KıbrısManşet

Yaz, şemsiye ve güneş yağmuru

Candaş Özer köşe yazısı

Yaz, şemsiye ve güneş yağmuru

Ten rengi, ırkını ve nereli olduğunu geç. Salt insan, coğrafya kökeni ne olursa olsun, yarısı melek yarısı şeytan bir varlıktı oysa. Ona nasıl yaklaştığın, iyi yönünü mü yoksa kötü yönünü mü uyandırıp beslediğine bağlıydı…

Ve insan, insana yakınlaşırken yaşamak istediği yönünü beslerken, şeytanını da ufaktan yemlerdi. Çünkü insan, karşılıksız iyilikten, acısız sevgiden, eziyetsiz aşktan, marazsız dostluktan, sorunsuz arkadaşlıktan arızasız hayattan erken sıkılırdı.

Özünde ve derinliğinde savaşa ve uğraşa mayalıdır insan…

Bir insan, hem iyi hem kötü olabilir miydi? Bir insan ya iyi bilinirdi ya da kötü sanırlardı. Ama öyle değil işte.

Tanrı insanı yaratırken, ilk başta, bebekken eksiksiz ve melek olarak yaratmaz mı? Bir bebeğin kime ne zararı dokunabilir? Melek gibi bir şeydir bebek.

Ve çocukluk, şeytanın, insanı varlığını işlemeye, şekillendirmeye, kötü dürtülerini uyarmaya hazırlandığı bir sınav hazırlık dönemi değil mi?

Ve gençlik; Çok da şey etme; ne kadar iyi olsan da kötü yanını arayacaklar. Ne denli dürüst davransan da yalanını kollayacaklar. Ne derece başarılı ve zeki olsan da seni kendileri gibi sanıp, hafife alıp aşağı çekmeye direnecekler, umursamazlığı değil mi?

Diledikleri kadar yanlış anlasalar ve eleştirseler de kendin ol, kendin kal. Onlar değişmeyecekler, yanlış insanlar için sen de değişme.

Sever gibi görünüp, hiç de haz etmeyecekler, inadına sevgiye sarıl ve sevgi dolu, hoşgörüyle yaşa.

Ve kırklanmış, ömrün olgunluk çağına girer insan. Ve her kırkını devirmiş insan, kendi çapında ve etrafında amatör filozof gibidir aslında.

Ve yarım asırlık yaşına girerken insan. Yeniden döner sorgulanası insanlığına. Acımasızca sorgular da. Çocukluğundaki kendine ve hatıralarına güler, katıla katıla.

Ergenlik çağı kötü hatıralarından utanç duyar, iyi şeyler gelmez o dönemden kalma akla.

Şimdiki yarım asırlık aklı olsa başında, asla denemeyeceği gençlik safsatalarından utanır, yüzü kızarır, göğsünde bir sıkıntıyla kıvranır. Kalbi hızla çarpar, nefesi daralır. Oysa kendini en rahat hissetmesi gereken yuvasının yatak odasının dingin huzurlu loşluğundadır.

Az önce demiştim ya, insan en çok, en rahat edeceği yerde, en konforlu alanında bile rahatlığın sivri ucunu kalbine batırır. En huzurlu olacağı yerde, durduk yerde, ansızın, acıya kapılır. Çünkü orası, yalnızlığında, ruhu ve engellenemez düşleriyle yüzleşme seansıdır.

Keşkeler, pişmanlıklar, geçmiş zaman kayıpları, yalanlar, aldanışlar, hatalar, kasti ve yahut istemsiz işlenmiş suçlar ve aldatmalar gün gelir, o yüzleşme gecesinde yiyip bitirir insanı, insanın ağır basıyorsa insanlık yanı…

Her şey olmak kolay, İnsan kalmak zor azizim.

Yakınlarında olsalar da, yakinin olamayacaklar yüzünden, insanlığa değmezlerden ötürü insanlığını heder etme haşmetlim.

Yakını olmak başka şey, yakini olmak ve insan kalmak başka, bunun anlamını bilemeyecekler.

İnsan, lafa, insan kelimesiyle başladığında konu eleştirip yermekse, kendinden çok, başkasından yola çıkar.

Çünkü hiç bir insan, insani gerekliliklere sahip olma zaruriyetini kendine dert edinmez, insanca bir insan bulma çabası kadar.

Yüklerinden kurtul, kalbin hamal küfesi gibi ağırlıklarla dolmasın. Kininden, nefretinden sıyrılıp kurtulabildiğin kadar insansın.

İnsan, gönüllere gömülü, gönülsüz sürgünlerin tutsağıdır halbuki. Artık ne sürgün yeni, ne de sürgündeki insanlar diri.

İnsan, çoğu kez, gerçek huzuru bulacağı yere girdiğinde, gerçekten huzura erene kadar tedirginliğinden kurtulamaz. Huzursuzluk söz konusu değilse, ardından gelen huzur da geçicidir.

Ve zevkler ulaşana kadar, engellenemez bir hoşnutluk hali ve rahatsız edicidir. Çoğu insan en zevk aldığı şeyi hayal edebilme cüretine bile sahip değildir.

İnsan için en kolayı ötekileştirici, kendinden saymama, benimsememe ve bizdencilikçi davranmaktır. Ama sen öyle olma ve hayattan tat almak için zoru seç ve sevmeyi dene.

İnsanı teninin rengine göre ayrıştırma, Lefkoşa’da, Mayıs güneşinde, teni yanmasın diye, beyaz şemsiyeyle gezen kara Afrikalı insanlara gülüp dalganı geçme.

Ten renginin ne kadar koyu olduğundan ziyade acıyı veya güneşin yakıcılığını ne kadar hissettiğiyle ilgilidir acı ve insanlık.

Sen, Mayıs yağmuru altında, sıcak olur diye kısa kollu giymişken, kara geniş şemsiyeye rağmen, açıkta kalan bembeyaz omuzlarına, yaz yağmurları sıçrayıp değdiğinde nasıl üşütüp içini, ürpertirse tenini kara tende de aynı hissi yaratır gerçeğini kendine şiar eyle.

Aksi tekrirde, şairin dediği gibi: “Şemsiye yapımcıları, tek kişilik biçince brandasını. Aslında yağmur değil, yalnızlıktır yağan”

Diğer Haberler

Başa dön tuşu