Ediz TuncelKöşe Yazıları

Ediz Tuncel: Cumhuriyetin gerçek kahramanları

1974’ün 19 Temmuz’unu 20 Temmuz’a bağlayan gece, hava kararı kararmaz 32 genç adama bir emir gelir.

20 Temmuz sabahı Türkiye,  Yunan cuntasının Kıbrıs’ta silahlı bir darbe yaparak hükümeti ele geçiren militanlarının Kıbrıs Cumhuriyeti’ni topyekün ele geçirmesini ve arkasından adada olası bir Türk katliamı başlatmasını engellemek için Kıbrıs’a askeri bir harekat başlatacaktı.

Türkiye’nin uçar birlik harekatıyla 280 komandoyu Beşparmakların güneyin, Boğaz, Kırnı, Ağırdağ bölgesine helikopterlerle indirmesi planlanıyordu.

Bu Türk komando birliği Beşparmaklara çıkacak ve Beşparmaklarda konuşlanmış olan 700 cıvarında Rum-Yunan komandosundan oluşan ve hem Girne sahillerini vuran, hem de Girne ile Lefkoşa arasındaki yolu ateş altında tutan komandolarla mevzilerini imha edecekti, Boğaz bölgesini emniyete alacak ve Lefkoşa ile Girne arasındaki koridorun emniyetini sağlayacaktı.

Bu normal şartlarda imkansız olacak bir görevdi, hem iyi mevzilenmiş, hem de kendilerinden iki kat daha üstün bir düşman gücüne saldıracaklardı.

Ancak bu saldırıyı yapmadan önce, yere sağ salim inebilmeliydiler.

Düşman da uyumuyordu elbette, Beşparmakların güneyine Türkiye’den gelen birliklerin paraşütle atlayabileceğini, helikopterlerle bir uçar birlik harekatı gerçekleştirilebileceğini elbette kestiriyorlardı.

Türk tarafı da uyumuyordu, elbette.

Düşmanın adaya atılacak Türk birliklerine karşı bir saldırı ve pusu atabileceği hesaplanıyordu.

Olası indirme harekatı bölgelerinden birinin Kırnı-Ağırdağ bölgesi olduğunu hesaplayan Rum-Yunan birlikleri yaklaşık 500 kişi ile iki koldan bu bölgeye intikal edecek ve olası bir helikopter operasyonu ile adaya indirilecek Türk birliklerini daha helikopterler yere konamadan veya yere konsalar da mevzilenemeden imha edecekti.

İşte, bu noktada Kıbrıs tarihini değiştirecek 32 genç mücahit, aileleriyle Gönyeli ve Boğaz’daki evlerinden vedalaşarak çıkarlar, yüklenebildikleri kadar cephane yüklenerek, tarihi savaşlarını vermek üzere gece karanlığında Gönyeli ovasına girerler.

Şimdiki Boğaz kavşağından birkaç yüz metre aşağıdan başlamak üzere, 80-100 metre aralarla kuzey-güney istikametine doğru, yüzleri doğuya bakacak şekilde, yaklaşık 2 kilometre boyunca mevzilenirler, mevzilere birerli, ikişerli girerler.

Bir kişilik mevzilerde elinde bren, A4 gibi otomatik silah olanlar vardı, Boğaz’a yakın en kuzeydeki mevzide A4 makineli tüfekli tek bir kişi vardı.

İki kişilik mevzilerde ise daha hafif silahlı ve piyade tüfekli olanlar vardı.

Her mevzi, kendi sağındaki ve solundaki mevzileri görebilecek ve gerektiğinde yanlardaki mevzilere de ateş desteği sağlayacak şekilde yerleşmişti.

Bu genç adamlardan bir tanesi birkaç yıl önce kaybettiğimiz Gönyelili Hasan Hüseyin Kofalı idi.

Bir diğeri, bugün Cumhurbaşkanı Uluslar Arası İlişkiler Özel Danışmanı Prof. Dr. Hüseyin Işıksal’ın babası İrfan Işıksal idi.

Türkiye’nin adaya müdahale edeceği söylenmişti ama gerçekte edip etmeyeceği belirsizliğini koruyordu.

Sessizlik ve gerginlik içinde geçmek, bitmek bilmeyen bir zaman sürecinde, belki de hayatlarındaki en gergin ve korkutucu geceyi yattıkları mevzilerde geçirmeye başlarlar.

20 Temmuz sabahı, saat 3 cıvarında, daha gün ışımadan Kırnı-Ağırdağ bölgesini ele geçirip, olası helikopter indirme harekatını başarısızlığa uğratacak Rum-Yunan birliği dosdoğru en kuzeydeki mücahit mevzilerinin üzerine geldi.

En kuzeydeki dört-beş mücahidin tuttuğu mevzilerden açılan ani ve çapraz ateşle neye uğradıklarını şaşırdılar ve ilk ateşte en ön saflarda olanların bir kısmı vurularak düştü.

Geriye kalanlar hemen toparlandılar ve mücahit mevzilerini yaylım ateşine tuttular.

Mücahitler de bir milim geri çekilmeden düşman ateşine karşılık verdiler.

Rum-Yunan birliği geçemediği Türk mevzilerini arkadan sarabilmek için çevirme harekatına kalkıştı.

Bir kısım Rum-Yunan gücü Boğaz bölgesindeki mevzileri ateş altında tutarken diğerleri güneye, Lefkoşa istikametine doğru inerek, sonra da batıya doğru hareket ederek mücahitlerin arkasından dolanmaya kalkıştı.

Ancak oralarda da mücahitler bekliyorlardı ve kuzey mevzilerinden gelen ilk ateşten sonra tedbirlerini almışlardı, artık gafil avlanmaları da mümkün değildi.

Nitekim Rum güçleri çevirme harekatına kalkıştıkları anda karşı ateş yediler ve yine zayiat verdiler.

İki kilometrelik bir hat boyunca yaklaşık 20 mevzide mevzilenen mücahitlerin nerdeyse 20  katı güce sahip olan Rumlar nereden saldırıya geçtilerse çapraz ateşle karşılaştılar ve oldukları yere çakılıp kaldılar.

En kuzeydeki makineli tüfek mevzisine çok yoğun bir saldırı başlattılar, açılan yoğun ateşle o mevziyi tutan mücahit iki kurşun yiyerek yaralandı ve silahını kullanamaz hale geldi.

Hemen 80 metre kadar güneyindeki mevziye doğru sürünerek gitmeye çalıştı ve bağırarak arkadaşlarını uyardı.

Bu arada, o mevzideki makineli atışının sustuğunu farkeden Rumlar o mevziye kadar çıktılar.

Arkadaşlarının bağırarak uyarısıyla kuzeylerindeki mevzide olanı farkeden iki mücahit, mevzide birden fazla siluetin olduğunu görünce durumu anladılar ve mevzinin az ilerisindeki çukurda yaralı yatan arkadaşlarının üzerinden o mevziye doğru yaylım ateşi açtılar,  açılan yaylım ateşi mevziyi ele geçiren Rumlardan beşinin ölümüyle sonuçlandı, diğerleri yaralı arkadaşlarını alarak gerisin geriye kaçtı.

O mevziyi ateş altına alan iki mücahitten biri gidip yaralı arkadaşlarını aldı, kendi mevzilerine taşıdı, sonra tekrar geriye gidip makineli tüfek mevzisinden ateşe devam etti.

Mücahit mevzilerine kadar yaklaşabilen ama kısa mesafe çatışmasında telef olan 11 Rum da vurulup can verenler arasındaydı.

Şafağa kadar çatışma mevziden mevziye sürdü.

Rahmetli Hasan Hüseyin Kofalı’nın deyimiyle, karşılıklı atılan kurşunun haddi hesabı yoktu, mermiler Türk mevzilerine doğru yağmur gibi yağıyordu, mücahitler ise cephanelerini kontrollü kullanmaya çalışarak karşıdaki namlu alevlerine doğru ateş ediyordu.

Türk mevzilerine atılan roketler ve 57’lik GTT mermileri de şans eseri ya mevziyi ıskalayıp arkaya düşmüş, ya da ön taraflara, toprağa isabet ederek mücahitlere zayiat verdirmemişti.

Sabah şafak sökerken tüm mücahit mevzilerindeki cephane tükenmiş ve herkese eline kürek, bıçak alarak, piyadelere süngü takarak beklemeye başlamıştı.

Ancak karşıdan bir saldırı gelmedi.

Hava aydınlanırken karşılıklı ateşin kesilmesinden yaklaşık bir çeyrek sonra Beşparmakların üzerinden ilk helikoptlerler ve paraşütçüleri atacak olan uçaklar göründüğünü söylüyor, Hasan Hüseyin Kofalı.

Rum-Yunan tarafı Türkiye’nin harekatı başlattığını ve ilk uçaklarla helikopterlerin artık denizi geçtiğini haber almış olmalıydı, saldıranların da hem cephanesi tükenmiş, hem de karşılaştıkları direnişle moralleri bozulmuş olmalıydı ki geriye çekildiler.

Sonradan anlaşıldı ki, Rumların tek düşürebildikleri ve kısa süre sonra tekrar ele geçirilen en kuzeydeki makineli tüfek mevzisinde vurulup ölen beş Rumdan bir tanesi saldıran birliğin komutanıydı ve bu kayıp muhtemelen Rum-Yunan birliğinde moral çöküntüsüne neden olmuş, başsız kalınca ne yapacaklarını bilememişlerdi.

Mevzinin önündeki kan izlerinden ve terkedilmiş silahlardan orada daha vurulanlar olduğunun ve arkadaşları tarafından oradan uzaklaştırılıp, Rum-Yunan hatlarına götürüldükleri de anlaşılmıştı.

Komutanlarının ölümü ve TSK helikopterleri ve uçakları da görünmeye başlayınca Rumlar geri çekilmeyi tek çare olarak görmüşlerdi.

Karşıdan ateş gelmeyince ve hareket de görülmeyince, bazı mücahitler mevzilerden çıkarak Rum-Yunan hattına gitmişler ve oralarda yerde terkedilmiş silahları ve bolca kan izi görmüşlerdi.

Rum güçleri geri çekilirken yaralı ve ölülerinden alabildiklerini götürmüşler, ama silahlarını bırakmışlardı.

Rum-Yunan birliğinin artçılarının uzaklardan Dikmen bölgesine doğru geri çekilişini gören mücahitler onların bıraktığı silahları ve cephaneyi alıp, gerisin geriye mevzilerine döndüler ve beklemeye başladılar (ölen Rumlar harekatın birinci gününün akşam üzeri, bölge tamamen Türk egemenliğine geçince, mücahitler tarafından oldukları yere gömülmüşler).

Bu üç saate yakın süren dehşetli saldırıyı, rahmetli Hasan Hüseyin Kofalı’nın deyimiyle, üzerlerine sayısız mermi yağmasına rağmen mücahitler büyük bir şans eseri olarak sadece bir yaralıyla atlatmışlardı.

Bu esnada, günün ilk ışıklarıyla helikopterler TSK komandolarını indirmeye başlamıştı.

Komutanları Yarbay Cemal Eruç idi.

TSK’nın gelmiş geçmiş en yetenekli ve en iyi eğitimli subaylarından biriydi.

Bu efsane yarbayın emrindeki komandolar da sadece Türkiye’nin en elit birliği değil, her türlü kara, hava ve deniz şartlarında eğitilmiş, tüm dünyanın en elit birliklerinden biriydi ve Türk ordusu, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ilk kez bu çapta bir harekat düzenliyordu.

Bu harekatın en önemli görevini bu komando birliği ifşa edecekti.

Kırnı bölgesine indirilen komando birliği yıldırım hızıyla Beşparmaklardaki Rum-Yunan komando taburlarının olduğu bölgelere doğru çıktı ve ilk iki saat içinde kritik düşman mevzilerinin çoğunu göğüs göğüse çarpışmalarla tek tek ele geçirerek köprü başlarını tuttu.

Beşparmakların sarp kayalıklarına mevzilenmiş ve kendisinden tam olarak iki kattan daha fazla olan ve çok iyi mevzilenmiş bir güce uçurumlardan tırmanarak, aşağıdan yukarıya doğru saldırmak, normal şartlarda intihardan başka birşey değildi.

Ancak mükemmel eğitimli 280 kişilik komando birliği kendisinden çok daha güçlü düşmanlarla savaşmak üzere eğitilmişti ve şiddetli çarpışmalardan sonra  7 şehit ve 20 yaralı vererek, Beşparmaklara konuşlanmış  ve çok güçlü tahkimat yapılmış, normal şartlarda bile ulaşılması nerdeyse imkansız mevzilerden düşmanı söküp atmayı başarmış, düşmanın en kritik mevzilerini ele geçirmişti.

Bu başarı, tüm harekatın gidişatını belirleyen bir başarıydı ve TSK komandoların yıldırım harekatıyla Rum-Yunan birliklerinin en önemli mevzileri temizlenmişti.

Bu harekatta en güçlü ve iyi tahkim edilmiş mevzilere ön saflarda saldırırken birlik komutanı Yarbay Cemal Eruç da birkaç metre yukarılarındaki mevziden açılan ateşle sol omuzundan girip, sırtından çıkan ve oluk gibi 20 santimlik bir yara açan bir mermiyle yaralanmış, ancak o mevziye üzerindeki el bombalarını atmayı başarmış, hemen yanındaki askerlerinin üzerindeki el bombalarını da alıp, birbiri ardına düşman mevzisine atmış, en sonunda o makineli tüfek mevzisini susturmayı başarmıştı.

Savaşın tüm kaosuna ve şiddetine rağmen, 20 Temmuz gecesi düşman direnişi kırılmış,  21 Temmuz’da Beşparmaklarda kritik noktaları tutan Rum-Yunan güçleri tamamen temizlenmişti.

Beşparmak çarpışmasında Türkler ele geçirdikleri esirlere Cenevre Konvansiyonu’na göre esir muamelesi yaparken, Rum-Yunan tarafı çarpışmanın başlarında ellerine geçirdikleri birkaç Türk asker ve subayına elleri arkadan bağlı şekilde hunharca işkence yapmış, sonra da üzerlerine benzin dökerek canlı canlı yakmışlardı.

Beşparmaklar Rum-Yunan güçlerinden tamamen temizlendikten sonra bulunan cesetlerin hali büyük moral bozukluğu yaratmıştı.

Yarbay Cemal Eruç komutasındaki birlik, en son 16 Ağustos 1974 tarihinde Lefke’ye girmiş ve harekat son bulmuştu.

Yarbay Cemal Eruç ve birliğini karşılayan çoşkulu kalabalığın arasındaki çocuklardan bir tanesi de bendim.

TSK komandoları Lefke’ye girmeden kısa süre önce Lefke’yi ele geçirmiş olan Rumlar bir jipin üzerine Türk bayrağı asmışlar, Lefke’deki sağlık ocağının önünden geçen ve hemen hemen tüm Lefke’yi hakim bir noktadan gören yola çıkmışlar, oradan megafonla “Türkler geldi ey ahali, Türkler geldi, dışarı çıkın” diye Türkçe bağırmışlardı.

Evimiz bulundukları noktanın tam olarak karşısındaydı ve Türkiye’nin harekata başladığını ve askerin çoktan adaya çıktığını bildiğimiz ve her an Lefke’ye gelmesini beklediğimiz için bu çağrıyı duyar duymaz hemen tüm mahalleli dışarı fırladık,  evimizin önündeki yola doluştuk.

Sokakta kalabalık oluşunca Türk bayrağı çekilmiş jipten üzerimize yaylım ateşi açıldı, ilk şaşkınlıktan sonra herkes kaçışmaya başladı, birkaç metre ilerimde duran beyaz entari giymiş bir kız çocuğu kalçasından vurulup yere düştü.

Annem hemen onu yerden kaldırıp, çekere bizim ev duvarının arkasına, atışların ulaşamayacağı bir yere çekti.

Ben sokakta tek başıma kalmış, şaşkın şaşkın bana karşı tepeden ateş edenlere bakıyordum, Türk bayrağı çekmiş birilerinin bize neden ateş ettiğini anlamaya çalışıyordum, bir taraftan da dört bir tarafımdan seken mermilere bakıyordum.

Vurulan kızı emniyete alan annem koşarak geldi, beni kaptığı gibi evimizin açık kapısından içeri daldı, kapıyı kapatması ve yana çekilmemizle birlikte birkaç mermi kapıdan içeri girdi.

Lefke’ye TSK komandoları girmeden önce üzerimize iki kez doğrudan ateş açıldığını hatırlıyorum, defalarca yakınımıza düşen bombalardan şans eseri kılpayı kurtulduğumuzu hatırlıyorum, patlamayan bir bombanın dibimize çakılışını hatırlıyorum…

Gerçek şuydu ki, bugün kendini mağdur kurban, Türkiye’yi de işgalci güç olarak göstermeye çalışan ve dünyayı arkasına almış olan Rumlar Kıbrıslı Türklere karşı her fırsatta düpedüz savaş suçu işliyor ve kadın, çocuk, erkek, yaşlı demeden her fırsatta Kıbrıslı Türklere  karşı ellerinden gelen kötülüğü yapıyorlardı.

İşte 1974’de makus talihimiz, savaşın dehşeti arasında bazı ince detaylar unutulup gitse de, o ince detaylarda şekillenerek değişmişti.

Bu detaylardan biri ve belki de en önemlisi, Kırnı-Ağırdağ bölgesini ele geçirerek TSK’nın uçar birlik harekatıyla bölgeye indirilecek komando birliğini imha etmeye niyetlenen yaklaşık 500 kişilik Rum-Yunan birliğini sadece 32 genç mücahidin sabaha kadar çarpışarak durdurmasıydı.

İkincisi ise, Yarbay Cemal Eruç emrindeki komando birliğinin kendisinden iki kattan daha güçlü olan Rum-Yunan komando birliklerini Beşparmaklarda çoğu zaman göğüs göğüse çarpışarak yenilgiye uğratması, Lefkoşa-Boğaz-Girne güzergahını emniyete alması, Beşparmaklardan Girne sahiline çıkarma yapan Türk birliklerine dağdan gelen top atışlarını susturmasıydı.

Bu insanların destansı kahramanlıkları sadece Kıbrıs’ın ve Kıbrıs Türkü’nün değil, tüm coğrafyanın tarihini sonsuza kadar değiştirdi.

Siyasi tarihimiz adlarını bile anmaya tenezzül etmeyeceğim siyasetçilerimizin fiyaskolarıyla, yalanlarıyla, samimiyetsiz ve hamaset dolu laflarıyla dolu dolu olsa da, bugünkü varlığımızı ve devletimizi sadece ve sadece o efsane savaşçıların kendilerinden kat be kat daha üstün düşman güçlerine karşı insanüstü bir gayretle verdikleri o emsalsiz cesaret ve ölümüne mücadeleye borçluyuz…

32 mücahitten Hasan Hüseyin Kofalı artık aramızda değil, uzun zaman önce tanıştığım ama ismini unuttuğum bir tanesi de artık aramızda değil, diğerleri ise sessizce yaşamlarını sürdürmektedirler.

Beşparmakları fetheden komando savaşçıların bir kısmı halen hayatta, bir kısmı ise artık ebediyete intikal etmiş durumda.

Efsane komutan ve manevi babamız Yarbay Cemal Eruç, savaştan sonra TSK komando birliklerini eğitmeye devam etmiş, ordudan Tuğgeneral rütbesiyle emekli olmuş, bugün 90’lı yaşlarında, halen kitap yazıyor, kitap okuyor,  dağlara tırmanıyor ve Atatürk’ün kurduğu TSK’nın şerefli, onurlu bir subayı olarak dimdik ayakta…

Bu dünyadan göçüp gidenlere rahmet olsun, yaşayanların barış, huzur, sağlık dolu ömürleri olsun.

Çocuklarımız bugün bu topraklarda doğup, bizim gibi savaşın dehşetini yaşamadan olabildiğince huzurla yaşıyorlarsa, bu sadece ve sadece,  Atatürk’ün yolundan yürüyen o çoğu adsız  kahramanların fedakarlığı sayesindedir…

Saygıyla ve minnetle!

Diğer Haberler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu