Ediz TuncelKöşe Yazıları

Ediz Tuncel: Ahmağın önde gideni nasıl olunur yarışması!!!

Ahmağın önde gideni nasıl olunur yarışması!!!

Son 120 yılı şekillendiren üst akıl grubundaki güç odakları, kısacası dünyanın kaynaklarını bölüşmüş güç odakları başlıca olarak altı ülkenin topu topu birkaç ailesidir; Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, Çin ve Almanya’dan çıkmadırlar…

Daha önceki yazılarımda bu “aileleri” ve dünyayı nasıl ele geçirdiklerini etraflıca defalarca incelemiştim, dolayısıyla tekrar tekrar temcir pilavı gibi yazmaya gerek yok.

Bu akıllı insancıkların iki planı vardır, en azından bunu olsun tekrardan özetleyelim.

Birincisi, ta Kissinger zamanında, Kissinger’in açıkladığıdır; Biz (Amerikalılar) kendi ülkemizdeki vatan hainlerini yaşatmayız, onları en kısa yolda yok ederiz, ama hedefimizdeki coğrafyalardaki vatan hainlerini iktidara getiririz, tepe tepe kullanırız, son kullanım tarihleri geldiğinde de onları yoketme işini kendi toplumlarına bırakırız…(Elbette iktidara getirdikleri vatan hainlerini yoketme işini sadece hedefteki topluma bırakmazlar, hedef coğrafyaya çöreklenmiş CIA ve işbirliği içindeki misyonerler hedef coğrafyadaki isyan zeminini, yani artık son kullanım tarihi gelmiş ama ülkenin başında duran vatan hainini tertipleyecek tezgahı güzelce hazırlarlar, senaryoyu yazarlar, sonra da hedefteki halka oynatırlar)

İkincisi, bunu pek dile getirmezler ama ben yine de yazayım; Birbiriyle savaşacak düşmanları yaratırlar, savaştırırlar, savaşacakları silahları satarlar, ne kadar çok düşmanlık varsa, o kadar çok silah satışı var demektir, ne kadar çok silah satışı varsa, o kadar çok savaş ve ölüm var demektir, ne kadar çok ölüm varsa, o kadar çok düşmanlık artışı var demektir, ne kadar çok düşmanlık varsa, savaş ve çıkar çarkı o kadar çok ve hızlı döner demektir, ülkelerin ve halkların tüm kaynakları savaşa akar, üst akılın da cebi tepe tepe dolar, kanlı para güç odaklarının cebine helal para olarak girer…

Kanlı para nasıl helal para olur, onu da açıklayalım, eksik kalmasın.

Bu tezgahı görmeyenler ve piyonluk rolünü bir türlü anlamayanlar, aynı zamanda ahmağın önde gideni olmak için de yarışırlar, sanırlar ki entrikayla altlarına çekilen yönetim koltuğu  babalarının tapulu malıdır, öyle de kalacaktır…

Hamasete kanan zırcahiller sürüsü de bunların arkasından gider, zırcehalet eninde sonunda kavgayı ve düşmanlığı getirir, düşmanlık da savaşı getirir, savaşacak silahı da akıllılar zırcahillere satar…

İşte bu kadar basit, akıllılar zırcahillere “ahmak olmasaydınız da zokayı yutmasaydınız, biz size zorla mı savaştırdık” der, işin içinden çıkar, haklıdırlar da, kazandıkları yüzlerce milyar dolar da analarının ak sütü kadar helal olur, bu kadar basit…

Amma ve lakin, piyon liderler de için için bilirler ki, o koltukları hakettikleri için değil, emperyalizmin piyonu olmayı sorgusuz sualsiz kabul ettikleri için almışlardır ve bir kere koltuk altlarından giderse, canlarının gitmesi, en azından ömür boyu hapsi boylamaları da olasılık dahilindedir, ve eğer çok şanslıysalar, piyonluk görevleri süresince ceplerine istifledikleri paralarla birlikte kapağı yurt dışına atarlar ve “kullanıcılarına” sığınırlar, koruma altına alınırlar…

Son bir yıllık silah satışlarına bir göz atayım dedim; manzara müthiş!

Amerika birbuçuk yılda 120 milyar doların üzerinde silah ihracatı yapmış, bir numaralı silah alıcısı 14 milyar dolarla Endonezya, bir Müslüman ülkesi…

İkincisi, 10,2 milyar dolarla sevgili komşumuz Yunanistan!!!

Amerika’dan son birbuçuk yılda silah satın alan ilk on ülkenin altısı Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Müslüman ülkeler ve toplamda yaklaşık 44 milyar dolar harcamışlar…

Suudiler yıllardır Yemen ile savaş halindeler, bu savaşta harcanan yüz milyar dolarlık paranın Yemen tarafındaki payı olan yüzde 36sı Rus ve Çin silah sanayisine gitmiş, yüzde 64’ü da Suudi tarafından Amerikan silah sanayisine gitmiş…

İkisi de sözde müslüman ülke, her ikisi de kendini alemin akıllısı sanırken ahmağın önde gideni nasıl olunur diye yarışıyorlar,  birbirlerini gırtlaklıyorlar, para ise Amerikan, Rus ve Çin emperyalizminin cebine akıyor…

İlk ondaki diğer üç ülke ise Almanya, Polonya ve Avustralya…

Almanya ve Polonya’nın Rus tehdidine karşı kendi üretmedikleri silahlar için para harcaması kabul edilebilir sınırlarda…

Avustralya ise olası bir üçüncü dünya savaşı öncesinde ordusunu teknik açıdan yenileme derdinde…

Gelelim Yunanistan’a…

Yıllar yılıdır bol keseden savurdukları için devletin eğitim, sağlık, ulaşım gibi alanlarda temel hizmetleri ciddi şekilde aksıyor, ama özellikle başını Miçotakis denen zavallı şahsiyetin çektiği son Yunan hükümeti, sadece Amerika’ya silah alımı için tamı tamına 10,2 milyar dolar kaptırmış…

Fransa’ya kaptırdığı milyarlarca Euro’yu hiç saymayalım bile…

Bu silahları Yunanistan ne için alıyor?

Sözde Türkiye tehdidi için, Türkiye’nin saldırısından korunmak için, Türkiye’ye üstünlük sağlamak için…

Peki gerçekten Türkiye Yunanistan’a karşı bir tehdit oluşturuyor mu???

Kesinlikle hayır, hatta ve hatta, Türkiye Yunanistan’a aldırmıyor bile!

Zaten Türkiye niye Yunanistan ile uğraşsın ki, eline ne geçecek!!!

Kocaman bir hiç!!!

Peki Yunan hükümeti son birbuçuk yılda bunca parayı neden Amerikan ve Fransız silah tüccarlarına kaptırdı???

Bunun tek bir sebebi var, o da Miçotakis hükümetinin Türkiye’yi tahrik edip, iki tarafın arasını gerginleştirip, düşmanlıktan ve hamasetten beslenip, koltuğu bir dönem daha garantileme gayretir…

Piyon olmaktan bir milim öteye gidemeyen bir siyasetçi müsveddesinin koltuk hırsı yüzünden Yunan halkının cebi resmen söğüşleniyor, Amerikan ve Fransız silah tüccarlarının cebi ise dolup taşıyor…

Peki, Yunan halkı bunun farkında mı???…

Eğer Yunan basınını dikkatle izlerseniz, bal gibi farkındadır ve görünüşe göre Yunanlıların yarıdan fazlası da hükümetin Türkiye ile sürtüşme politikasından hiç memnun değil, şimdi seçim olsa Miçotakis ve tayfası tepetaklak gidicidir.

Aynı şekilde, hamasetten beslenen yeni yetme genç politikacılar öne çıkmak için özel gayret içinde olsalar da, Kıbrıs Rum tarfında da bir tedirginlik var, özellikle yaşlı politikacılar geçmişi tecrübe ettikleri için olsa gerek, Türkiye ile Yunanistan’ın kapışmasını istemiyorlar, aksi takdirde kabağın kendi kafalarında kırılacağını ve olası bir savaşta Yunanistan tarafından ikmal yollarının kesileceğini, kendi başlarına kalabileceklerini, Fransa, İsrail, Amerika ile askeri alanda işbirliği yapmış olsalar da, savunmak için ellerinde ne var ne yok kullandıktan sonra soytarıdan bozma siyasetçi müsveddesi Zelensky’nin pozisyonuna düşebileceklerini, tek çarelerinin AB, İsrail ve Amerika’dan yardım almak olacağını, ancak yalnız bırakılma ihtimallerinin de gayet yüksek olduğunu biliyorlar ve kumar oynamak istemiyorlar.

Özetle, Rum ve Yunan halkı, ne siyasetçileri gibi ahmağın önde gideni olmaya, ne de ahmağın önde gideni siyasetçileri için harcanmaya pek de hevesli değiller.

Amma ve lakin, hal ve tavırlarına bakıldığında, Miçotakis denen piyondan bozma lider müsveddesi ciddi ciddi Türkiye ile bir çatışmaya girmeyi koltuğun garantisi olarak görüyor.

Geçenlerde Amerikan senatosunda özellikle Türkiye’yi hedef alarak yaptığı konuşma, başta Demokrat Parti’nin kadın senatörleri tarafından ayakta alkışlandı, çakma Aşil öyle bir havalara girdi ki, kürsüden gerine gerine inip, ağzı kulaklarında önlerinden yürüyerek geçti, Amerikan fatihi edasıyla gitti yerine oturdu…

Ülkesinin milli servetini Amerikan ve Fransız silah şirketlerine kaptıran Miçotakis, özellikle Amerika ve Fransa ile yaptığı çıkar ortaklığı sayesinde, artık kendisini Amerika fatihi olarak görmekte, tahrikleri sayesinde Türkiye’nin bir sıcak çatışma ortamı yaratmasını ummakta, bu çatışma ortamında Amerika ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı yanında olacağını, dolayısıyla da zaferin çantada keklik olacağını sanmaktadır.

Oysa, olası bir çatışma ortamında Yunanistan’ın Türkiye’nin dibinde olan ve coğrafik olarak zaten Türkiye anakarasına ait olan, sadece ve sadece Lozan’da ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Paris Konferansı’nda İnönü’nün pısırıklığı, hatta ve hatta basiretsizliği sayesinde elimizden kaçırdığımız adaları kaybetmesi, adaların esas sahibine dönmesi, hiçtendir.

Ha, sonrasında Türkiye büyük baskılarla karşı karşıya mı kalır!!!

Elbette kalır ama kalır da ne olur, 74’den sonra kaldı da ne oldu, dünya dönmeye devam etti, son 50 yılda dengeler sayısız kez değişti, hatta ve hatta, sınırlar da değişti, olan da lider müsveddelerinin hırsları uğruna harcanan sivil halklara oldu…

Kısacası, bırakın Türkiye sahillerinin dibindeki bu adaları asker çıkararak ele geçirmeyi, Türkiye anakarasından sadece uzun menzilli top atışlarıyla bile baştan aşağı toz duman edilebilirler ve Yunanistan’dan hiçbir şekilde de askeri yardım alamazlar, kendi kaderleriyle başbaşa kalırlar, dahası, karadan ve denizden gelecek her türlü tehdit dronlar tarafından rahatlıkla bertaraf edilebilir, sonucu da Yunanistan açısından felaket olur.

Türkiye sahillerine karşı buram buram Türk düşmanlığı, kin, nefret ve ölüm kokan milli marşlarını söyleyen Yunan halkı ve askerleri de çareyi adaların batısından denize atlayıp, Yunanistan’a kadar yüzerek kaçmakta bulurlar…

Miçotakis’in yemeye çalıştığı halt da Küçük Asya hezimetinden sonra Ege hezimeti olarak tarihe geçer.

Küçük Asya hezimetinde Başbakan Gunaris ve bakanları ile birlikte genel kurmay başkanı vatana ihanetten kurşuna dizilmişti.

1974 Kıbrıs hezimetinde albaylar cuntası tepetaklak gitmiş, hepsi de hapsi boylamıştı.

Eli kulağında bekleyen Ege hezimetinde ise, kafasında zerre zırnık akıl kaldıysa, milletinin cebinden milyarlarca doları Amerikan ve Fransız silah tüccarlarına akıtan ve onlardan aldığı destekle efelenen Miçotakis sonunun ne olacağını varsın kendisi düşünsün…

Dünyayı yöneten üst akılın yuvarlak masasındaki (yuvarlak masaları olduğu bir gerçektir) güç odakları ellerini ovuşturmuş, ikinci bir Rusya-Ukrayna savaşı senaryosunun Ege’de gerçekleşmesini ve başta Boğazlar’ın statüsü olmak üzere, Montrö ve Lozan’ın şartlarını değiştirmek için gerekli fırsatın yaratılmasını dört gözle bekliyorlar…

Böylesi bir tezgah ortamında bizim siyasilerin şu andaki gaylesi ve hassasiyeti ise çok ama çok daha önemli, hatta göz yaşartıcı derecede önemli; başörtüsü için referandum düzenlemek!!!

Neyse ki nenelerimiz kafalarından nerdeyse hiç çıkarmadıkları, sadece yatarken çıkardıkları geleneksel başörtüsünün özgürce takılması için anayasa referandumu filan gerektiğini bilmeden öldüler!!!

İşin odağına dönersek, züğürt tesellisi olacak ama, en azından Türkiye son birkaç yılda, 2017 ve 2021 arasında, F35 programından atılmak hariç, Amerika’ya silah alımı için milyar milyar dolarlar akıtmadı, harcamaları bir milyar doların altında, 724 milyon dolarcıkta kaldı…

Bu süre içinde Afganistan’ın cebinden silahlanma adına çıkan ve Amerika’ya akan para ise 9.1 milyar dolar oldu ama ne çare ki, Amerikan desteğindeki Afgan hükümeti tepetaklak gitti, 9,1 milyar dolar yetmedi, yerine yine Amerika’nın yarattığı, kah dövdüğü, kah iktidara getirdiği, televizyonu şeytan icadı diye kurşuna dizen, peçenin altında gözü göründü diye kadını kırbaçlayarak derisini yüzen, 7 yaşındaki kız çocuğunu 70 yaşındaki sapığa dini töre icabı peşkeş çeken, laik devlet yönetimini en büyük şeytan ve tehdit olarak gören, daha geçen gün Türkiye’de, Diyarbakır’da düzenlenen Alimler ve Medreseler Birliği toplantısında “Kürdistan’ı tanıyoruz” diye ahkam kesen (her nasılsa, çok daha önemli meselelerle uğraştıklarından olsa gerek, AKP-MHP ikilisiyle 6’lı masanın bu açıklamaya neden gık demediği de bir garip hal…), Asya’nın ve dünyanın bir numaralı uyuşturucu üreticisi Taliban “alimleri” geldi…

E, bu durumda Miçotakis dört senede değil de birbuçuk senede 10.2 milyar dolar harcadığına göre, arkasında da korkacağı bir Taliban olmadığına göre, hatta ve hatta arkasına Amerika’yı aldığına göre, belki Afgan hükümetinden biraz daha şanslı olur…

Sonuç itibarıyle, ahmağın önde gideni kim olacak yarışması ne kadar kızışırsa, savaş tacirlerinin cebi de o kadar çok kanlı parayla doluyor, ve görünen o ki, dolmaya da devam edecek…

Diğer Haberler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu