Ediz TuncelManşet

Ediz Tuncel yazdı: Namlu ömrü

AKP iktidara geldiği ilk yıllarda, kendinden önceki DSP-DYP-ANAP iktidarlarıyla kıyaslandığında, oldukça umut vaat ediyordu.

Millet özellikle Ecevit’in tamamen pili bitik siyasetinden, aklının gidip gelmesinden, Çiller’in gaflarından ve çevresindekilerin batak durumlarından, fena halde usanmıştı.

Ecevit, Çiller, Mesut Yılmaz gibi siyasiler, her ne kadar kendi aralarında mümkün olduğunca saygın bir üslup kullanıyor olsalar da, artık silahlarının namlu ömürleri bitmiş, süngüleri düşmüş, cephanelerini o güne kadar boşa harcamış, halkın umutlarını boşa çıkarmışlardı.

İlk seçimde “eski moda”siyaset anlayışı halktan fena halde tepki gördü ve bütün eski partiler süpürüldüler, halka yenilik, dürüstlük, adalet, refah vaazları veren AKP iktidara geldi. 

İlk birkaç sene yeni tüfekle, yeni namluyla, yeni süngüyle, ama devletin yedek depolarında duran, eski siyasilerin asla ellemediği, hep anormal durumlara karşı yedekte tuttukları eski cephaneyle idare ettiler. 

Yedek cephaneyi bol keseden harcadılar, har vurdular harman savurdular, göreceli bir refah yarattılar, hazırdan tükettiler, ama bütün bunlar bir göz boyamanın ötesine gidemedi, bol keseden harcanan cephanenin çıkardığı gürültü ilk başlarda kulağa hoş geldi, ama hazıra dağ dayanmaz misali, cephane tükendi da tükendi, süngüler düştü da düştü, günün sonunda takke de düştü, kel göründü.

AKP, daha sonra da MHP’nin katılımıyla bol keseden harcadığı cephanenin yerine koyacak cephane bulamadı, dahası, atış için yedeği de kalmadığından dışardan ödünç cephane arayışına girdi.

Aradığını kısmen buldu da, ama bu arada tüfeğin namlu ömrünü tüketmişti, hangi tür cephane bulursa bulsun, attığı cephane karavana gidiyordu, sadece gürültü çıkarıyordu, namlu artık yalama olmuş, yiv-set diye birşey kalmamıştı. 

Hatalı atışlar ülkede feci vuruşlara sebep oldu, Türk Silahlı Kuvvetleri entrikalarla yıpratıldı, içine tohumu ta 1950lerde Amerika tarafından atılmış olan Yeşil Kuşak projesinin kuklaları doldu.

Fetoşlar tayfası adı altında yargıyı ele geçiren giren Yeşil Kuşakçılar önce kendilerine karşı en büyük tehdit olarak gördükleri laik Türk ordusunun ileri gelenlerini kumpaslarla hapislere tıktılar. 

AKPliler bu süreçte şenlik yapıyor, habure havaya kutlama atışları sıkıyorlardı, ama hem cephaneyi, hem de namlu ömürlerini tükettiklerinin farkında değillerdi.

Yedekteki cephane tüketilirken AKP-MHP ikilisinin yüz verdiği, din sömürüsünden beslenen zırcehalet abidesi tarikat ve cemaatler ülkeyi örümcek ağı gibi sardı.

Cumhuriyet tarihinde ve öncesinde bile bu kadar palazlanacak bir ortam bulamamışlardı, AKP-MHP ikilisi sayesinde buldular. 

Tarihteki bütün cemaat ve tarikatların tek bir hedefi vardır, o da devleti tüm hücrelerine kadar ele geçirip, kendi kafalarına göre oluşturacakları ve geriye kalan toplum üyelerinin katıksız şartsız itaat edeceği, itaat etmeyenin katledileceği bir din çeşidi kisvesi altında şeriat diktatörlüğü kurmak…

Bu tür şeriat diktatörlüklerinin de temel argümanı şudur; bize karşı olan Allah’a karşıdır, Allah’a karşı olanın da katli vaciptir…Nokta!

Yani, AKP-MHP ikilisi yeni namluyla stoktaki cephaneyi tüketirken, peygamberi sollayan, kendini Allah yerine koyan zırcahil tayfası da fena halde semirip, gelişiyordu, süngülerini de olabilecek en sapık ve sapkın şekilde kullanıyordu.

AKP-MHP ikilisinin karavana atışları yüzünden memleketin tüm cephanesi tükenirken ve artık maddi ve manevi çöküntü en dibe vururken, her nasılsa hayatından mesut olan, mutlu olan, bir eli yağda bir eli balda yaşayan, tek bir tane üyesi bile askere gidip de terörle mücadelede şehir olmayan, paçalarından zırcehalet akarken devletin en kritik noktalarını bile ele geçiren bir tek bu zırcahil tarikat-cemaat tayfasıydı, hala da öyle…

Peki, bu süreçte sözde Atatürkçü geçinen çakma muhalefet, daha doğrusu muhalefet liderleri ne yaptılar?

Kurdukları parti içi diktatörlüklerle bir taraftan koltuğu korumaya çalışırken, diğer taraftan AKP-MHP ikilisinin her cepheden sıktıkları kurşunlardan kurtulmak için siperden sipere koştular, yandan çark yaparak kurşunlardan kaçarken “Atma Recep, atmaaaa!!!! Vurma Recep, vurmaaaa!!!!” diye korkuyla, acıyla bağırdılar, ama kurşunlar durmadı, kah tek tek atışlar, kah otomatiğe takmış atışlar cayır cayır gelmeye devam etti…Ta ki cephane bitene, namlu iyice aşınana, sarsıntılardan süngü namludan fırlayıp, düşene kadar…

AKP-MHP ikilisinin silahı ilk ciddi tutukluğunu 2016’daki Yeşil Kuşakçıların çakma darbesi sırasında yaptı, karavana atışlar arasında rakipler mevzilerinde sinili dururken, atmayın yeter diye yalvarırken, birilerinin devletin içinde kilit noktaları ve mevzileri nasıl ele geçirdiği ortaya çıktı.

Bugün de hala diyanetin başında duran kılıçlı zat, ortalık yatıştıktan sonra çıkıp “bunlar kötü çıktı ama bütün tarikat ve cemaatlar kötü değildir, herkesi aynı kefeye koymayalım” deyiverdi. 

Amma ve lakin, artık mermi namludan çıkmıştı ve geri dönüşü yoktu, takke düşmüş, kel de görünmüştü.

Arkasından pandemi geldi, memleketi bir uçtan öteki uca saran zırcahil tayfası önce bir okudu, iki üfürdü, muskaları pazarladı, ama baktılar gördüler ki bizim virüsün dua diye okudukları palavralardan, katakullilerden haberi yok, yakaladığını fena halde öpüyor, öptüğünü de gömüyor, camileri de kapattılar, kaçacak delik aradılar, biraz akıllı olanları koştura koştura gavur icadı aşıların sırasına girdiler, akılsız olanlar bu yalan dolan, ben görmediğime inanmam dediler, çukurları doldurdular…

Bu arada, artık tüm cephaneyi tüketmiş, süngüyü  de düşürmüş, son çare olarak da dipçikle savaşan bizim AKP-MHP ikilisi, baktı gördü ki virüs öyle dipçik mipçik darbesi filan da dinlemiyor, “Biz bize yeteriz Türkiyem” kampanyası başlattı, halktan cephane dilendi, işin garip tarafı da, zor zamanlarda devletine sahip çıkmakta tereddüt bile etmeyen bizim halk cebindeki cephaneyi son mermisine kadar bunlara verdi…

Verdi vermesine de, yine bir gürültü patırtı, pat küt, bütün mermiler yine boşa atıldı, cephanenin nereye harcandığı belli olmadı. 

Tek belli olan şey, devlet bile iflas etmişken tarikat-cemaat ikilisinin en kötü süreçlerde bile bir elleri yağda, bir elleri balda, keyif çakırda olmasıydı.

Ve nihayetinde, memleket cephanesizlikten inim inim inlerken, bir eli yağda bir eli balda olan zırcahil takımından birinin süngüsü daha pat diye düştü, süngüyle birlikte takke de düştü, kel de göründü, iğrenç ellerine geçirdikleri çocukları nasıl süngüledikleri bir kez daha ortaya çıktı, yer yerinden oynadı.

Gerçek vatansever gençler sınırlarda, dağlarda, sınır ötesinde ülkenin ve milletin varlığını, bütünlüğünü tehdit eden emperyalist uşağı teröristlerle yeri geldiğinde göğüs göğüse, süngü süngüye savaşırken, meğer din sömürüsünden beslenen bu zırcahil sürüsünün en gözde hobisi ve en büyük marifeti gözlerine kestirdikleri ufacık kız çocuklarını, hatta bazen erkek çocuklarını da, hiç acımadan süngülemekmiş.

Çocukları süngüleyceğim derken, namluyu aşağı çevirip, kendi ayaklarına da sıktılar, sıkış o sıkış, yaygara koptu.

E, daha birkaç sene öncesinde devleti ele geçirmeye çalıştılar, ıskaladılar, ama vazgeçmediler, ikinci hamle için memleketin her yanında hazırola geçtiler, ama baktılar gördüler ki gidişat pek de iyi değil, cephede kan kaybı var.

AKP-MHP ikilisi de bunlardan medet umayım derken, bir kez daha kendi ayaklarına sıktılar. 

Durum önceleri iyiyken, kötüye doğru döndü, sonra da faciaya doğru evrilmeye başladı. 

Öyle ki, AKP-MHP ikilisinin sırtına bindiği tarikat-cemaat arabasının lastiği de freni de şöförün salaklığından bir kez daha fena patladı, bu kez uçuruma doğru bodoslama gitmeye başladı. 

Arabayı durdurmak için son bir hamle yapalım dediler. 

Binbir entrikaya, alaveraya dalaveraya rağmen ellerinden kaçırdıkları Amiral Gemisi İstanbul’un kaptanını alaşağı ederek, hem hedef şaşırtmaya ve gündem değiştirmeye, gündem değiştirerek zırcehaletin bu ülkeye ve topluma ödettiği bedellerin akıl almaz dehşetteki ve pislikteki görüntüsünü kamufle etmeye kalkıştılar, hem de becerebilirlerse, tam da seçim öncesi seçim savaşında kilit rol oynayacak Amiral Gemisi’nin kaptan köşkünü ele geçirmek için bir deneme adımı attılar. 

Taktik basit aslında; Amiral Gemisi’nin kaptanına saldıralım, tepkileri görelim, salaklıklarıyla ayağımıza sıkan bizim sapıkların beceriksizliğini örtbas etmeye çalışalım, en azından gündemde şaşırtmaca yapalım, yine tepkileri görelim, ikinci adımı ona göre atalım, nasılsa artık elimizdeki tüfeğin namlusu yalama oldu, süngü düşüp kayboldu, cephane de kalmadı, işimiz bu vakitten sonra çok zor,  bari Amiral Gemisi’ni ele geçirelim, en azından deneyelim, gemiyi ele geçirebilirsek gemideki cephaneyi seçim üstü olabildiğince kullanalım, aksi takdirde Amiral Gemisi seçim savaşında bizi fena vuracak; hasbel kader de Amiral Gemisi’ni ele geçirebilirsek, rakip takımın komuta takımından çok önemli bir figürü alaşağı etmiş olacağız, aynı taktikle diğerlerine de saldırırız, rakip takımın destroyerlerini de batırmaya uğraşırız, en azından bu taktikle morallerini bozarız, dikkatlerini dağıtırız, birliklerini bozarız, başarırsak ne ala, başaramazsak da hep beraber batarız, olur biter…

Nasılsa rakip takımın başında duran manga komutanları hala daha tezgahı göremedi, hala aval aval bakınıp, bağırıyorlar, bugüne kadar da hep siperde kaldılar, kafayı arada bir siperden uzatıp höt dediler, sonra kurşunu yiyince yine deliklerine sindiler, bizim taktik şimdilik iyi tuttu, bugüne kadar da idare etti, ha gayret, bir dipçik daha vuralım bakalım…

Çaktınız mı manzarayı şimdi!

Namlu yalama, süngü düştü, cephane yok, ama dipçikle hala kafa yarıyorlar…

Böyle bir durumda söylenecek tek söz kalır; E, yani 20 senedir kafayı hep öne eğerseniz, olacağı da budur be birader!!!

Amma ve lakin, resmin bir de diğer tarafı var, bazen kafasına dipçiği yiyen, halen ayaktaysa artık yeter deyip, adamı bacağından kaptığı gibi kafa üstü yere vurabilir, üste çıkabilir, hele bir de tüfeği ele geçirirse, öyle kafa yarılmaz böyle yarılır diyerek rakibinin kafasını patlatabilir…

O yüzden, namlunun eridiği, süngünün düştüğü, cephanenin tükendiği yerde şansınızı fazla zorlamayın, kavga göğüs göğüse olduğunda altında kimin kalacağı pek belli olmaz, dahası, bugüne kadar öğretilmiş çaresizliğin esiri olan rakipte aşırı bir öfke yaratırsanız, o öfkeyle gücü de iki katına çıkabilir, çaresizlik öfkeye dönüşür, köşeye sıkışan kedi aslana dönüşür, hele bir de artık eskisi kadar güçlü olmadığınızı hissederse, işte o zaman döveyim derken fena halde dövülebilirsiniz, hatta yüzünüz gözünüz paramparça bile olabilir, yerden hiç kalkamayabilirsiniz de…

Bir laf vardır, keser döner sap döner, gün gelir hesap döner…

Zirveye çıkış çok zordur, ama çıktıktan sonra düşerseniz, tepetaklak gidersiniz…

O yüzden oynadığınız oyunun kurallarını fizik kurallarına göre oynayın, elinizdeki imkanları ve gücü  harcadıktan sonra, en güçsüz düşman kadar güçsüz kalırsınız, güçler denkleşir, dahası, o ana kadar güçsüz olan düşman fırsat bu fırsat deyip de canını dişine takar ve elinizden kurtulmak için canını dişine takarsa,  işte o zaman entrikaların da bir işe yaramadığını, günün sonunda ısırayım derken fena halde ısırıldığınızı da görürsünüz.  

Diğer Haberler

Başa dön tuşu