Ediz TuncelKöşe Yazıları

Ediz Tuncel: İki büyük tehlike ve domates…

İki büyük tehlike ve domates…

Apaçık şekilde dünya gerek enerji sektöründe, gerekse siyasette yeni bir kaosa sürükleniyor ve bu kaosun yaratıcısı, planlayıcısı, uygulayıcısı da tartışmasız şekilde ABD’dir.

Ta 90’larda birinci Körfez Savaşı zamanında başlatılan, ikinci Körfez Savaşı ile devam ettirilen, sonra da Arap Baharı denen vahşet süreciyle taçlandırılan bu kaosun tam ortasında ve hedefte Türkiye de var.

Hani derler ya, bütün yollar Roma’ya çıkar, belki eskiden öyleydi, ama şu anda Amerikan çıkarları öyle bir noktaya geldi ki Amerikan çıkarlarının bütün yolları Türkiye’ye çıkıyor.

Amerika Ortadoğu bölgesinde ne halt ederse etsin, bütün haltlarının yolları Türkiye’de kesişiyor.

Resmin geneline baktığınızda, Rusya Amerika için durduk yerde büyük bir tehdit değil, ama Amerika’daki üst akıl, gerçekten de büyük bir üst akıl olduğunu bir daha ispatladı ve Ukrayna’nın başına getirdiği üçüncü sınıf artisti kullanarak ve tek kurşun da atmayarak, Rusya’yı savaşa soktu, hem Avrupa’nın, hem de Rusya, Çin ve dünyanın geri kalanındaki tüm siyasi ve ekonomik dengeleri altüst etti.

Bu  arada, Ukrayna-Rusya savaşında Rusya’nın askeri gücünü de çaktırmadan sınadılar, potansiyelini gördüler, özellikle de Rus ordusunun üst ve alt komuta kademesindeki beceriksizlik abidelerinin çapını gördüler.

Örneğin, dünyanın en geri zekalı komutanı bile yirmi tane tankı beşer metre arayla bir mahalle yoluna sokup da birkaç dakika içinde topluca imha  ettirmez, ki Ukrayna’da bu tarz tuzaklara kendi ayağıyla düşen Rus güçlerinin haddi hesabı yok,  belli ki ordudaki alt ve üst  yöneticiler bir elde votka, diğer elde kaleşnikof, kafalar bulutlu şekilde savaşıyorlar.

Ukrayna yerle bir oldu, trilyon dolarlık zarar ziyana uğradı, ama Amerika’nın beş milyar dolar harcayarak seçtirdiği Zelensky denen kukla bozuntusu hala Amerika ve diğer NATO ülkelerinden gelen askeri yardımlarla Rusya ile baş edebileceği hayalini kuruyor, insanlarını katlettiriyor, dahası, Ukrayna’nın asker kılığındaki çapulcuları da, tıpkı babalarının, dedelerinin İkinci Dünya Savaşı sırasında Polonyalılara, Yahudilere ve Ruslara yaptığı gibi,  Rus sınırına yakın yerlerde Ukraynalı Ruslara karşı tam bir vahşet uyguluyor, dünya ise işine gelmediği için bunu görmezden geliyor…

Dünyanın gözü bu tezgahtayken, Amerika diğer taraftan Yunanistan ile Türkiye’yi kapıştırmanın hazırlıklarını yapıyor…

Yunanistan Başbakanı olacak Miçotakis denen ve artık ruh hastası olduğundan zerre zırnık şüphe duymadığım zırcahil herif, ikinci bir Zelensky olmaya çok ama çok hevesli, “ordumuz hazır, Avrupa’daki ve Atlantik ötesindeki dostlarımız da bizimle birlikte” diyor, aleni şekilde savaş çığırtkanlığı yapıyor, sırf gelecek seneki seçimlerde koltuğu kollamak için…

Türkiye ile girişeceği bir savaşta ülkesinin ve halkının akıl almaz bir tahribat alacağını, savaşın dehşetini yaşayacağını, savaşın ülkesine tam bir yıkım getireceğini, bir çatışma durumunda Türkiye’nin seferberlik altına alacağı milyonlarca askerin, üstelik de büyük bir çoğunluğu savaş alanı görmüş askerin, çığ gibi üstüne akacağını, ne koltuk ne de Yunanistan kalacağını hesaplayamıyor, tamamen gereksiz yere bir tahrik politikası yürütüyor.

Diğer taraftan, ülke yönetiminde beceriksizlikleri artık filmlere senaryo olacak seviyeye ulaşan ve daha beteri olmaz, olamaz noktasına gelen AKP-MHP ikilisinin ve güya bunların karşısında muhalefet diye duran tayfanın zerre kadar Türkiye üzerinde döndürülen dolaplar konusunda fikri yok, vizyonu yok, sadece birbirlerini yerken geliştirdikleri dakikalık, saatlik, günlük politikaları var…

Ne iktidarı, ne de muhalefeti “Yahu kardeşim, eğer bu oluyorsa, yarın da şunun olması için zemin hazırlanıyor demektir, eğer yarın da şu olursa, arkasından da bu gelecektir, biz tedbirimizi şimdiden alalım, gelecekte karşımıza çıkacak tehlikelere karşı tedbirleri şimdiden alalım” demiyorlar…

Tamamen liyakatsiz, öğretilmiş çaresizliğin esiri olmuş bir iktidar, bir muhalefet ve bir toplum var ortada…

Dıştaki emperyalist düşmanların Türkiye’ye baktıklarında gördükleri çok net bir manzara var; Türkiye’deki siyasi partilerin tüzüğü öylesine şahsileştirilmiş ki, partilerin lideri değil, liderlerin partisi var ve parti liderini, eğer bir kere o koltuğa oturursa, dünyanın en beceriksiz siyasetçisi de olsa, tekme tokatla bile o koltuktan kovamazsınız, kovmanın ve elinden kurtulmanın tek yolu, onu bir üst makama taşımaktır, parti lideriyse ve başbakan ise, onu cumhurbaşkanı yapmaktır…

Parti tüzükleri gereği parti başkanındaki yetkiler doğrudan doğruya şahsına münhasır diktatör yetkileridir ve bu kepazelik de ta İnönü döneminde CHP’nin başına geçtiğinde ve kendi kendisini milli şef ilan ettiğinde başlatılmıştır, sonrasında gelen tüm siyasi partiler de aynı taktiği hiç gocunmadan izlemiştir.

Öyle ki, parti lideri kendisini seçecek olan delegeleri parti meclisine seçmekte, onlar da kendilerini parti meclisine seçen genel başkanı habure genel başkan olarak seçmekte, hasbelkader de parti iktidara gelirse, köşe başlarını bunlar tutmaktadır, böylece başkan ile delegeler aralarındaki menfaat ve saadet zinciri  alabildiğine devam etmektedir.

Bu siyasi yapı da resmen Türkiye’yi batırmakta, liyakata değil de tamamen şahısların keyfine bağlı bir devlet yapısı ortaya çıkmakta, bu da ülkenin sağlıklı yönetilememesine, öğretilmiş çaresizliğe mahkum edilmiş toplumun bölünerek paramparça olmasına neden olmakta, ülkeyi maddi ve manevi yönden zayıflatmakta, sömürülmeye, suistimal edilmeye, ayartılmaya ve ülke ve toplum bütünlüğüne tehdit oluşturmaya hazır odaklar oluşmasına neden olmaktadır.

Bütün bunlara bir de din sömürüsünden menfaat elde eden, dini, imanı, Allahı para olan ve her türlü sapıklığın ve sapkınlığın fır döndüğü, cehaletten beslenen tarikatlar, cemaatlar eklenince, bunlar da saadet zinciri merkezi haline gelen parti yönetimlerine yandan çark ederek girince, devlet yönetiminde rol alınca, veya faaliyetlerine göz yumulunca, yandı gülüm keten helva, al sana ta 1950’den beri dört dörtlük işleyen ve sonuca varan Yeşil Kuşa projesinin tıkır tıkır işleyen sonuçları…

Bilmem hatırlar mısınız, Fransa’nın ayak oyunlarıyla ve Şah’ın da beceriksiz yönetimiyle İran’da iktidarı ele geçiren Humeyni, demokrasi ve özgürlük getirmek vaadiyle iktidara geldikten bir ay bile geçmeden binlerce muhalif ortadan kaldırılmış, kurşuna dizilmiş, en vahşi işkencelerden geçirilerek öldürülmüş, bu vahşet hiç hız kesmeden, aksine artarak devam etmiş, laik bir toplum olan İran toplumu ve tüm ülke, tüm maddi ve manevi değerleriyle birlikte mollaların iktidarına esir olmuş, molla rejimi kendi kafalarına göre bir dini rejim oluşturmuş, en ufak bir eleştiriye tahammül göstermeyerek tüm muhalifleri ortadan kaldırmış, kadının saçını başını da bu rejime hapsetmiş, insan hakları ihlalleri tavan yapmış, ki halen de durum aynıdır, ama din sömürüsünden beslenen molla rejiminin tenceresinin basıncı o kadar artmıştır ki, başörtüsünü düzgün takmadı diye sokak ortasında dövülerek öldürülen bir genç kızın trajedisi sayesinde patlamalar başlamıştır.

Aynı molla rejimi, işine geldiğinde Türkiye’den “biz de Müslümanız” diyerek destek beklemiş, ama her fırsatta da, laik ve cumhuriyetçi yapısını molla rejimine karşı tehdit olarak gördüğü Türkiye’yi arkasından vurmakta tereddüt etmemiştir, hatta ve hatta, Amerika ile işbirliği yaparak, Türkiye’ye elinden gelen kötülüğü yapmış, halen de yapmaktadır.

Manzara buyken Türkiye içte ve dışta çok büyük bir tehdit altındadır, AKP-MHP iktidarı ve muhalefet bunun yeterince farkında olmayabilir ama Türkiye’nin gırtlağına dolanmaya çalışılan ilmik giderek sıkılmaktadır.

Ha, Türk milleti öteki milletlere pek benzemez, sabrı tükendiğinde ve hırpalanmaktan usandığında kalkıp kendisini hırpalayanı bir tokatta yere sermesini bilir, ama her kavganın da bir bedeli vardır ve bu bedeli tüm ülke ve millet öderse, bu bedelin acısı da büyük olur.

Yol yakınken, Türkiye karşı karşıya olduğu iç ve dış tehditleri savuşturmak için iki şey yapmalıdır; birincisi iktidar ve muhalefet iç barışı ve huzuru derhal sağlamalıdır, özellikle iktidar şunu unutmamalıdır; zirveye çıkış zor da olabilir, kolay da olabilir, ama büyük kaoslar sonucu zirveden düşüşlerde genelde düşenlerin boynu altında kalır, o yüzden düşerken aşağıda, düşman da olsa, düşüşü hafifletecek birilerinin olmasında fayda vardır ve ülke içinde hiçbir siyasi iktidarın veya siyasi oluşumun kendisine ölümcül rakipler, ölümcül düşmanlıklar yaratması doğru değildir…

İkincisi ise, Amerika tarafından böylesine sıkıştırıldığı bir zamanda, Türkiye ekonomik ve siyasi yönden ciddi bir çıkmazda olsa da, iktidar ve muhalefet akıl yoluna inerek, Rusya-Çin-Hindistan ve Pakistan ile ciddi bir ekonomik ve askeri işbirliğine girerse, kısacası “dostumun düşmanı düşmanımdır” yaklaşımını sergileyecek uluslar arası bir işbirliği resmiyete dökülürse, ki bu günümüz şartlarında hiç zor değildir ve  İran da ister istemez bu kadroya katılır, ve Amerika ve uşaklarına karşı oluşacak devasa bir askeri ve ekonomik güç, gelir Avrupa Birliği kapılarına dayanır, son kalesi de Türkiye olur, Türkiye’nin de arkasında “abileri” olur…

Hade gelsin o zaman Miçotakis denen akıl yoksunu vatandaş “Yunanistan’ın arkasında abileri vardır, ona göre haaa!!!!” desin, diyebilirse…

Zelensky denen akıl yoksunu ucuz artist tam da bu akılla Rusya’ya kafa tuttu, halen ülkesi ve halkı yerle bir olmaya devam etmektedir, Amerikalı bir senatörün deyimiyle, “Ukraynalılar Amerika için savaşmakta ve ölmektedirler, bu savaşı durduracak olan Amerika’dır, Amerika istediği sürece de Ukraynalı askerler ölmeye devam edecekler”…

İkinci Zelensky ve Ukrayna vakasına da Yunanistan ve Başbakanı Miçotakis uğramak üzeredir, ancak bu vakitten sonra Amerika ve uşaklarına dersini vermek için kilit rolü oynayacak olan Türkiye’dir…

Ya Türkiye’de iktidar ve muhalefet akıl yoluna inecek, hem ülkeyi liyakatla yönetecek ve ülkenin ulusal çıkarları gereği ulusal huzuru ve barışı sağlayacak, hem de karşılıklı menfaata dayalı uluslar arası işbirlikleriyle gücünü pekiştirecek, ya da elbirliğiyle ülkeyi mahvetmeye devam edecekler ve “eğer ben bir domatesi bile alamıyorsam batsın bu dünya” diyen vatandaşın domates özlemine yenileceklerdir…

Ha, unutmadan, domatesi o kadar basite almayın, bazen bir S-400’ün yapamadığını bir domates fazlasıyla yapar, adamın midesi yerine kafasına indi mi fena patlar…

Diğer Haberler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu