Ediz TuncelKöşe Yazıları

Seçim ve Aşı!

Memleket siyasetinde bugün herkesin sesli ya da sessiz şekilde kabullendiği tek nokta, her ne kadar millet her zamankinden daha çok geçim derdine düşmüşse de, Kıbrıs Türk siyasetinin yerlerde süründüğü ve acilen bir seçimle eteklerdeki taşların dökülmesidir.

Ancak mevcut seçim sistemiyle erken genel seçime girmek, hem amaca hizmet etmeyecek, hem de oyların Meclis aritmetiğinde belirleyici olabilecek oranda bir kısmının yeniden yanması demektir.

Dolayısıyla hem iktidar hem de muhalefet bütçe görüşmelerini bitirip, bütçeyi onaylar onaylamaz hemen seçim yasasına el atmalı ve bir an önce seçim yasasını düzenlemelidir.

Bu arada, UBP de bir an önce kendi içindeki kaotik durumu bitirmek ve eteklerindeki taşları dökmek için kurultayını düzenlemeki ve herkesin kabulleneceği başkanını demokratik yöntemlerle seçmelidir.

Hasan Taçoy ve Faiz Sucuoğlu önümüzdeki kurultayda yeniden aday olacaklarını açıkladılar ama kendi seçmenlerinin, yani delegelerinin tepkisini sanırım hesaba pek katmadılar.

Her ikisine de oy vermis olan delegelerin en azından bazıları şimdi ikisine de ters ters bakıyorlar, “madem tekrar aday olacaktınız neden çekildiniz ve çekilme gerekçenizi de açıklamadınız” diyerek bu çıkışlarına anlam veremiyorlar, pek umutları olmasa da, halen neden daha önce çekildiklerine dair tatmin edici bir açıklama bekliyorlar.

Dolayısıyla hem Taçoy, hem de Sucuoğlu tekrar aday olmaları durumunda eski desteklerini bulamama tehlikesiyle karşı karşıyalar.

Dahası, Gezici’nin Taçoy lehine açıkladığı uyduruk anket sonuçlarının da buram buram entrika kokması ve sonrasında kurultay sonucunun fiyaskoyla sonuçlanması, Ersan Saner’in beklenmedik şekilde parti başkanı ve Başbakan olması ama bir türlü parti içinde toparlayıcı olamaması, hükümette beklenen istikrarı tutturamaması, Meclis başkanlığı konusunda bazı UBPlilerin UBP’nin ruhani lideri Derviş Eroğlu’nun kızı Resmiye Canaltay’a yönelik anlamsız  misillemelerinin kafalarda bıraktığı bulanıklık, UBP’nin de onay vermesiyle yargılanmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan Hüseyin Özgürgün ve Aytaç Çaluda’nın halen muallakta olan durumları,  kısacası bu kadar kısa bir süre içinde UBP içinde bu kadar çok sorunun yaşanması UBP içinde başka sorunların ve hesaplaşmaların da yaşanacağının, taşların henüz yerine oturmadığının göstergesidir.

Diğer taraftan, CTP’nin UBP ve azınlık hükümetine karşı salvo atışlarının da vız gelip tırıs gittiğini ifade etmeden geçemeyeceğim.

UBP, CTP’ye ikili koalisyon kapısını açtı ama CTP kamuoyuna açıklamadığı sebeplerden dolayı UBP ile koalisyona girmedi, muhalefette kalıp hükümete yüklenmeyi tercih etti.

Ancak şunu açıklıkla belirteyim ki CTP’nin hükümeti eleştirileri kimsenin umurunda değil, CTP’nin cılız çıkışları CTP lehine bir puan getirmiyor.

Böylesi bir kaotik dönemde CTP bazı kilit bakanlıkları alıp da UBP ile bir geçiş hükümeti kursaydı, bugün hükümette yaşanan sorunların bazıları yaşanmayabilirdi.

Ancak CTP muhalefette kalıp, iktidarın kendi hatalarından dolayı battıkça batmasını seyretmeyi, günün sonunda da erken seçimde olabildiğince çok tepki oyu toplamayı tercih etti.

Bu yöntem artık sökmez.

Bugünkü şartlarda hiçbir siyasi parti bir genel seçimde seçmene mevcut gücünden daha fazlasını çıkarabilecek bir güven vermiyor.

Mevcut kaostan dolayı ne CTP daha fazla vekil çıkarabilecek, ne de UBP daha az vekil çıkaracak.

Olsa olsa her partide, bir, bilemediniz iki vekil artı veya eksi olur.

Aslolan tek şey, HP’nin bir daha asla bugün geldiği konuma gelemeyeceğidir.

Özersay Cumhurbaşkanlığı seçiminde yerle bir olmasına ragmen bir kez daha parti başkanlığına aday olması ve partililerinin de bunu onaylamasıyla, önümüzdeki genel seçimde hezimeti peşinen garantilemiş oldu.

TDP bir siyasi parti olmasına rağmen siyasi bir mahalle derneği kılığından bir türlü çıkamamasının bedelini bu kez daha da ağır ödeyecek ve muhtemelen baraj altı kalarak sıfırlanacak, TDP’ye oy veren seçmenin en azından yarısı CTP’ye oy verecek ve iş bitecek, CTP bu sayede bir veya iki vekil daha fazla çıkaracak.

Önümüzdeki seçimde, eğer iyi örgütlenirse, esas sürprizi Denktaş vesayetinden kurtulan DP yapacak.

DP’nin şimdiki başkanı Fikri Ataoğlu ve Genel Sekreteri Afet Özcafer siyasi hayatlarında falsoları olmamış, her kesimden sempatizanı olan insanlar, hem partilerinin hem de siyasetin dengesini değiştirebilecek insanlar.

HP’den kopan oyların bir kısmı DP’ye gidecek, DP mevcut vekil sayısına birkaç vekil daha ekleyebilecek.   

HP’nin geriye kalan oylarının bir kısmı da CTP’ye, geldiği yere dönecek.

UBP mevcut oy oranını bütün kaotik ortamına rağmen koruyabilecek, mevcut seçmenin üçte birini yine kendisine çekebilecek, ama bu kez seçmen UBP’yi tel tel dökecek, muhtemelen mevcut vekillerin yarıya yakını seçilemeyecek, yerlerini UBP’nin yeni nesil siyasileri alacak.

YDP mevcut iktidarda Başkan Erhan Arıklı’dan beklenen çıkışları yaptı.

Erhan Arıklı bakanlık koltuğuna oturur oturmaz memleketin en sorunlu kurumlarından biri olan Kıb-Tek’e yüklendi ve her yıl yüzlerce milyon liranın bu kurumda yapılan yanlışlar dolayısıyla heba edildiğini iddia etti.

Karşılığında ise bu kurumun sendika başkanından sanki da yolsuzluklar, yanlışlıklar, hatalar bu ülkenin en kıymetli değeriymiş gibi, sanki Kıb-Tek’te herşey güllük gülüstanlıkmış gibi, gayet pespaye, tehdit dolu bir cevap geldi; “Bu ülkenin değerlerine dokunmaya kalkarsan bu memleketi sana dar ederiz…” dendi.

İşte bu noktada Arıklı bir sıfır öne geçti, eğer Arıklı yöntemlerinin arkasında durur da iddialarını da ispatlarsa, erken genel seçime kadar beş sıfır öne geçecek.

Arıklı’ya karşı tek eleştiri, memleketin bir taraftan Türkiye’ye söven, diğer taraftan Türkiye’nin verdiği 13. maaşı cebe indirmeyi marifet sayan kokuşmuş çakma solcularından geldi.

Ancak Arıklı’nın kardeşinin Rum tarafında çalışan işçilere yönelik anlamsız ve tamamen gereksiz söylemleri de Erhan Arıklı’nın kalesine gol olarak girdi.

Eğer Kıbrıslı Türk işçiler Rum tarafında kendilerine ekmek kapısı arıyorlarsa, bu durum gelmiş geçmiş tüm iktidarların utancıdır, beceriksizliğinin ve haysiyetsizliğinin eseridir.

Bu insanlar, partizanlığın leş gibi kokuşturduğu Kuzey Kıbrıs’ta kendilerine ekmek kapısı bulamayınca tıpkı İngiltere’ye, Kanada’ya, Avustralya’ya, Türkiye’ye göç edip de kendilerine yeni bir yaşam kurmaya çalışan insanlar gibi, ama bir farkla, memleketlerini terk etmeyerek, Rum tarafına gidip kendilerine ekmek kapısı arayan insanlardır.

Ha, şu bir gerçek, Rum tarafında emeğe Kuzey’de verilenden daha fazlası ödeniyor, bu insanlar da emeklerini satıyorlar, kişiliklerini filan değil, bu yüzden hor görülemezler, eleştirilemezler, aşağılanamazlar.

Buna kimsenin hakkı yoktur.

Utanması ve eleştirilmesi gereken bu insanlar değildir, bu insanları kendi toplumlarının, kendi ülkelerinin dışında ekmek kapısı aramaya atan sistemi yaratanlardır.

……………………….

Gelelim aşıya ve bizim ahbap virüse…

Bugüne kadar aşılar sadece çocukluk dönemlerinde yapılırdı.

Şimdi seksenlik, doksanlık nenelerimiz, dedelerimiz de aşılanmaya başlandı.

Böylece aşı ve ilaç piyasasında yeni moda başlamış oldu.

Bugünden itibaren yeni doğan bebekler de, bir ayağı çukurda yaşlılar da aşılanacak.

Hem de öyle böyle değil, her sene aşılanacak.

Çünkü mevcut aşılar virüse karşı bir sene bile etkili değil.

Dolayısıyla aşı artık hayatlarımızın yıllık rutini olacak.

Artık şunu net olarak biliyoruz, daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere, gerek dünya üzerindeki ekonomik dengeleri, gerek siyasi dengeleri, gerek askeri dengeleri, gerek teknolojik dengeleri, gerekse nüfus dengelerini sağlamak için sadece korona değil, zorona, morona, hırtapoz, zırtapoz virüsleri de zırt pırt karşımıza çıkacak, onlarca yıl boyunca da varlıkları devam edecek, onlara karşı da sözde çeşitli aşılar geliştirilecek, doğumda kızamık aşısını vurulan bebe 20 yaşına geldiğinde bu kez zırtapoz, hırtapoz virüsü aşısı vurulmak zorunda kalacak, üstelik de bu aşılanmalar hayat boyu devam edecek.

“Zımbalanmayan”, zımbalandığına dair sertifikası olmayan, yeni dünya düzeninde adım atamayacak, hiçbir yere gidemeyecek, öcü olarak muamele görecek.

Artık kimlik kartlarımızın yanında aşı kartlarımız da olacak, üstelik de aşı kartlarımız kimlik kartlarımızdan daha önemli ve öncelikli olacak.

Aşı kartlarımız olmayınca, kim olduğumuzun da hiç önemi olmayacak, aşı kartsız kimlikli bir öcü olmaktan öteye gidemeyeceğiz.

Üst akıl, ast akılı, yani gözünün içine roket girse sivrisinek girdi sanan akılı bir kez daha ve sonsuza kadar sürecek bir süreçte zincirleri altına alıyor.

Eskiden keyfiniz için Alman’ın ürettiği Mercedes’i mi sürüyordunuz ve bu markayı sürdüğünüz için prestijli mi olduğunuzu düşünüyordunuz, öyle mi!!!

Şimdi Alman’ın ürettiği aşıyı zımbalanmadan değil Mercedes sürmek, Mercedes’le gittiğiniz bakkala bile giremeyecek duruma geleceksiniz, kendi ülkenizin dışına adım atamayacaksınız.

Kısacası, dünyanın en güçlü ülkelerini yöneten üst akıllar, kim olursanız olun, ne olursanız olun, hiç farketmez, sizi kıskaca alacak ve her adımızını belirleyecekler, takip edecekler, onların ürettiği aşıları zımbalanmadan, onların ürettiği teknolojileri kullanmadan adım atamaz hale geleceksiniz.

Evden çalışanlar daha fazla teknolojik cihaz kullanmak zorunda kalacak, teknolojik cihazlara ve sistemlere bağımlılık daha da artacak.

Böylece insanoğlu üst akılın tasarladığı farklı bir tüketim dünyasına adım atmış olacak, ki hala hazırda yaratılan korkuyla o yeni dünyanın çarkları arasında öğütülmeye başladık bile…

Geldiğimiz günde tüm insanlık, artık kaçınılmaz bir şekilde gerek ilaç şirketlerinin, gerekse teknoloji şirketlerinin tüketim aracıdır.

Ha, şöyle beş, on sene sonra bir kez daha enerji merkezli bölgesel savaşlar çıkarılır, çorbanın tadı tuzu bir daha ayarlanır, enerji şirketleriyle silah şirketleri de pastadan nasibini alır, bu çark aynı şekilde döner, yuvarlanır, gider…

Hade geçmiş ola…

Diğer Haberler

Başa dön tuşu