Yaşam

Onlara kalsak birçoğumuz hayatta olmayacaktı! İşte aşı karşıtlığının tarihçesi…

Aşı diye beynimize çip takıyorlar… Hepimizi robotlaştıracaklar… Bizi kısırlaştıracaklar…’ Komplo teorileri bitmek bilmiyor. Hayal gücünü zorlayan cümleler… Peki, bu aşı karşıtlığı yeni mi? Covid-19’la mı hayatımıza girdi? İşte aşı karşıtlığının 200 yüzyıllık tarihçesi ve ibretlik örnekler…

Hürriyet Gazetesi’nin haberine göre; Son bir buçuk yıldır mücadele ettiğimiz Covid-19 virüsü, bu salgına karşı geliştirilen aşı ile kontrol altına alınabildi. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) başını çektiği sağlık otoriteleri; tüm insanlığı, virüsten kurtulmak için aşı olmaya davet ediyor. 

Ancak başını komplo teorisi tacirlerinin çektiği “Aşı Karşıtları” ise insanların karasızlığını istismar ederek kamuoyunun kafasının karıştırmayı sürdürüyor. “İçimize çip yerleştirecekler” söylentisiyle başlayan aşı düşmanlığı, “İnsanlığın sonunu getirecekler” ve “Hepimizi kısırlaştıracaklar” gibi komplo teorileriyle devam etti.

Tarihi belgeler, topraklarımızdaki aşı karşıtlığının da aşıların uygulanmaya başladığı 19. yüzyıldan beri sürdüğüne işaret ediyor. Osmanlı arşivlerinde de aşı karşıtlığı ile devletin verdiği mücadele gözler önüne seriliyor. 

Arşivlere göre; bugün mücadele ettiğimiz gibi Osmanlı’da da pek çok salgın hastalıkla mücadele edildi. Bu hastalıklara karşı Aşılama çalışmaları da bugün olduğu gibi gerçekleştiriliyordu. 

AŞI KARŞITLARI İÇİN FETVA YAYINLANDI

Biz de Osmanlı’daki aşılama ve aşı karşıtlığının tarihini özel bir üniversitenin Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nuran Yıldırım ile konuştuk.

Osmanlı Devleti’nde çiçek aşısının Sultan Abdülmecit’in 19 Haziran 1840 tarihli emriyle Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de (günümüzde İstanbul Tıp Fakültesi) parasız olarak yapılmaya başlandığını söyleyen Yıldırım, “Halk bu yeni çiçek aşısına şüpheyle bakmaktaydı. Ayrıca dinen caiz olup olmadığı tartışmaları da artmıştı. Halk arasında çiçek aşısı aleyhinde dolaşan dedikoduları önlemek amacıyla, 1845 yılında şeyhülislâmdan aşının şeriatça caiz olduğuna dair fetva alındı” dedi ve ekledi:

“Aşı karşıtları halk arasında aşı aleyhinde yalan yanlış haberler yaymaya devam etti. Bu nedenle; 1885, 1894, 1904 ve 1915 yıllarında yürürlüğe giren, Çiçek Aşısı Nizamnameleri ile çiçek aşısı olmayanların aşı olmalarını sağlamak amacıyla bazı kısıtlamalar getirildi. Bu kısıtlamaların uygulanabilmesi için aşı olanlara, “Aşı Şehadetnamesi” adı verilen bir aşı sertifikası verilmeye başlandı.”

Yıldırım, Çiçek Aşısı Nizamnameleri ile getirilen kısıtlamaları şu şekilde özetledi:

– Çocuklarını aşılatmayanlara para cezası getirildi.

– Resmi ve özel okullardaki öğrenciler aşılanmaya mecbur tutuldu.

– Devlet hizmetine, medreselere, askerliğe ve zaptiyeye girecekler aşılı olmak mecburiyetindeydi.

– İşçiler ve göçmenlere aşı yaptırma zorunluluğu getirildi.

– Fabrikalar, oteller ve hanların aşı sertifikası olmayanları kabul etmesi yasaklandı.

– Nüfus cüzdanının gösterildiği her yerde aşı şahadetnamesi göstermek mecburiydi.

– Şahadetnamesi olmayanların evlenmesi ve seyahat etmesi yasaktı.

AŞI KARŞITLARI PEK ÇOK YOLU DENEDİ

Yıldırım, son aşı nizamnamesiyle bütün Osmanlı vatandaşlarına 19 yaşına kadar üç defa aşı yaptırma mecburiyeti getirildiğini belirterek, “Bu aşılar ilk altı ayda, 7 ve 19 yaşlarında yapılacaktı. Aşı yaptırmayanlar mazeretlerini doktor raporuyla kanıtlamak zorundaydı” dedi ve aşı karşıtlarının farklı yollar denediğini şu şekilde ifade etti:

“İstanbul’da yaşayanların çoğu çiçek aşısına güveniyor ve aşılanıyordu. İstanbul’un kenar semtlerinde, küçük şehirlerde ve kasabalarda çocuklarını aşılatmak istemeyenler doğumları resmi makamlara Haber vermiyor, köylüler ise dağlara kaçıyordu. Kız çocuklar erkek aşıcılara aşılatılmadığı için ebelere aşı yapma izni verilmişti.”

KUDUZ AŞISINA KARŞI ÇIKAN OLMADI

Osmanlı’da aşı ile mücadele edilen veba, difteri ve kuduz gibi farklı salgınlarında varlığından bahseden Yıldırım, özellikle de kimsenin kuduz aşısına karşı çıkmadığını belirtti.

“İstanbul’da üretilen kuduz aşısı ilk olarak 3 Haziran 1887 günü uygulanmaya başlandı. Kuduz, aşıdan başka çaresi olmayan ve sonucu dehşet verici bir hastalık olduğundan hiç kimse karşı çıkmamıştı.1895’te ise Bakteriyolojihane’de üretilmeye başlanan difteri/kuşpalazı serumu aynı yıl İstanbul’daki çocuklara yapıldı ve bütün vilayetlere gönderilmeye başlandı.” 

KOLERA AŞISI YAPTIRMAYANA EKMEK BİLE VERİLMİYORDU

İstanbul’da üretilen yerli kolera aşısının Balkan Savaşları sırasında (1913) ordu birliklerinde çıkan kolera salgınında kullanıldığını söyleyen Yıldırım, “Ordu birliklerinde alınan başarılı sonuçların ardından, 10-50 yaş arasında sağlıklı kişilere 7-9 gün aralıklarla iki defa yapıldı. Birinci Dünya Savaşı sürerken, Haziran 1916’da kolera görülen yerlerde yaşayanlara aşı yaptırma mecburiyeti getirildi. Birinci Dünya Savaşı nedeniyle ekmeğin karneyle dağıtıldığı o günlerde, İstanbul’da kolera aşısı yaptırdığına dair belgesi olmayanlara ekmek verilmiyordu. Eylül 1919’da İstanbul’da kolera vakalarından eser kalmadığından kolera aşısı mecburiyeti de kaldırıldı” dedi.

AŞI YAPTIRMAYANLAR HAPİS İLE CEZALANDIRILDI

Yıldırım, 1919’dan itibaren İstanbul’da görülen ufak çaplı veba salgınlarında koruyucu olarak kullanılmak üzere veba aşısı üretilmeye başlandığını söyledi.

“1926’da İstanbul’da veba görülen semtlerde yaşayanlara mecburi veba aşısı yapılacağı, aşı yaptırmayanların bir aydan, bir seneye kadar hapis ile cezalandırılacağı gazetelerle ilan edildi.”

AŞI KARŞITLIĞI SON YILLARDA HORTLADI

Sık sık gündeme gelen aşı karşıtlığı 2015 yılında da bir savcının “davasıyla” gündeme gelmişti.

Ordu’da o dönem görev yapan Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Ayyayla ve öğretmen eşi, aşının sağlığa zararlı birçok riskinin olduğunu iddia ederek, bebeklerine aşı yaptırmamış ve Ordu Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü ile mahkemelik olmuştu.

Yıllar süren dava sonucunda Yargıtay, ikiz bebeklerine zorunlu olan aşıyı yaptırmayan ebeveyni haklı bulmuştu.

Sağlık Bakanlığı’nın rakamlarına göre çocuğuna aşı yaptırmayı reddeden aile sayısı 2011’de 183 iken bu ve benzer hadiselerin ardından 2016’da 12 bine, 2017 ve sonrasında ise 23 bine çıktı. 2019 yılının ilk dokuz ayında ise kızamık vakaları önceki yılın aynı dönemine kıyasla 5.2 kat artarak 2 bin 666’ya ulaştı.

Osmanlı’da ve günümüzde aşı karşıtlığında hal böyleyken, dışarıda da durum pek farklı değildi.

AŞI KARŞITLIĞI AŞILAR KADAR ESKİ

Son bir yıldır gündemi meşgul eden aşı karşıtlığının tarihçesi ise yeni değil. Hatta aşı karşıtlığının aşılarla yaşıt olduğunu söylemek bile mümkün. Fransız tarihçi Patrick Zylberman bu durumu, “Aşı sorunu aşının kendisi kadar eski” sözleriyle özetliyor.

Bilim insanları İngiliz cerrah Edward Jenner’ın 1796’da Variola virüsünün neden olduğu çiçek hastalığı için geliştirdiği aşıyı, modern aşılama tekniklerinin ve immünoloji biliminin başlangıcı kabul ediyor. Aşılarla ilgili olumsuz tutumlar da Jenner’ın çiçek aşısını uygulamaya başladığı andan itibaren kamuoyunda baş gösterdi.

Jenner’ın formülü zaman içinde çiçek hastalığının dünya üzerinden silinmesini sağladı ve bugün tıp tarihinin en çığır açan gelişmelerinden biri kabul ediliyor. Ancak o dönemde aralarında doktorların da bulunan çeşitli gruplar, çocuklara salgına karşı önlem olarak virüs vermenin hastalığın kendisinden daha tehlikeli olduğunu öne sürerek Jenner’a karşı çıkmıştı.

*Edward Jenner

AŞILAR ZORUNLU OLDU, TEPKİ DAHA DA BÜYÜDÜ

1800’lerin başında çiçek hastalığına karşı aşılama yaygınlaştıkça aşı karşıtlığı da yaygınlaştı. Aşıları eleştirenler hijyenik olmadığı, bir hayvandan alındığı için “Hristiyanlığa aykırı olduğu”, işe yaramadığı ve ilaçlara güven duyulmaması gerektiği gibi argümanlar öne sürüyordu.

Ancak, 1853 yılında İngiltere hükümeti çiçek aşısının 3 aylığa kadar olan bebeklerde uygulanmasını zorunlu hale getirdi. 1867’de sınır 14 yaşa çıkarıldı ve çocuklarını aşılatmayanlar için cezalar yürürlüğe kondu. Bu kararlar sonucu Aşı Karşıtlığı Birliği ve Zorunlu Aşı Karşıtlığı Birliği isimli iki örgüt kuruldu ve birçok aşı karşıtı dergi yayına girdi.

ÜRETİCİLERİ SUÇLAMAK DA YENİ DEĞİL

Aşı karşıtlığında en yaygın komplo teorilerinden biri de aşı üreticilerinin milyarlarca insanın sırtından kâr etmek için hastalık uydurduğu yönünde. Bu da çok yeni bir söylem değil.

Fransız mikrobiyolog ve kimyager Louis Pasteur de 1885’te kuduz aşısını bulduğunda benzer bir suçlamayla karşılaştı. Pasteur’ün aşısı kuduz virüsünün zayıflatılmış bir versiyonunu kullanıyordu ve etkili de oluyordu. Ama aşı karşıtları Pasteur’ü laboratuvarda kuduz üretip yayarak para kazanmaya çalışmakla suçladı.

‘AŞININ İÇİNDE GRAFEN OKSİT VAR’IN ATASI 1920’LERDE

Pasteur’ün kuduz aşısını geliştirmesinin ardından veba, kolera, tifo gibi zamanında milyonlarca insanın hayatına mal olan hastalıklar için de aşılar üretildi. 20. yüzyılın ilk 30 senesi, tüberküloz, difteri, tetanos ve boğmaca gibi bugün etkinliğinden kimsenin şüphe etmediği aşıların keşfedildiği bir dönem oldu.

O dönemde bu aşıların içinde adjuvan olarak alüminyum tuzları kullanılmaya başlandı.

90’lı yılların sonunda bir grup Fransız uzman ve kaslarda iltihaplı oluşumlara yol açan makrofajik miyofasit (MMF) isimli bir hastalık tespit ettiklerini duyurdu. Hastalığı geçiren kişilerin geçmişinde alüminyum tuzları içeren aşı uygulamaları olduğunun öne sürülmesi, kamuoyunda ciddi bir güvensizliğe neden oldu.

Dünya Sağlık Örgütü, bugün, Fransa dışında neredeyse hiç görülmeyen MMF’i spesifik bir hastalık kabul etmiyor. Yapılan araştırmalarda da vakalarla aşılar arasında da güçlü ve doğrudan bir bağ bulunamadı.

‘AŞI OTİZM YAPIYOR’ İDDİASI DA HİLELİ ÇIKTI

Aşıların otizme yol açtığı iddiasının kökeni ise 1998 yılında saygın tıp dergisi The Lancet’ta yayımlanan bir makaleye dayanıyordu. Çocukluk çağında uygulanan kızamık, kabakulak, kızamıkçık (kısaca MMR) aşılarıyla ilgili bir çalışma yapan Andrew Wakefield, aşı uygulamasıyla otizm arasında bir bağ bulunduğunu öne sürdü.

Ancak kısa süre içinde Wakefield’ın verilerde oynama yaptığı ve sonuçları manipüle ettiği başka bilim insanları tarafından ortaya çıkarıldı.

The Lancet makaleyi yayından kaldırıp otizm iddialarını yalanlayan açıklamalar yaptı. Birçok bilim insanı da aşılarla otizm arasında hiçbir bağ olmadığını gösteren çalışmalar yayımladı. Ama bugün hala çocukluk aşılarının otizm yaptığına inanlar var ve bu kişiler, Wakefield’ın defalarca yanlışlanan makalesini halen bilimsel dayanak olarak ortaya sürebiliyor.

AŞI KARŞITLARI ‘CAHİL’ DİYE ADLANDIRDI AMA ÇİÇEK AŞISI ÇALIŞMALARINA ÖRNEK OLDU

Aşılama çalışmalarının tarihinde önemli bir “İstanbul detayı” da bulunuyor.

Arşivlere göre, 18. yüzyılda Osmanlı’da dönemin İngiliz büyükelçisinin eşi Leydi Mary Montagu, Çin tıbbında 7 asırdır uygulanan bir teknik olan çiçek hastalığına yakalanan birinden alınan küçük bir miktar irinin, gönüllülerin vücudu üzerinde denenmesine ön ayak oldu.

Açılan yaraya enjekte edilen irinin, gönüllülerin çok hafif çiçek hastalığı geçirmesine sebep olduğu ortaya çıkınca da bu hastalıkta da bağışıklık kazanma metodu yani aşılama sistemine geçildi.

Bu hastalığı atlatmış olan ama 19 yaşındaki erkek kardeşini bu hastalık yüzünden kaybeden Mary, milyonlarca insanın canını kurtaracak aşı uygulamasının temellerini attı. Zira, takvimler 1796’yı gösterdiğinde Dr. Jenner’ın kullandığı yöntem, Leydi Mary’nin İstanbul’da görüp ülkesine taşıdığı teknikti.

AŞILAMALAR DURDURULSA NE OLURDU?

Aşılar, bir zamanlar yaygın olan pek çok bulaşıcı hastalığın kontrolünü sağladı. Ancak aşı ile önlenebilir hastalıklar ve ölümlere neden olan virüsler hala mevcut. Haliyle bunlar aşılarla korunmayan kişilere de bulaşabilir. Aşı karşıtlarına verilebilecek en iyi cevaplardan biri de ABD Hastalık Kontrol ve Koruma Merkezi (CDC) tarafından yayımlanan Aşılamaları Durdursaydık Ne Olurdu? raporu. İşte aşılarla önlenebilen bazı hastalıklar ve aşı öncesi korkutucu vaka rakamları…

ÇOCUK FELCİ (Poliomyelit): Polio virüsü, kalıcı fiziksel sakatlığa ve hatta ölüme yol açabilen akut felce neden oluyor. Çocuk felci aşısı bulunmadan önce, ABD’de her yıl 13 bin ile 20 bin arası vaka rapor ediliyordu. Bu salgın ardında çoğu çocuk olmak üzere binlerce kurban bıraktı. Çocuk felci aşısının geliştirilmesi ve bağışıklama programlarının uygulanması ABD’de ve Batı ülkelerinde hastalığı ortadan kaldırdı. Hastalığı ortadan kaldırmak için küresel bağışıklama çabalarının sonucu 1999 yılında dünya çapında yaklaşık 5 bin vaka belirlendi. Hindistan’da da yüksek aşılama seviyelerinin görülmesiyle yayılması engellendi.

KIZAMIK: Kızamık aşısı olmadan önce ABD’de neredeyse herkes kızamık geçirdi ve her yıl yaklaşık 3-4 milyon kızamık vakası ile karşı karşıya kalınıyordu. Sanayileşmiş ülkelerde kızamık hastalarının yüzde 20’si hastaneye kaldırılıyor. Bu hastalar zatürre, ishal veya kulak enfeksiyonları gibi komplikasyonlarla karşı karşıya kalıyor. Hatta bazı hastalarda beyin hasarıyla bile sonuçlanabiliyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünyadaki insanlar arasında kızamıktan yaklaşık 900 bin ölüm meydana geldi. Aşılama olmasaydı bu rakam çok daha fazla olabilirdi. Kızamık aşısının yaygın olarak kullanımı, hastalığın yüzde 99 oranından fazla azalmasına yol açtı. 

INFLUENZA TİP B (HİB): Aşısı bulunmadan önce Hib, bakteriyel menenjitin en yaygın nedeniydi. Aşı geliştirilmeden önce ABD’de yılda yaklaşık 20 bin vaka meydana geliyordu ve 5 yaşın altındaki her 200 çocuktan birinde görülüyordu. Bu hastalık her yıl yaklaşık 600 çocuğu öldürdü ve hayatta kalan birçoğunda da sağırlık ve zeka geriliği gibi izler bıraktı. Aralık 1987’de Hib aşısının piyasaya sürülmesinden bu yana vakalarda yüzde 98 oranında azaldı. 1994-1998 yılları arasında 10’dan az Hib vakası görüldü. Bu önlenebilir hastalık 1990 yılında yaygın ve yıkıcıydı. Şimdilerde ise çoğu doktor bu hastalık bulunan vaka bile görmedi. 

BOĞMACA: 1980’li yılların başından beri rapor edilen boğmaca vakaları her 3-4 yılda bir pik yaparak artsa da aşı öncesi görülen seviyelerden çok daha düşük ilerliyor. Diğer yaş gruplarındaki boğmaca olguları ile karşılaştırıldığında 6 aylık ve daha küçük bebeklerde hastaneye yatış oranları çok daha yüksek. Boğmaca aşısı bulunmadan önce neredeyse tüm çocuklar bu hastalığı geçirdi. ABD’de boğmaca aşılamasından önce 150 bin ile 260 bin arasında vaka vardı. Ayrıca her yıl boğmacaya bağlı 9 bin ölüm rapor ediliyordu. 1970’lerde boğmaca aşılarının güvenliği ile ilgili yaygın endişelerden dolayı Birleşik Krallık’ta bağışıklamada yaşanan düşüş, 100 binden fazla vakanın ortaya çıkmasına sebep olmuş. Aynı şekilde Japonya’da da boğmaca aşısı kapsama alanı 1979’da yüzde 20’lere düşünce yeni bir salgın meydana geliyor ve binlerce vaka tekrar ortaya çıkıyor. Yakın bir zamanda yapılan araştırmada aşılama oranının düştüğü sekiz ülkede vaka oranlarında yaklaşık 10 katı yükseliş görüldüğü kaydedildi.

KIZAMIKÇIKKızamıkçık genelde çocuklarda ve yetişkinlerde hafif seyrederken, yeni doğan bebeklerde sıklıkla gelişir ve çoğunda kalp kusurları, katarakt, zeka geriliği, sağırlıkla sonuçlanır. 1964 yılında ABD’de kızamıkçık aşısı rutin olarak uygulanmadan önce bir salgın vardı. Yeni doğan 20 bin bebeğin 11 binden fazlası sağır, 3 binden fazlası kör ve yaklaşık 2 bini de zihinsel engelliydi. 1996’da rapor edilen kızamıkçık vakalarının yüzde 50’den fazlası yetişkinler arasında yaşanmış olup, maruz kalma yerleri genellikle işyerleri ve topluluklar olarak belirtiliyor. Aşılar durursa bağışıklık azalır ve bu tablolar tekrar karşımıza çıkabilir.

SUÇİÇEĞİ: Suçiçeği toplumda her zaman bulunur ve oldukça bulaşıcı olarak bilinir. 1998’te aşıya ruhsat verilmeden önce ABD’deki neredeyse tüm insanlar bu hastalıktan muzdaripti. 1990’da ABD’de suçiçeğine yakalanan çocuklara bakmanın maliyeti yıllık 918 milyon dolar olarak tahmin ediliyordu. Suçiçeği aşıları yapılmazsa hastalık hızlı bir şekilde önceki yüksek enfeksiyon oranlarına geri dönebilir.

HEPATİT B: Dünya çapında 2 milyardan fazla kişiye bir zamanlar hepatit B virüsü bulaştı. Bunların yaklaşık 350 milyonu hastalığın yaşam boyu taşıyıcısı, yani virüsü bulaştırabilir. Bu insanlardan her yıl bir milyonu karaciğer hastalıklarından yaşamlarını kaybediyor. Araştırmalar Amerikalıların yüzde beşinin hepatit B virüsü ile enfekte olduğunu göstermekte. Hepatit B ile enfekte olan çocukların yaklaşık yüzde 25’inin yetişkin olduklarında karaciğere bağlı ölümleri bekleniyor.

DİFTERİ: Sıklıkla kalp bozukluklarına sebep olan difteri, yüzde 10 gibi yüksek ölüm oranlarına sahip. 1920’lerde çocuklar için önemli bir hastalık ve ölüm nedeniydi. 1923’te aşının da geliştirilmesiyle ABD’de vakalar düşmeye başladı. Hala nadir olmasına rağmen bir tehdit olarak algılanabilir ve aşılama durdurulursa tekrar bir salgına sebep olabilir.

KABAKULAK: Kabakulak aşısı uygulanmadan önce, çocuklarda sağırlığın önemli bir nedeniydi. Genellikle hafif bir hastalık olmasına rağmen beyin, sinirler ve omuriliğin şişmesi gibi nadir durumlara yol açabilir.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu