Ediz TuncelManşet

Ediz Tuncel yazdı: Ağustos

48 yıl önce 14 Ağustos…

İkinci Barış Harekatı’nın başlangıç tarihi.

20 Temmuz 1974’de başlayan muharebeler gerçek bir savaştı, 2. Dünya Savaşı’ndan beri benzeri görülmemiş bir yıldırım harekatıydı.

Rum-Yunan ikilisi Kıbrıs’ın dört bir tarafını askeri karargahlarla donatmış, her köşeyi, her kavşağı, her tepeyi barikatlarla, mevzilerle, silahlarla donatmışlardı.

En önemli mevzileri ve mevkileri Rum-Yunan komando birliklerinin tuttuğu Beşparmak dağlarıydı.

Harekat başladığında 30 kadar mücahidi, ki bazıları çocuktu, hiçbir doğru dürüst askeri eğitimleri ve silahları yoktu, gafil avlamışlar, onlara kuduz köpekler gibi saldırmışlar, kimini yakaladıkları yerde parçalayarak, delik deşik ederek katletmişler, kimini de işkenceden geçirdikten sonra uçurumdan aşağı canlı canlı atmışlardı.

Esir almak gibi bir dertleri yoktu, tek dertleri susadıkları Türk kanını vampirler gibi doya doya içmekti, vahşetti.

Aynısını 1920’lerde Anadolu’yu işgale kalkıştıklarında da yapmışlardı.

Ancak bu kuduz köpekler tayfası 24 saat bile geçmeden bu kez acemi mücahitlerle değil, kendilerinin yarı gücü kadar bile olmayan Türk komandolarıyla, gerçek ve korkusuz savaşçılarla yüzleştiler ve sadece Beşparmakların değil, dünyanın kaç bucak olduğunu gördüler.

Yarbay Cemal Eruç’un komutasındaki komando birliği kendilerinden en az iki kat daha güçlü olan ve Beşparmakların hakim kayalıklarında mevzilenmiş Rum-Yunan komando birliklerini gece ve gündüz süren cehennemi bir çarpışmadan sonra dağlardan aşağı süpürdüler, Girne ve Lefkoşa arasındaki en önemli mevkiyi kontrolleri altına aldılar, savaşın ondan sonraki sürecinin kaderini değiştirdiler, binlerce askerin ve sivilin hayatını kurtardılar.

Biz o zamanlar çocuktuk  ama hafızalarımıza kazınmış olanlar çocukluğumuzun güzel şeyleri değil, sayısız dehşet ve vahşet anlarıdır, ailelerimizle birlikte yaşadığımız o  kadar çok dehşet ve vahşet anı vardı ki ömrümüz biterken bile muhtemelen hatıralarımızdan silinmiş olmayacaklar.

14 Ağustos’ta başlayan ikinci harekat, 16 Ağustos’ta Yarbay Cemal Eruç’un komandolarıyla birlikte 16 Ağustos sıcağında Lefke’ye girmesiyle, üzerinde Türk bayrağı çekili cipiyle önümüzden geçmesiyle son buldu…

Rum-Yunan komandoları Mağusa’daki Gülseren eğitim kampı olarak kullandıkları binaların duvarlarına CESURSAN GEL AL yazmışlardı, ta o zamanlardan beri rakipleri Kıbrıslı Türkler değildi, Kıbrıslı Türkler onlar için çerez niyetine yenecek garibanlardı…

Harekat bittiğinde ise o duvarların üzerinde CESURUM GELDİM ALDIM yazıyordu…

Birinci harekat topu topu toplamda beş bin askerle başlamış, ikinci harekat ise on bin askerle tamamlanmıştı…

Dünya savaş tarihinde Kıbrıs çapında bir adaya eni topu onbin askerle çıkarma yapıp da zafer kazanılan bir başka örnek yoktur, ki karşılarında toplamda 20 binden fazla bir askeri güç vardı.

Mesele şuydu, güçleri vardı ama yürekleri yoktu.

Çapulculuk ve kabadayılıktan ileri gitmeyen güçleri ancak bizim gibi çocuklara, sivillere yetiyordu.

Karşılarına gerçek askerler, gerçek komutanlar çıkınca hem Kıbrıs’ın hem de dünyanın kaç bucak olduğunu gördüler.

Aynı zihniyet, artık tamamen bittiğini tükendiğini zannettiği Anadolu’yu 74’den tam 55 sene önce sırtını İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya ve hatta Japonya gibi zamanın en güçlü devletlerine dayayarak işgal etmeye kalkışmış, ama yine bir Ağustos ayında Atatürk’ün komutasındaki Türk ordusunun nerdeyse yüz kilometreye yayılan bir savaş hattı boyunca başlattığı yıldırım harekatı karşısında mum gibi erimiş, palas pandıras tabanları yağlayıp, İzmir’den denize dökülmüştü…

Güçleri vardı ama yürekleri yoktu, Türk tarafında ise güç eksikti ama yürek fazlasıyla vardı.

Ver bir başka Ağustos…

26 Ağustos 1071, Muş’un Malazgirt ovasında Bizans imparatoru Romen Diogenes’in ordusuyla Alparslan’ın Selçuklu ordusu karşı karşıya gelmiş, tarihin en kanlı meydan savaşlarından birinin  akşamında Selçuklu ordusunun dört katından fazla olan Bizans ordusu nerdeyse tamamen yok edilmiş ve Anadolu’nun bir Türk yurduna dönüşmesinin yolu ilelebet açılmıştı.

Yine Bizans tarafında dört kat fazla güç vardı ama yeterince yürek yoktu, karşı tarafta ise güç zayıftı ama yürek fazlasıyla vardı.

Ağustos ayı bin yıldır süren atavistik Türk-Yunan kavgasında Yunan tarafı için tarihi acıların depreştiği  bir aydır.

20. yüzyılda ağustos ayları içinde, biri Anadolu’da, biri de Kıbrıs’ta olmak üzere Rum-Yunan ikilisinin iki kez feci dayak yemesinin tek sebebi kendilerinin fazlasıyla kaşınmasıdır. 

Büyük bir talihsizlik eseri, son birkaç dönemdir Kıbrıs’ta ve Yunanistan’da seçilen liderlerin çapları, Yunanistan’ı ve Kıbrıs’ı felaketten felakete sürükleyen eski liderlerinin çaplarıyla aynıdır.

Geçmiştekiler fanatik ve sinsi politikaları neticesinde halklarını felaketten felakete sürüklediler, hatta Küçük Asya felaketi dedikleri yenilgiden sonra Yunan Başbakanı Gunaris de dahil olmak üzere, bazı siyasi liderler askeri cunta tarafından idam edilmişlerdi.

Geçmişten ders almayan bugünküler de, maalesef tarih tekerrürden ibarettir diyerek, Türkiye’nin içine düştüğü ekonomik, siyasi, sosyal ve askeri kaosu fırsat bilerek, aynı yolu izlemeyi tercih etmektedirler.

Bir ülkenin temellerini sarsan başlıca iki önemli faktör vardır, birincisi savaştır, ikincisi de kontrolsüz göçtür…

Türkiye tam 40 yıldır trilyonlarca dolar harcayarak, onbinlerce şehit vererek, Amerikan emperyalizminin uşağı olan PKK ve uzantıları ile savaşmaktadır.

Diğer taraftan, yine bir  Amerikan tezgahı olan Büyük Ortadoğu Projesi sayesinde çıkarılan savaşlar neticesinde en az on milyon mülteci Türkiye’ye doluşmuş, her şekilde ülkenin kanını emmekte ve ülkeye maddi ve manevi açıdan tarifsiz zararlar vermektedirler.

Türkiye tüm güney sınırı boyunca bir taraftan PKK ve uzantıları ile çarpışırken, diğer taraftan hem sınırları içinde hem de sınırlarında yine Amerika ve tayfasının peydahladığı ve sapık, gözüdönmüş katiller ordusundan oluşan, herbiri ötekinden daha kudurmuş dinci örgütlerin tehdidi altındadır.

Öyle ki, her gün haberlerde başta PKK, FETÖ ve IŞİD olmak üzere, sürekli olarak terör örgütlerine karşı yapılan operasyonların haberleri çıkmaktadır.  

Ne yazık ki, Türkiye’nin bugünkü haline baktığımızda, başta savaş ve kontrolsüz göç olmak üzere, son 20 senedir Türkiye’yi köşe bucak saran tarikat ve cemaatlerin ülkeye verdikleri zararlar ve yine 20 senedir iktidarda olan AKP’nin öngörüsüzlüğü yüzünden  Türkiye bugün ekonomik, siyasi ve askeri açıdan 20 sene önceki durumunun çok gerisine düşmüştür.

Bunu gören Yunanistan ve Rum kesimi, sırtlarını Amerika ve Avrupa Birliği’ne dayayarak düpedüz horozlanmaktadır, özellikle Ege ve Doğu Akdeniz bölgesinde Türkiye’ye karşı tahrik üstüne tahrik politikası geliştirmektedir, sabrını fazlasıyla zorlamaktadır.

Burada net bir hedef vardır ve AKP iktidarı, farkında olarak ya da olmayarak, adım adım o tezgahın içine doğru çekilmektedir.

Türkiye, Yunanistan’ın tahrikleri ve Amerika’nın kışkırtmasıyla Yunanistan’a karşı bir savaşa zorlanmaktadır.

Yunanistan ise arkasına Amerikan senatosunda şu anda iktidarda olan lobicilerini almış, AB’yi almış, habure askeri gücünü geliştirmeye çalışmaktadır, buna paralel olarak da özellikle Ege’de, Türkiye sahillerine yakın bölgelerde tahriklerini artırmaktadır.

Ekonomisi zarıncayan Yunanistan ekonomisini geliştirmeye odaklanmamış, yatırımlarını askeri gücünü geliştirmeye yöneltmiş, özellikle son iki yılda askeri gücünü geliştirme gayretleri en üst seviyeye çıkmıştır.

Aynı durum Kıbrıs’ta Rum tarafı için de geçerlidir, son birkaç yılda yaptıkları askeri harcamalar ve savunma ve saldırıya ayırdıkları bütçe akıl almaz boyutlardadır, milyarlarca Eurodur.

Bunun tek sebebi, Türkiye ile bir savaş korkusudur.

Yunanistan hem savaştan korkmakta, hem de akıl almaz bir şekilde savaşın yolunu açacak sebepleri yaratmaktadır.

Türkiye’nin Yunanistan’ın tahriklerine kapılıp da Yunanistan’a girişmesi demek, zaten zorda olan ekonomisinin ve mali bütçesinin tamamen çökmesi demektir, bu da Türkiye’yi Sevr dönemine götürür, bölünmesini ve parçalanmasını kolaylaştırır, bölgede ikinci bir Arap Baharı denen rezillikler süreci başlar.

Diğer taraftan, Yunanistan’ın askeri gücü ne olursa olsun, Türkiye 48 saatte Yunanistan’ın toplam nüfusu kadar askeri seferber eder, Ege’den ve Trakya’dan on milyonluk bir ordu sel gibi Yunanistan’ın içine akar, ortalığı yakıp yıkar, ortada Yunanistan diye bir şey kalmaz.

Sonucu ne mi olur, kukla Yunanistan yerle bir olur, bu zafer Türkiye açısından bir Pirus zaferi olur, Yunanistan’ı hallaç pamuğu gibi atmasının ardından Türkiye karşısında Avrupa Birliği’ni ve Amerika’yı bulur, envai tür ambargolar altında ezilir.

Bir başka senaryo daha olasıdır, kaşınan Yunanistan’ı Türkiye kaşımaya başlar, Amerikan senatosundaki Rum-Yunan-Ermeni lobisi Yahudi lobisini de ayartıp, Amerika’yı Türkiye’ye karşı Yunanistan’ın yanında savaşa sokar…

Böyle bir senaryoda Rusya da boş durmayıp, Türkiye’yi destekler ve ortaya ikinci ama çok daha dehşetli bir Ukrayna ve Suriye vakası çıkar…

Peki, Yunanistan piyon olup da tahriklerini Türkiye ile savaş çıkaracak noktaya kadar çıkarır mı, esas soru budur.

Evet, maalesef ki Yunanlı ve Rum liderler, Türk düşmanlığı ve Türkiye’ye karşı askeri ve siyasi zaferler elde etme hayali söz konusu olduğunda,  salağın önde gidenidirler.

Tıpkı, nerdeyse 50 sene önce Gülseren kampındaki binaların duvarlarına CESURSAN GEL AL yazan ve kendi güçlerinin çeyreği kadar bile olmayan Türk askeri geldiğinde kaçacak delik arayan çakma Rum-Yunan komandolarına gaz veren liderleri kadar salağın önde gidenidirler…

O yüzden aklı başında birileri çıkıp da, be efendiler, artık daha fazla kaşınmayın, günün sonunda Türkiye sahillerinin dibinde zırt pırt kayalıklara diktiğiniz bayrak direklerinde kazığa oturtulursunuz,  bu gidişatın da sonu felakete doğru evrilir, tarihinize bir başka ağustos daha yazılır demelidir…

Diğer Haberler

Başa dön tuşu