Ediz TuncelManşet

Ediz Tuncel yazdı: Aklınızı başınıza toplayın beyler!

Devlet yönetmek mahalle bakkalı yönetmeye benzemez.

Ancak bizim memlekette 74’den sonra 47 senede 43 hükümet kuran ve hepsinde de kafa üstü çakılan siyasi anlayış bugüne kadar malesef devlet yönetimini mahalle bakkalı yönetim seviyesinin de altında tuttu. 

Mahalle bakkalı bile batmamak için borçlularına en azından bir kısım borçlarını ödemedikçe daha fazla mal vermezdi. 

Bizim devlet ise sayısız kez battı, her seferinde de eğreti yöntemlerle ve genelde Türkiye’nin yardımlarıyla ve bankalardan borçlanarak tamamen “ölmekten” kurtuldu. 

Şimdi ise pandemiden ve beceriksiz  yönetimlerden dolayı tarihinin gördüğü en kötü mali dönemi ve devlet mekanizmasının en büyük çöküş dönemini yaşıyor.

Sağlık sistemi tamamen çökmüş durumda, doktor eksikliği hat safhada, personel eksikliği ta keza, teknik ekipman ve ilaç eksikliği tavan yapmış durumda, sağlık çalışanları verimli çalışamıyor, sinirleri pandemi baskısından aşırı gerilmiş durumda, Sağlık Bakanlığı’nın tek becerdiği iş günlük vaka sayılarını açıklamak, memleketteki anormal düzen hastanelerin ve sağlık çalışanlarının yükünü daha da artıyor, barlarda meyhanelerde patlayana kadar kafayı bulan her geri zekalı soluğu kusarak acil serviste alıyor, burnu kaşınan soluğu acil serviste alıyor, kaytarmak isteyen rapor almak için habure doktorların kafasını didikliyor, kazaya uğrayıp el ayak kırıklarıyla hastaneyi boylayan ameliyat edilemiyor, özel hastaneler olmasa gerçekten acil durumdaki hastaların çoğu hayatını kaybedecek, bu listeyi sayfanın sonuna kadar uzatabilirim ama gerek yok.

Sağlık sisteminin kendisi artık tamamen sağlıksız, hasta ve verimsizdir. 

Kovide yakalanarak hızlı bir şekilde hayati fonksiyonları çöken ve hayatını kaybeden yavrucuğumuz Meryem Ceren Kırma’nın ölümünden sadece kovid değil, doğrudan doğruya sağlık sistemi ve yönetenleri de tepeden tırnağa sorumludur, kimse hikaye okumasın. 

Bu çocuk kaotik sağlık sisteminin içine düştü, kendisine gerekli müdahaleler gereken hızda ve şekilde yapılamadı, göz göre göre gitti ve arkasında tarifsiz bir acı bıraktı. 

Belki en gelişmiş tıp teknolojileri bile bu çocuğu kurtarmakta yetersiz kalabilirdi ama gerçek şu ki, bizim yerle bir olmuş sağlık sistemimiz bu çocuğa gereken müdahaleyi gereken hızda yapabilmek için ne personel ne de teknik altyapı açısından hiçbir şekilde yeterli değildir, bunun da sorumlusu başta gelen giden sağlık bakanları olmak üzere, bu ülkeyi partizanca yönetenlerdir. 

Eğitim sistemi deseniz yıllardan beri süregelen sorunlar yüzünden kör topal idare ediyor, tamamen bilimsel bir detay olan müfredat verimsizliğini ve mali sıkıntılardan dolayı okullardaki altyapı eksikliklerini bir tarafa bıraksak bile, eğitimdeki en önemli sorunlardan biri çoğu ailenin  çocuklarının okul dışında eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdürme konusunda  yeterli duyarlılığa sahip olmaması ve bir çocuğu eğitip öğretmek konusunda bütün yükün öğretmenin başına kalmasıdır. 

Türkiye’deki fetoşlar darbesinden sonra bir süre durulan tarikat-cemaat sevdası şimdi yeniden moda olmaya başladı, özellikle Türkiye kökenli aileler ufacık çocuklarını tarikatların kucağına atıyorlar. 

Öyle sanıldığı gibi bu rezillik sadece Türkiye’de çöreklenmiş değil, burada da ülkenin her köşesinde gizli saklı veya açık açık faaliyet gösteriyorlar ve tam anlamıyla cehaletten besleniyorlar, cehaleti körüklüyorlar, cehalet arttıkça daha fazla besleniyorlar, beslendikçe de büyüyorlar, çatır çatır din sömürüsü yapıyorlar. 

Diğer taraftan memleketin her köşesinden akıl almaz miktarlarda uyuşturucu fışkıyor, polis gün 24 saat ülkenin dört bir tarafına yayılan bu alçaklar şebekesinin peşinde koşturuyor, her yakaladığının yerine iki tane peydahlanıyor, ancak polisin elinde yeterli eleman yok, yeterli teknik takip sistemi yok, organize suçla mücadele için istediği teknik takip yasaları da bir türlü Meclis’ten geçmiyor. 

Diğer taraftan, bu memleketi mesken tutmuş mafya bozuntuları altıncı kol faliyeti olarak çıkardıkları tek sayfalık internet gazetesi paçavralarıyla yıllardan beridir organize suçla mücadele eden polis müdürlerini hedef alıyorlar, bizim hükümetler bunu uzaktan izliyorlar, her ne halse…

Önce Pervin Gürler döneminde başladı, Pervin Hanım gerek siyasi rantçılar, gerekse mafya bozuntuları tarafından yaylım ateşine tutuldu, arkasından Polis Genel Müdürü olan Süleyman Manavoğlu’na mafyatik medyacılar ve tetikçileri tarafından bel altı saldırılar başladı, onun arkasından Genel Müdür olan Ahmet Soyalan’a karşı mafyatik tetikçilik faaliyetleri başladı, onun arkasından yakın dönemde organize suçla ve haraç çeteleriyle mücadelede ön planda olan şimdiki Güzelyurt Polis Müdürü Zafer Zaifer’e karşı organize bir çamur atma kampanyası başlatıldı ve bunları yapanların tümü de aynı veya benzer kaynaklardan beslenen mafyatik ayak takımı.

Üzerlerine gidilmedikçe, daha da cesaretlenerek sürekli hedef alanlarını genişletiyorlar, mafyatik işlerini darbeleyenleri iftira kampanyasına maruz bırakırken kendilerine zorluk çıkaracak olanlara da akıllarınca gözdağı veriyorlar, bizim hükümetler de bu konuda resmen uyuyor!

Ha, diyeceksiniz ki memlekette hükümet mi var da bunlarla uğraşacak!

O da doğru, ben 50’yi devirdim, hala memlekette hükümet filan görmedim, sadece hükümetçilik oynayan siyasiler gördüm ve hala daha da görüyorum.

Tek becerebildikleri şey mafyatik çakal sürüsüne istedikleri gibi at oynatabilmek için zemin hazırlamak ve haklı veya haksız olduğuna bakmadan sadece seçimde oy potansiyeli olabilecek şahıslara habure vatandaşlık vermek, devletin sağlık, eğitim, ulaşım, vergi yükünü daha da artırmak.

Diğer taraftan, benimle on yılı aşkın süredir çalışan, anne-babası vatandaş olan, liseyi, üniversiteyi burada bitiren ve sapına kadar vatandaş olma hakkına sahip insanlar hakları olmasına rağmen vatandaş olamıyor, ama memleketin başkenti neresidir diye sorsan bilmeyen şahıslara gollifa dağıtılır gibi vatandaşlık dağıtılıyor.

Böyle bir ortamda elbette her türlü yolsuzluk, soysuzluk, çakal tayfası da rahatlıkla ürer. 

Diğer taraftan, memleket nerdeyse bir sene UBP’nin abuk subukluklarla dolu iç kavgalarıyla yatıp kalktı, en sonunda kurultay bitirildi de partinin başına geçen isim belli oldu. 

Dr. Faiz Sucuoğlu mizacında iyimser ve çözümcü bir insandır, ancak gelin görün ki 74’den sonraki en kötü dönemlerden birinde parti başkanı ve Başbakan oldu, şimdi ise icraat bile yapamadan önünde bir erken genel seçim var. 

Bana kalsa, bu kadar kaotik bir ortamda erken bir genel seçime gerek yok derim, CTP veya HP ile UBP’nin hükümet kurabileceği Meclis aritmetiği var, ancak kimse elini taşın altına koymak istemiyor, ötekinin hatasının kendi hanesine hak payı olarak yazılacağını umut ederek bir erken genel seçim istiyor. 

Ancak görünen köy kılavuz istemez, olası bir erken genel seçimden UBP kesinlikle birinci parti çıkar, hatta ve hatta, son dönemlerde yapılan, ki en az yarısı gereksizdi ve sadece seçime yönelik bir hamleydi, kitle vatandaşlıkları da bu seçimde UBP’nin hanesine yazılır, en az 40 bin mühürle UBP belki de tek başına iktidar olma fırsatını yakalayacak. 

UBP’nin gelmiş geçmiş bütün hatalarına rağmen kişisel bazda çözümcü olan, şahsen şahit olduğum birçok durumda soruna çözüm için elinden geleni iyimserlikle yapan Faiz Sucuoğlu’na bir şans verilmesi, ülke açısından bir fayda sağlayabilir. 

Keşke şu anda erken bir genel seçim derdiyle uğraşılmasa da bir UBP-CTP koalisyonu kurulsa ve ülkede sorunların çözümüne odaklanılsa…

Ancak, malesef ki, siyasi akıl tutulması bunu engelliyor ve kimsenin gerçek anlamda karlı çıkamayacağı bir erken genel seçime daha gidiliyor. 

Bu seçim sonucunda yine tek birşey ön plana çıkacak, önce vekil seçilmek isteyenler kapı kapı gezerek halkı “öpecek”, seçildikten sonra da beceriksiz ve iradesiz yönetimler halkın anasından emdiği sütü burnundan getirecek, zihniyet değişmedikçe kaos ortamı devam edecek, irade ortaya konmadıkça halk yine bilinçli seçim yapmayacak, futbol takımı tutar gibi parti tutacak, partizanlık yine ortalığı silip süpürecek, ama günün sonunda golü yiyen de halk olacak, arabasının aylık masrafı beş bin lira olan bol kepçe yiyicisi vatandaş yıllık milyonlarca doları bulan kazancını beş bin lira gösterecek, malına mal, mülküne mülk, bankadaki tonla parasına para katacak, dibine kadar vergi kaçıracak, ama devlet kör topal giden devletin çarklarını döndürebilmek için vergiyi sadece yakalayabildiği garibandan söke söke alacak.

İşte, bu seçimden sonra Faiz Sucuoğlu’nun esas uğraşması gereken sorunlardan biri budur, ya bu ülkeye adalet ve sosyal devlet anlayışı hakim olacak, ya da tükenmeye devam edeceğiz. 

Bu arada, Türkiye’deki beceriksiz yönetim ekonomik açıdan Cumhuriyet tarihinin en kötü yönetimini sergiliyor,  Türk Lirası eridikçe eriyor, dünyanın en hızlı değer kaybeden parası durumuna düşmüş, ama sorun hala “dış mihraklarda” aranıyor…

Bu kadar beceriksizce devlet ekonomi yönetmeye çalışan, çareyi üretimde değil de tüketimde arayan bir yönetimin dış düşmanlara hiç ihtiyacı yoktur, onları hiç dert etmeyin, siz herşeyi kafanıza giydikten sonra onlar sadece oturup seyrederler, başınıza gelene kıs kıs gülerler, battıkça batmanızı seyrederler, arkadan gelip enkazı temizlerler, kendi çıkarlarına göre yeni bir düzen kurarlar, olur biter, siz de tarihin çöplüğünü boyladığınızla kalırsınız, tarih bunun örnekleriyle doludur. 

Bir devleti ya akılla yönetirsiniz, ya da akılsızlığınızın cezasını çekersiniz.  

Burada da, devleti akılla değil de partizanlıkla yönetme huyundan bir türlü vazgeçmeyen hükümetlerin karşı karşıya kaldığı en büyük sorunlarından biri de Türk Lirasının aşırı değer kaybını hafifletecek, en azından halka yansımasını azaltacak radikal çözümler bulmaktır, ki eğer bu yapılmazsa, zaten gırtlağına kadar batakta olan bu küçük ülke tam anlamıyla tepesine kadar batağa gömülecek ve bitecektir.  

Faiz Sucuoğlu ya partisinin rozetine bakmadan memleketteki işe yarar akil insanları bir araya getirerek, ekonomiden trafiğe, eğitimden sağlığa, tarımdan sosyal güvenliğe radikal çözümler üretecek vasıflı ekipler kuracak, ya da böyle gelmiş böyle gider zihniyetine esir olarak yoluna devam edecektir, ta ki kendisi de kilitlenene ve yolun sonunu görene kadar…

Hem Türkiye’de hem de burada tam bir ekonomik çöküş yaşanırken ve bu çöküş toplumun tüm kesimlerine, ülkedeki bütün sektörlere aşırı olumsuz şekilde yansırken, artık yönetenlerin akıllarını başlarına toplaması gerekiyor, bugüne kadar böyle geldi ama böyle gitmez, gidemez, bu vakitten sonra mümkün değil.

Ben çareyi Meclis aritmetiğini önemli şekilde değiştirmeyecek bir erken genel seçimde değil, mevcut partiler arasında güçlü bir koalisyon kurulmasında gören taraftayım, ama malesef ki duygular mantığın önüne geçmiş durumda ve akıl değil, hırslar ön plana çıkmış durumda.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu