Köşe YazılarıManşetMüge Günay

“Evrende yalnız mıyız?” Sirius’tan gelenler…

“Evrende yalnız mıyız?” sorusu ile başladığımız zaman yolculuğunda bu hafta Sirius/Şira Takımyıldızı’nı konuşacağız. Tüm medeniyetlerin gizemli bir şekilde en çok önem verdiği Sirius’un izlerine Mu, Atlantis, Eski Mısır, Antik Yunan, Roma, Mezopotamya ve Afrika Dogonları arasında rastlanmaktadır. Öyle ki, bazı coğrafyalarda kendisine tapınılmıştır.

Sirius Takımyıldızı, “Sirius A” ve “Sirius B”nin oluşturduğu bir yıldız çiftidir. Sirius A, gökyüzünde Güneş’ten sonraki en parlak yıldızdır. Sirius B ise bir akcücedir.

Birçok kutsal kitapta bahsi geçen Sirius Takımyıldızı’na eskiler, “cennetlerin en görkemli yıldızı” adını vermişlerdir. Sümer’de “Evrenin Yargıcı”, Eski Mısır’da “Yüce Rızık Verici”, Dogonlarda “Rahmet Yıldızı”, Roma ve Perslerde “Köpek Yıldızı” olarak adlandırılmıştır. Bu çift yıldız hakkındaki araştırmalar genişledikçe “Siriusyen kültür” adı altında yeni bir kültürle karşılaşılmıştır.

Siriusyen kültüre göre, Sirius Takımyıldızı’nda yaşayan Tanrı ve onun elçileri olan Sirius varlıkları mevcuttur. Bu varlıklar, Siriusyen kültürü belli dönemlerde belli topluluklara yaymak ile görevlendirilmiştir. Buna göre, Tanrının yardım etmek istediği milletlere, ilerlemesini istediği medeniyetlere doğuşlarında veya yükselişlerinde Tanrı elçileri ortaya çıkar ve Tanrının yardımlarını yeryüzüne bizzat getirirmiş. Peki biz bu bilgiye nasıl sahibiz? Bu sorunun yanıtı için, Atlantis ve Mu kıtasına kadar uzanan tarihsel bir serüvene açılmamız lazım. İşte, bu haftanın konusu da bu zaten…

Temeli Mu ve Atlantis’e dayanan bu Siriusyen kültüre göre, iki kıta yok olmadan önce Sirius’tan elçiler gelerek Eski Mısır’a Sirius sırlarını getirmiştir. Bu sayede Eski Mısırlı din adamlarını iki kıtayı yok edecek fırtına konusunda eğitmiştir. Bu bilginin sır olarak aktarıldığı ve yalnızca Mısır mabetlerinin derinliklerinde saklı tutulduğu, kimseye açıklanmadığı bilinmektedir.

Peki, nerededir bu Mu kıtası? Ünlü araştırmacı Churchward’a göre, Pasifik Okyanusu’nda, Amerika ile Asya arasında bulunmaktadır. Yapılan araştırmalar, bu kıtanın 12.000 yıl önce sular altında kaldığını ve bu kıtada 60.000.000 insanın yaşadığını göstermektedir. Öyle ki araştırmalar, ilk insanın bundan 200.000 yıl önce Mu kıtası üzerinde ortaya çıktığını belirtmektedir.

İleri bir medeniyete sahip olduklarını bildiğimiz Mulardan günümüze kalan çok az sayıda kaynak vardır. Açıkçası bu noktada tarihsel süreçte bilgilerin bilinçli olarak ortadan yok edildiğini söylemek gerekir. Konumuza geri dönecek olursak bize kalan kaynaklar:

Mu kıtası batmadan önce bu kıtadan göç eden Mulardan kalan ve Mayalardan, Hint, Çin, Tibet, Kamboçya, Meksika’dan kalan yazılar, tabletler, semboller, efsaneler, kitabeler, Naacal (Mu Rahipleri) Tabletleri, Eski Yunan filozoflarının kitapları, Eski Mısırlıların yazıları ve kitaplarıdır.

Bu kaynaklardan edindiğimiz bilgiye göre Mu insanları, normal bir insandan daha yüksek algılara sahipti aynı zamanda ruhsal ve kozmik irtibatlar kurarak birçok gizli bilgiye erişebilmişlerdi.

Mu rahipleri tarafından yazılan Naacal Tabletlerinde, Mu adasını yok edecek olan tufandan haberdar oldukları belirtilmiştir. Bu tabletleri yazma nedenleri de, gelecekteki insanlara bilgiyi aktarmak olarak ifade edilmiştir.

Anlaşılan o ki beklenen tufandan dolayı Mular adadan göçmeye başlamışlardır. Sembolik yazı,tablo, tablet ve eski kaynaklardan Mu ırklarının, “doğu” ve “batı” olmak üzere iki farklı göç yolu üzerinden göç ettikleri anlaşılmaktadır. Doğu’ya gidenler siyah ırk (Negroid), beyaz ırk (Karyenler), kızıla çalan kahverengi derili ırk (Mayalar); batıya gidenler zenci olmayan siyah ırk (Tamiller), beyaz ırk (Nagalar), en açık tenli beyaz ırk (Uygurlar),Moğollar ve Sarı Moğollardır.

İşte tam da bu bilgi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilgisini çekmiş ve Churchward’ın eserlerini altmış kişilik bir ekibe tercüme ettirmiştir. Araştırma yapması için Atatürk, Tahsin Mayatepek’i Meksika büyükelçiliğinde görevlendirmiştir. İlginç olan Mayatepek’in Meksika’dan gönderdiği raporlardır!

“Asyada Uygur, Fırat deltasında Akkad, Mezopotamyada Sümer, Hindistanda Naga – Maya, Kızıldenizin batısında Mayu ve Etiyopi kıyısında Tamil adlarını alan topluluklar, Pasifik Denizinde ilk insanların tezahür ettiği Mu‘dan, “Maya” adıyla 70.000 sene önce çıkıp bu büyük medeniyeti, bu medeniyetin dilini ve dinini cihana yaymışlardır.

Mu adasının çökmesinin ardından Pasifik’te küçük adacıklar oluşmuştur. Paskalya Adası’nda bulunan taş tabletlerin üzerinde yazan ise;

Atalarımızın ataları tarafından bilindiği bir zamanda, bu ada tüm ülkeyi çaprazlamasına saran düz taşlar ile döşenmiş yollarla kaplıydı. Bu güzel ülkede “Göklerin Tanrıları hüküm sürerdi”

Göklerin Tanrıları ifadesini hatırlarsanız Sümer tabletlerinde de okumuştuk. Öyle ki, “Gökten İnenler” insanları kendilerine hizmet etmesi için yaratmıştı! Mu’dan devam edecek olursak, “Göklerin Tanrıları” diye bahsettikleri tanrıların, Sirius’tan gelen galaktik varlıklar olduğu görülmektedir; Atalarımızın ataları, Mu kıtasında Göklerin Tanrılarının hüküm sürdüğüne tanıktır. Bu noktada Sümerlerden aktarılan bilgilerle paralellik gösterdiği söylenebilir.

En eski bilgilerden yola çıkarak, Sirius Takımyıldızı’ndan dünyamıza gelen ve insanlığın ilerlemesine katkı koyan galaktik dostlarımızın olduğunu söylemek çok da ütopik olmayacaktır. Önümüzdeki hafta Muların bize bıraktıkları kaynakları ve Eski Mısır- Osiris- Sirius arasındaki ilişkiyi inceleyeceğiz. Herkese mutlu bayramlar dilerim.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu