Ediz TuncelKöşe Yazıları

Ediz Tuncel: Et ve tırnak!

Bizim desteksiz atışın bol olduğu siyasi arena edebiyatında bu lafı ilk kim icat etti, tam olarak hatırlamam, ama özellikle kendini sağ cenah olan gören siyasi cenahta Denktaş’tan bugüne kadar pek çok siyasetçi tarafından kullanıldığını duymuşumdur.

Kendini sol veya sosyal demokrat olarak gören siyasi cenahta ise ilk kez ılımlı yapısı ile tanınan Dt. Filiz Besim geçen gün bilinçli olarak bu lafı sarfetti.

Vay sen misin biz Türkiye ile et ve tırnak gibiyiz diyen, tam da seçim üstü bu laf söylenir mi!!!

Milletvekili adayı olduğu partisinin bazı fırsatçılar bu laf üzerinden Filiz Besim’i günah keçisi ilan etti, kesip biçmeye başladı.

Halbuki Filiz Besim’i yakından tanıyanlar onun ideoloji açısından saplantılı bir kişiliği olmadığını, realist yaklaşımlı bir sosyal demokrat olduğunu, siyasi yaşamını da farazilerle değil gerçeklerle kurguladığını iyi bilirler.

Gelelim şimdi zurnanın zırt dediği noktaya!

Türkiye ile Kıbrıslı Türkler et ve tırnak gibiler mi, gerçekten!

Evet, isteseniz de istemeseniz de, kabullenseniz de kabullenmeseniz de, tam 450 senedir bu durum böyledir.

Iki tarafı ayıran sadece bir su parçasıdır, ama bu su parçası can bağı, kan bağı, ırk bağı, kültür bağı, dil bağı olan iki tarafı birbirinden ayrı düşürmez, sadece bazı durumlarda hasretini artırır.

Türkiye’nin, şimdiki AKP iktidarı da dahil olmak üzere, gelen giden iktidarlarının Kıbrıslı Türklerle ilişkilerindeki akıl almaz hataları sorgulayabilirsiniz, zaten bugüne kadar o kadar saçma sapan ilişkiler kurulmuş ki, birbirimize daha fazla bağlanacağımız yerde birbirimizi adeta iteklemişiz, ötekileştirmişiz, sanki bir marifetmiş ve çok lazımmış gibi…

Ama bütün bu hataların arasında, değişmeyen tek gerçek şudur; her iki tarafta gelen giden iktidarlar kendi aralarında kapışsalar da, didişseler de, Kıbrıslı Türkler tüm Türk ulusunun tarihteki gelmiş geçmiş en büyük lideri Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne gönülden bağlıdır, can bağının, kan bağının, kültür bağının farkındadır.

İki taraf arasındaki en büyük fark şudur; Kıbrıs Türkünden sapık, kinder, menfaatçi, emperyalizm uşağı dindarlar çıkmaz…Kıbrıs Türkünden kadına, çocuğa kötülük yapan, onları aşağılayan, hor gören, katleden, tecavüz eden tımarhane kaçkınları pek çıkmaz, yüz senede çıkan birkaç ruh hastası da bu istisnayı bozmaz…Kıbrıs Türkünden kendi ulusunu ve Türkiye’yi arkadan vuracak çakma milliyetçiler ve çakma solcular da pek çıkmaz, arada tek tük çıkan da ateş olsa kendi düştüğü yeri yakmaz.

Ancak Türkiye’de yukarda bahsi geçenlerden bol bol vardır ve ortam da sürekli türemeleri için fazlasıyla müsaittir, bu da Kıbrıslı Türklerin hiç benimsemediği, hatta nefret ettiği bir durumdur ve kendi ülkesinde bu durumlarla “ithal bela” olarak karşılaştığı zaman küplere binmektedir.

Yine de, bütün bunlara rağmen, Türkiye’nin milli çıkarları söz konusu olduğunda, Kıbrıslı Türkler bir bütün olarak ayağa kalkmasını bilirler, bir tek şartla!…Horlanmamak şartıyla!

Türkiye tüm Kıbrıslı Türkler için gerek turizmde, gerek sağlıkta, gerek yüksek öğretimde gidilecek ilk destinasyondur.

Pandemi başlayana kadar senede iki kez Türkiye’ye eş, dost, akraba ziyaretine giderdik, hem de hiç aksatmadan.

Neredeyse iki sene oldu, gidemiyoruz, elimiz kolumuz bağlandı, hasret kaldık.

Can bağımız, kan bağımız olan, birlikte hayatı paylaştığımız, tabağımızdaki iki lokmayı paylaştığımız, cebimizdeki iki kuruşu paylaştığımız, kederlerimizi, sevgilerimizi, sevinçlerimizi paylaştığımız canımız arkadaşlarımız, manevi annelerimiz, manevi babalarımız, akrabalarımız burnumuzda tütüyor, hasretleri yüreğimizi yakıyor.

En kötüsü de, bu süreçte yüzünü son bir kere daha göremeden, son bir kez daha kucaklaşamadan, son bir kez daha birbirimize iki güzel laf edemeden, bazı yakınlarımızı, tanıdıklarımızı, sevdiklerimizi kaybettik, çaresizce uzaktan yas tuttuk.

 Üniversite yıllarımızda edindiğimiz arkadaşlıklar hala bugün aynı sıcaklıkla, samimiyetle sürüyor.

Kimimiz dünyanın başka ülkelerine göç etti, ama irtibat hiçbir zaman kopmadı, yüreklerimiz beraberce çarptı ve çarpmaya da devam ediyor.

Kimimiz emperyalizmin ayak oyunlarına karşı kendi yurdunu savunurken kuş uçmaz, kervan geçmez dağlarda kahpelikte sınır tanımayan emperyalist uşağı düşman kurşunuyla arkasından vuruldu, gencecik yaşında, sevdiklerine, hayatına doyamadan şehit düştü, acısı yüreklerimizin bir köşesinde kaldı, yaşam sevincimizin bir kısmı onlarla birlikte koptu, gitti.

Ancak gelin görün ki, siyasi dünya başka bir dünya ve ben dahil, Kıbrıslı Türkler olarak Türkiye’ye karşı sarsılmaz bir aidiyet ve sorumluluk duygusu hissetsek de, Türkiye’deki siyasi iktidarlarla yıldızımız hiçbir zaman barışmadı, uyuşmadı, ne sağcısı ne de solcusu ile kafamız ve yüreğimiz uyuşmadı.

Hoş, Türkiye’deki iktidarların kendi kendileriyle bile yıldızları hiçbir zaman barışmadı, iktidara gelen her siyasi oluşum kendi içinde çıkar kavgalarına tutuştu ve bölündü, bu arada her çıkar kavgasında Türkiye’nin bütünü zarar gördü, koltuk uğruna kardeş kavgaları, dökülen kardeş kanları akıl almaz boyutlara ulaştı, yapılan hatalar emperyalistlerin ekmeklerine de katmerli yağla bal sürdü, Türkiye’yi köşeye kıstırmak isteyenlere kale içinden açılan kapılarla, körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz misali, istedikleri şartlar altın tepsilerde sunuldu.

Kıbrıslı Türklerde ise siyasi yaşam bambaşkadır, gündüz kavga eden sağcısıyla solcusu, gece meyhanede buluşup, kafa çeker, ertesi gün de yine laf olsun torba dolsun modunda mahalle siyaseti yapmaya devam eder, arada bir karşılıklı horozlanmalar olur ama kan dökülmez, baş kaş yarılmaz.

Seçimlerde de en aşırı uçtaki sağ parti ile en aşırı uçtaki sol parti adaylarının koltuğu kapmak için yüzsüzce işbirliği yaptıklarını da görürsünüz, kısacası düşmanlıkları lafta düşmanlıktır, siyasetlerindeki sağcılıkla solculuk da lafta ideolojidir, öncelik koltuğu kapma kavgasıdır, koltuğa oturulunca verilen bütün sözler de unutulur, partizanlık hortlatılır.

Bu halleri, Kıbrıslı Türkün en zayıf noktasıdır, en büyük zaafiyetidir, ki birçok vasıflı ve dik duruşu, onurlu insanımızın ülkemizden göç etmesine neden olmuş, benim de kendi toplumuma karşı aidiyet duygumu sorgulamama ve büyük oranda kaybetmeme neden olmuştur.

Kıbrıslı Türkün sağcısının da solcusunun da tek ortak özelliği, çakma dinciliğe, yobazlığa (ki bugün Türkiye’nin en büyük sorunudur), kadına ve çocuğa karşı şiddete karşı olmaları ve yüreklerinde Atatürk ve Türkiye sevgisini eksiltmeden beslemeleridir, bu sevgiyi de çocuklarına miras olarak bırakmalarıdır.

Her iki tarafın siyasilerinin de en büyük özelliği, koltuk uğruna hamasetten, kışkırtmadan, ötekileştirmeden, böl-yönet politikasından medet ummalarıdır, ki bu hal hem Türkiye’yi hem de Kıbrıs’ı dertten derde sürüklemiştir.

Amma ve lakin, bugün, yıldızımız hiçbir şekilde barışmasa da, kafamız hiçbir şekilde uyuşmasa da, Türkiye’de hangi iktidar olursa olsun, hatta AKP iktidarı bile “senin şu vasfına ihtiyacımız var, ülkenin ve ulusun milli çıkarları söz konusu” dese, ben dahil, eminim gücü yeten, kendine güvenen lafı ikiletmeden koşa koşa Türkiye’nin ve gönül bağıyla, can bağıyla bağlı olduğu kardeşlerinin, dostlarının, sevdiklerinin yoluna can koyacaktır. 

Tüm hatalara ve birbirimizi anlamsızca hırpalamamıza rağmen, ta 74den bugüne kadar hiç kopmayan, incelmeyen, hatta birbirimizi görmediğimiz her geçen gün daha kuvvetlenen, özlemi daha da artan canlarımız ve can bağlarımız var.

Bizden önceki nesilin çoğu bu hayattan göçtü gitti, nurlar içinde yatsınlar, bir kısmının da bir ayağı çukurda, gitti gidiyorlar.

Tarihimizin en zor dönemlerinin en genç ve son nesilleri, tarihimizin dönüm noktalarını, kan, dehşet, korku ve vahşetin kol gezdiği o günleri az da olsa hatırlayan,, o dehşetten nasibini alan, Tanrı’nın bir takdiri olarak yağmur gibi yağan bombalardan, kurşunlardan kılpayı kurtulan son nesil bizleriz.

Tarihimizin en zor dönemlerinde her iki taraf da lafı ikiletmeden birbirimize destek olmuşuzdur, olmaya da devam edeceğiz.

Bu destek, hem bir zorunluluktur, hem de bize atalarımızın bıraktığı en önemli manevi mirastır.

İster beğenin, ister beğenmeyin, Filiz Besim et ve tırnak gibiyiz derken haklıdır, bu lafı laf olsun veya siyasi gaylesi var diye söylememiştir, yüreğinden geçeni söylemiştir.

Biraz empati lütfen!

Tırnağı parmaktan koparıp atabilir misiniz!

Elbette yaparsınız, zorunluluk varsa acısına katlanırsınız, söker atarsınız, yerine yenisi çıkar, ama sadece gerçekten zorunluluk varsa!!!

Diğer taraftan, gerçekten sökülüp atılması gereken birşey var mı, bu da sorgulanmalı!!!

Evet, vardır!

İki taraf arasında siyasi gaylelerle yaratılmış ve bugüne kadar manevi değerlerimize zarar vermekten başka hiçbir işe yaramayan önyargılar sökülüp atılmalı, artık yüreklere sıkılan kurşunlardan daha fazla zarar veren pervasız çeneler biraz tutulmalı, herkes haddini bilmeli, şımarıklık ve siyasi gayleler değil olgunluk hakim olmalı, iki devlet ve toplum arasında düşmanlık ve ayrımcılık değil samimiyet geliştirilmeli, biat değil manevi aidiyet kültürünün geliştirilmesi yüreklerde kabul görmelidir.

Aksi takdirde, dört bir tarafımızı sarmış olan emperyalizm canavarı, anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirmek, bizleri tarihin çöplüğünün en dibine gömmek için hazır ve nazır beklemektedir. 

Eğer bunu başarırlarsa, bu başarı onlar çabaladığı için olmayacak, bizim inatla ve sorumsuzca sürdürmeye çalıştığımız bencilliğimiz, aymazlığımız ve beceriksizliğimiz yüzünden olacaktır. 

Demedi demeyin!

Diğer Haberler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu