Candaş Özer

Candaş Özer Yolcu: Ayrıcalık şizofrenisi ve avaracılık

Gerçek hayatta bir çok konuda ters ve birbiriyle anlaşamayan. Hatta yan yana bile gelmeyip, bir araya gelseler bir damla suda boğuşacak olanların. Dışardaki hayatta birbirini görmeye dahi tahammülü olmayan insanların.

Sosyal medya paylaşılan kendileriyle alakasız, fotoğraf, görüş, özlü sözler, deyimler ve atasözleri ve vs altında aynı görüşte olduklarını beyan ettiklerinde, nasıl olur da hemfikir olduklarını gördüğümde neden dumurlara uğrarım ki?!!

Gerçekte birbirlerini zerre miktar haz etmeyenlerin paylaşımları altına atılan beğeni yorumlarında. Birbirlerine karşı yazdıkları övgü dolu onore edici mersiye kıvanç, esenlik sözleri beni neden hala ambale eder durur acaba?

Ve dahi, bu oportünist insancıkların.

Edebi kişilikleri, hayati duruşları, siyasi düşünceleri, algıları, görüşleri felsefi açıları tavan tabana ters köşeyken.

Yaşam tarzlarına abes düşen onca metin, yazı, şiir, fotoğraf, karikatür ve veya fikir beyanı altına hemfikirmiş gibi beğeni tıklayıp.

Bir de destekleyici ve fakat konuyla alakasız yorumlar  yazması bir tek beni mi her defasında tebelleş edip kızdırıyor acaba diye delleniyorum.

Yazılarımın altında alt alta denk düşen beğenileri gördüğümde, bu konuyu yazmalıyım dedim.

Sonra durdum düşündüm..

Ya okumadan beğeni tıklıyorlardır, ya da rast gele hemfikir düşmüşüzdür.

Veya laf ola zaman dola yaşıyorlardır, dedim.

Bazıları da kendi duygu, düşünce, görüş, zevk ve açıları dışında her nevi görüşe muhalif, kaplı ve gıcıktır mesela.

Narsist, ukala, patavatsızdır böyleleri.

Tek satır okumadıkları konuda, bırak mısrayı, kıtalar dolusu söz söyleyesileri tutar, söylerler de. Ama bilmezler ki kalıcı olan söylenen değil, yazılandır.

Yazı, bilgi birikim ve kalıcı olarak meydanda olma cesareti işidir.

Gerçi, okuyan değil, sadece bakan ve izleyen bir toplumda yaşıyoruz. O yüzden cesurluk taslayıp kendilerini hayal ve sanal alemin Donkişot’u sanmaları tabiidir.

Toplum yüzdesinde, yüksek oranda okumayanların çoğunluğu oluşturduğu hususundaki kişisel tesbitimi anlatayım müsadenizle:

Gazetecilik hayatıma 1992 yılında Kıbrıs gazetesinde haber, şiir ve denemeler yazarak başladım.

2005 yılıydı Tv programım “Yolcu” beklemediğim tepkiler ve hiç aklıma gelmemiş etkileşimlerle yol alıyordu.

Sokakta yürürken, sosyal ortamlarda falan gözlerin üzerimde olduğunu farketmeye başladım.

Tv programıma başlamadan önce yazılarımı okuyan ve ilgi gösteren bazı tek tük, ender seçkin insanlardan hoş izlenimler alırdım.

Televizyonda yayınlanan Gezi kültür programım Yolcu’dan sonra bu ilgi ve alaka yüz kat arttı.

Sima olarak tanınırlık, duyu ve düşünce tanışıklığının kat be kat üstüne çıktı.

Ve aynı yıllarda davet alıp katıldığım bir tv programında bana şu soru sorulduğunda, cevabım derhal, hayır, oldu!

“Bu kadar kısa bir sürede, KKTC televizyon kanalları arasında yayınlanan tüm tv programları arasında en çok izlenen Tv programını başarıyla sunmanız sizi mutlu etti mi?” Soru buydu.

Cevabımsa, derhal ve kesinlikle “HAYIR” idi

ve hala da öyle düşünürüm.

Mutlu etmemişti.

Çünkü tv programım aracılığıyla bu onore edilme neticesi, bana, okuyan değil. Bakan ve izleyen bir toplum olduğumuzu kanıtlamıştı.

Yani, henüz ham, olgunlaşmamış, pişmemiş, koruk, ferik, erişmemiş daha tam olmamış bir toplum olduğumuzu net olarak öğrenmiştim.

Toplumun çoğunluğu okumuyor, bilgi biriktirip analiz ederek senteze varamıyordu.

Sadece izlediklerini, gördüklerini, toplumsal algı anonimi haline getiren bir çoğunlukla karşı karşıyaydık.

Üstelik, hiç kimse ne gördüğünü ve görüp nasıl algıladığını doğru düzgün anlaşılır zengin ifadelerle Türkçe kullanamadan anlatmaya kakışınca her şey daha da bir tahammül edilmez hale dönüşüyor.

İşte bu yüzden, bizim gibi sadece izleyerek yorum katkısına kalkışan. Bilgisi olmadan fikir beyan eden bir toplumda görsel algıyla yorum yapanlara diyecek söz bulamıyorum.

Kimsenin belli bir eğitimi, kabiliyeti veya tecrübesi olmadan. Her konuda görüş, fikir veya düşünce beyan etmesi toplumsal ruh sağlığımızın incelenip araştırılması gerektiğini kanıtlıyor bana.

Ayrıcalıklı olduğunu sanmak. Her konuda işin erbabıymış gibi konuşmak. Seni o işin ustası ve üstadı kılmaz ey insan. Maskarası yapar.

Bu ayrıcalık narsistliği ile şizofrenisi avaracılığımızın resmi ve tescilli bir belgesi niteliğini taşımıyor mu sence de?

Diğer Haberler

Başa dön tuşu