Ediz TuncelKöşe Yazıları

Akıl ve para!

Haftalardır fena halde rezilliğini çektiğim bel fıtığı derdini geçtim, bugünlerde ya benim beynim de belim ve ayağım gibi dumura uğradı, ya da beynim okuduğumu, gördüğümü anlamak için “normal” insanların beyninde olan algı- işlem frekanslarını farklı şekilde çalıştırarak, algılarımı işliyor, beyindeki kimyasal süreçler “akıl” denen uçsuz bucaksız evreni toz fırtınasına sarıyor, toz fırtınası arasında herşeyi tersten anlıyorum…

Fıtıktan kaynaklanan facia ötesi ağrılardan fırsat buldukça internete dalıp haberleri, kimin ne dediğini, kimin ne halt ettiğini takip etmeye çalışıyorum, malum, en büyük dertlerimiz ekonomik çöküntü; doğal afetler ve insan eliyle yaratılan çevre felaketler; emperyalizmin Kıbrıs ve Türkiye üzerinde oynadığı bitmez tükenmez oyunlar ve bizim ensemizde boza pişirilirken inatla görmezden geldiğimiz taktikler ve tehditler; bir tek günümüzün, hatta bir tek dakikamızın bile normal geçmediği bu  süreçlerde içine girdiğimiz anormal seviyedeki depresyon…

Haberler arasından dolanırken AKP Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş’un TGRT haberde söylediği, söylendiği gün kaçırdığım, sonradan farkına vardığım şu ifadelere denk geldim ve hayretten ağzım bir karış açık kaldı, yine beynim dumura uğradı, söylenenleri algılamakta zorluk çektim…

Kurtulmuş diyor ki; “Eski dönemde maalesef Türk parası çok değerliydi. 1 dolar 1.20 seviyelerindeydi. Bu ortaya ne çıkarıyordu? Olağanüstü yüksek miktarda ithalat. Yani ne varsa kalem dahil her şeyi daha ucuza dışardan ithal eder durumdaydık. Çok şükür 2013’ten sonraki dönemlerde yavaş yavaş Türkiye bundan uzaklaştı. İmalata, üretime, ihracata, yatırıma ve istihdama dayalı bir ekonomi yönelişine Türkiye kendisini sevk etmiş oldu. Bunun önemli ve değerli olduğunu düşünüyorum. Burada da o dengeyi Türk ekonomisi sağlayacaktır. Dövizin çok değerli olması ya da Türk lirasının çok değerinin düşük olması arasında bir denge oluşacaktır inşallah, bunun için gayret sarfediyoruz.”

Neymiş efendim, eski dönemde “malesef” Türk lirası çok değerliymiş, bir dolar 1.20 TL seviyelerindeymiş ve bu da yüksek miktarda ithalat ortaya çıkarıyormu!!!

Yahu kardeşim, eğer TL bugün o şikayet ettiğin eski değerinde olsaydı, yuvarlak hesaptan gidelim, bir TL bir dolara yakın olsaydı, senin bütçende bulunan bir trilyon lira bugün bir trilyon dolar karşılığı olacaktı ve sen en zengin devletler kategorisinde olacaktın…

Bu değeri tersine çevir, bugüne uyarla, bir anda TL’nin değerini yine bir alicengiz oyunu ile aniden düşürüp de bugünkü kura getirdiğini düşün, o zaman da senin bir trilyon liran bugünkü değerde 16-17 trilyon lira olacaktı, her türlü yine karda olacaktın, bu rakama ulaşmak için para basmak ve paranı üst üste devalue etme derdin olmayacaktı, fiyatlar patlasa bile gelirler de aynı oranda artmış olacaktı…

Bir kere şunu netleştirelim; bu dünyanın değişmez bir kuralı vardır, güçlü devletlerin güçlü ve değerli parası olur!!!

Zayıf devletlerin parasının gücü de zayıf olur!!!

Bu kadar açık ve net.

Diğer taraftan, seni zorla ithalat yap diye zorlayan mı var?

Türkiye gibi taşı toprağı altın bir memleketin her türlü ve fazlasıyla teknolojik, ekonomik ve tarımsal üretimi yapacak imkanı vardır, üstelik de ürettiğinin yarısından fazlasını, hatta ürettiğinin iki katını da satabilecek imkanı da vardır.

Kalemini kendin yap, ihraç et; giyim kuşam malzemesinin en kalitesini kendin yap, ihraç da et; eğitimin en kalitelisini kendin ver, yurt dışından da öğrenci çek; bir zamanlar elinin altında tuttuğun otomotiv sanayisini canlandır, otomobilini ucuza mal et, fazlasını ihraç et; ülkenin taşından toprağından bereket fışkırıyor, dağı taşı abuk subuk madencilik faaliyetleriyle harcayacağına tarımı patlat, fazlasını ihraç et; abuk subuk devlet garantili yap-işlet-devret yatırımlarından çok zorunlu olmadıkça vazgeç; ülkeye kontrolsüz şekilde giren ve akıl almaz bir ekonomik yük oluşturan, aynı zamanda ülkenin sosyo-kültürel yapısını da ciddi şekilde bozan göçü durdur, gelenleri geriye gönder;  zaten dertlerinin hemen tümü kendiliğinden hızlıca çözülecektir. 

Kurtulmuş diyor ki; “TL’nin değeri düşürülerek, imalata, üretime, ihracata, yatırıma ve istihdama dayalı bir ekonomi yönelişine Türkiye kendisini sevk etmiş oldu…”

Hani nerde bütün bunlar!!!

Ülkede enflasyon patlamış, işsizlik patlamış, başta gıda olmak üzere her türlü konuda dışa bağımlılık patlamış, millet depresyona girmiş, kaçabilen vasıflı insanlar ülkeden kaçmanın yollarını arıyor,  bir tek halinden ve durumdan memnun olan devletin bakımını yüklendiği mülteciler ve Türkiye’nin mali yönden giderek daha da batağa saplandığını gören düşmanlarıdır…

Türkiye’nin ekonomik ve mali durumu ne kadar zayıflarsa, rakipleri ve düşmanları o kadar keyiflenir, dahası, koskoca ülkeyi kimse de hiçbir platformda dikkate almaz…

Ta Kurtuluş Savaşı’ndan beridir, ta 1974’deki Kıbrıs savaşından beridir Türkiye korkusuyla yatıp kalkan Yunanistan bile bugün Türkiye’nin içine düştüğü ekonomik buhran ve emperyalizmin Türkiye’yi iyice köşeye sıkıştırması neticesinde iyice şımarmış ve kafa tutar durumdadır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan ve 1947 ile 1950 yılları arasında Yunanistan dahil, bütün Avrupa’yı kasıp kavuran, normalden çok daha uzun süren o şiddetli kışlar ve ekonomik buhran döneminde, ki savaşın da artçıl etkileri hala çok yoğun şekilde hissediliyordu, Yunanistan’ın yardımına koşan ve gemiler, trenler dolusu buğdayı ve gıdayı Yunanistan’a karşılıksız veren, ne anormal doğa şartlarından ne de savaştan ciddi şekilde etkilenmeyen Türkiye idi…

Bugün ise, emperyalistlerin aklına uyarak Anadolu’yu işgale kalkıştıklarında kendi aptallıklarının cezasını çektikleri ve İzmir’den denize döküldükleri için hala Türkiye’ye ve Türk ulusuna nefret duyuyorlar…

Dahası, tarih boyunca gerek Osmanlı’nın gerekse Türkiye’nin her türlü desteği verdiği Araplar da her fırsatta arkadan vurmaya devam ediyorlar.

Demek ki neymiş, günümüzde emperyalizmin asla değişmeyecek bir numaralı kuralını uygulamalı, düşman ayağına düştüğünde, bir tekme de sen vurmalıymışsın, iyice sıkıp suyunu çıkarmalıymışsın ki aklı iyice başına gelsin…

Öyle Atatürk gibi insanlık, adamlık göstererek ayağının altına paspas diye serilen düşman bayrağı kaldırtıp, kaldırın o bayrağı yerden, o bayrak bir ulusun sembolüdür, gereken saygıyı gösterin dememeliymişsin…

Centilmenlerin devri, centilmen savaşçıların, centilmen devlet adamlarının devri çoktan kapanmış, yerini çıkarı için her türlü adiliği ve bencilliği yapacak “düzenin iki paralıkları” devri almış…

Tarih boyunca Türk milletine yapmadık adilik bırakmayan, atmadık kazık bırakmayan, Türkiye’yi ve laikliği en büyük tehdit olarak gören, emperyalizmin uşaklığını yapmak için adeta birbirleriyle yarışan Arap ülkelerine, Arap toplumlarına “din kardeşimizdir” diyerek, en ufak bir sempati göstermemeli, en ufak bir yardımda bulunmamalıymışsın, yardım için kapına geldiklerinde anladıkları dilden konuşmalı, işlerini “yardım istiyorsan önce kendi çıkarımızı gözetelim, istediğini aldıktan sonra beni her seferinde yaptığın gibi arkadan vurmayacağını da garanti edelim” diyerek halletmeliymişsin…

Bir kere şunu da iyice idrak edelim; Uluslar arası siyasette ve ilişkilerde herkes öncelikle kendi çıkarını gözetir ve “önce benim çıkarımı halledelim, sonra seninkine bakarız” der, kimse önce senin işini halledelim, sonra bizimkine bakarız demez,  biz ise, hangi akla hizmettir bilinmez, önce başkalarının kendi çıkarları için açtığı belalara alet oluruz, sonra da ceremesini çekeriz, bedelini devlete, halka ödettiririz.

Neticede, sorun TL’nin değeri değildir, esas sorun neyi nasıl hesaplayacağını, neyi nasıl yapacağını, elindekinin değerini bilmeden abuk subuk işler yapan, kafalarına göre abuk subuk yöntemler deneyen, yöntemleri zarar ettiriyor olsa bile kendi özel sebepleriyle inadından vaz geçmeyen yönetimlerde ve yöneticilerdedir.

Özetle, TL eski değerinde olsaydı ve gerekli yatırımları yapmış ve tedbirleri almış olsaydın, TL bir kuruş bile değer kaybetmeden, kaybetmesine de gerek kalmadan, bugün tarımı patlatır, tarım ürünlerinde ihracatı patlatırdın; ülkenin ekonomisini dünya ekonomileri içinde ilk ona sokardın; dışa bağımlı kalmadan her türlü ürünün en iyisini, en kalitelisini kendin üretir, fazlasını ihraç ederdin; dışa bağımlı olan değil, dışı kendine bağımlı hale getirirdin; devlet garantili yatırımlara ihtiyaç duymaz, doğrudan o yatırımları devlet eliyle yapardın, kimseye de bir kuruş ödemek zorunda kalmazdın; ordunun karada, denizde, havada teknik donanımını geliştirir, bölgede Türkiye aleyhine faaliyet gösterecek emperyalistlerin ve çevredeki art niyetli komşuların ödünü patlatırdın, bir halt edeceklerinde, PKK, IŞİD gibi emperyalist uşaklarını Türkiye’ye karşı kullanacaklarında bir değil, bin defa düşünür hale getirirdin; borç alan değil, borç veren ülke haline gelirdin; emperyalizmin ensesinde boza pişirdiği ülke durumundan çıkar, dünyanın ensesinde boza pişirenler, düşmanlarını ayağında diz çöktürenler arasına girerdin; teknoloji alan değil, teknoloji satan hale gelirdin, ki tüm bunları Atatürk Türkiyesi on senede başarmıştı, üstelik de yerle bir olmuş bir ülkenin küllerinden yaratarak başarmıştı ve daha dün düşman olanlara bile yardım eder hale gelmişti…Daha sayayım mı!!!

Mucizeye hiç gerek yok, lafla da peynir gemisi yürümez…

İhtiyaç olan tek şey, akıldır, akıl…

Paranın değerini yükselten de akıldır, düşüren de…

Milletin ve devletin gücünü yükselten de akıldır, düşüren de…

Akıl eşittir para, para da eşittir güç…

Son noktada bir daha hatırlatalım;

Gelmiş geçmiş dünya tarihinde hiç değişmeyen tek bir kural vardır; CEBİNDE KAÇ PARA VARSA, O KADARLIK ADAMSIN…

Diğer Haberler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu