşe yazıları ta 2008 yılllarına dayanır, ta o zamanlarda gördüğümüz manzara bugünlerin habercisiydi ve uyuşturucu, terör ve kontrolsüz göç kombinasyonundan oluşan bu dehşet bela göstere göstere geldi.

2000’li yılların başında İngiltere’ye doktora için gittiğimde, bizde internet resmen premature durumdaydı, ama İngiltere’de bize göre uzay çağını yaşıyordu.

E, ülkenin ve toplumun milli güvenliğini tehdit edecek noktada daha 3 sene öncesinde askerdeyken karşılaştığım olaylar, ondan önce Türkiye’de lisans ve master yaparken karşılaştığım olaylar, ondan önce Kıbrıs’ta doğduğumuz zamandan beri yaşadığımız rezil rüsva durumlar, haliyle bir bilinç oluşturmuştu.

İngiltere’ye gidince, elimin altına dünya kadar da kaynak ve kaynağa erişim imkanı alınca, bir taraftan doktora çalışmalarına odaklanırken, diğer taraftan da özde bizim coğrafyayı ve genelde ise dünyayı cehenneme çeviren olaylar zincirinin sebeplerini, süreçlerini, aktörlerini, yöntemlerini dibine kadar araştırma imkanı da buldum.

Filmi biraz daha gerilere doğru saralım, durumun vahimiyetini bir örnekle pekiştirelim.

Hiçbir şey hatırlamazsanız da, doksanlı yılların sonunda Bill Clinton ile stajeri Monica Lewinsky’nin saksafon macerasını mutlaka hatırlarsınız, tam da Clinton Monica ile işi nasıl pişirdiklerini canlı yayında bütün dünyaya ballandıra ballandıra anlatırken CIA 400 sayfalık bir rapor yayınlamış ve bu raporda Orta Amerika’daki kontragerilla hareketini finanse etmek için uyuşturucu kartelleriyle nasıl işbirliği yaptıklarını, uyuşturucuyu nasıl Amerika’ya soktuklarını ve özellikle de siyahi kesimler arasında nasıl pazarladıklarını, bir taraftan uyuşturucu parasıyla hedef coğrafyadaki terör faaliyetlerini finanse ettiklerini, diğer taraftan özellikle siyahi toplumu toplumsal hiyerarşinin en altında tutabilmek maksadıyla uyuşturucu müptelası haline getirmek için özel gayret sarfettiklerini itiraf etmek zorunda kalmıştı, bu tezgaha karşı siyahi toplumun tepkileri de çığ gibi büyümüştü.

O dönemde senatör olan John Kerry bu işi kamuoyuna ballandıra ballandıra anlatmış, CIA başkanı olayın ortaya çıkmasından hemen sonra görevinden ayrılmış, bu konuda hiç kimseye de en ufak bir hesap sorulmamıştı, kimse yargılanmamıştı.

Araştırmalarıyla bu olayın ortaya çıkmasına vesile olan ve elindeki tüm verileri basına yansıtan gazeteci Gary Webb ise işinden olmuş, Amerikan basını “milli güvenlik” gerekçesiyle Gary Webb’e arka çıkmamış, buna rağmen Webb bulgularını yayınlamış, hükümet yetkilileri de tüm olayları ve rollerini kabul etmiş, ve yine buna rağmen Gary Webb elinde yeterli delil ve itiraflar olmadan bu tezgahı ortaya çıkardığı iddiasıyla eleştirilmiş, işsiz kalmış, aile hayatı bitmişti.

Birkaç sene sonra da, gazeteciliğe yeniden başlama fırsatı bulmuş, ama evinde intihar etmiş olarak bulunmuştu…Polise göre güya 38’lik Smith Wesson’u sağ şakağına dayamış, tetiğe basmış, mermi kafasını boydan boya geçmiş, yüzünün sol tarafından çıkmış, yüzünün sol tarafını komple patlatmış, ama Gary Webb merminin etkisi ve merminin giriş deliğinden başının içine dolan barut gazı basıncıyla pelteye dönüşmüş beyniyle kafasına sıktığı tek merminin ölmesi için yeterli olmayacağını düşünmüş (!), “hadi lan bir tane daha sıkayım da tamam olsun demiş”, artık içinde beyin ve suratının yarısı olmayan kafasına bir mermi daha sıkarak, kafasının geri kalan kısmını da uçurarak ölmüştü…Polisin resmi açıklamasına göre, ender de olsa, böyle intiharlar olabiliyormuş!!!

Yersen…

Neyse, CIA direktörü John Deutch’un görevinden ayrılması ve Demokratların senatörü olarak CIA’nın yediği haltları itiraf eden John Kerry’nin lafları Clinton-Lewinsky saksafon macerası arasında kaynayıp gitmişti, ne Amerikan basını, ne de dünya basını bu konuyla ilgili nerdeyse tek kelime etmemişti, bizimkiler zaten dünyadan bihaber, tıpkı bügün olduğu gibi, o günlerde de kadın cinayetlerini, terör olaylarını, ülkedeki bilimum abuk subuklukları manşetlere atmakla, siyasi tetikçilik yapmakla meşguldüler…

Bu arada bizim Kerry,  fetoşlar tayfası darbeye kalkışırken Türkiye’nin aşkından yanıp tutuşan Rum-Yunan-Ermeni lobisi destekli Demokratların Dışişleri Bakanı’ydı ve darbenin hemen arkasından Türkiye’ye gelerek iktidarıyla, muhalefetiyle bizim anlı şanlı siyasileri bir masa etrafında toplamış, “vah vah, neler oldu size böyle, çok üzüldük” diyerek gırgır geçmiş, bir güzel şov yapmış, milletin aklıyla da sırıta kırıta bir güzel dalga geçmişti…Hatırlatalım!

Bugün Türkiye’yi çok seven Rum-Yunan-Ermeni lobisi destekli Demokratlar yine iktidardalar, Türkiye’de ise uyuşturucu, terör, silahlı-silahsız terörist ve dinci radikal gruplar ve odaklar kombinasyonu ise tam gaz faaliyetteler, iktidar ve muhalefet ise birbirleriyle kapışarak “kombinasyonun” yapamadığını yapma gayretinde…

E, hepsi tesadüf canım!!!

Gary Webb’in beyninde patlayan tabanca, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en fazla polisinin kol gezdiği cadde olan İstiklal Caddesi’nde patlayan bomba, daha önce İstanbul’da, Ankara’da, havalanlarında, meydanlarda patlayan ve yüzlerce insanımızı katleden bombalar, her hafta yakalanan binlerce uyuşturucu taciri, Türkiye’nin gündeminden bir an bile düşmeyen içerdeki ve sınırlardaki terör olayları, kontrolsüz göçle Türkiye’nin içine doluşturulmuş milyonlarca ne idüğü belirsiz tip, tavan yapmış liyakatsizlik ve zırcehalet, bütün bunların yüzünden çöken ekonomi, sinirden, stresten, nefretten, çaresizlikten ve umutsuzluktan patlama noktasına gelmiş bir toplum, kamplara bölünmüş ve birbirine ölümüne düşman duruş sergileyen siyaset ve siyasiler, Türkiye’yi dört bir taraftan çembere almış ve bütün bunlara hem gaz veren hem de olan biteni keyifle seyreden karanlık ittifaklar…

Hepsi tesadüf canım!!!

Hala “en büyük bomba” kıçımızda patlamadı diyorsanız, az sabredin, sizin aklınız başınıza gelene kadar onu da patlatırlar, ondan sonra başınıza gelecek kadar akıl filan da kalmaz…

Diğer Haberler

Başa dön tuşu