Ediz TuncelKöşe Yazıları

Ediz Tuncel: İslamiyet ve cehalet

İslamiyet’in kurucusu Hz. Muhammed’in yaşamına ve yaşamı boyunca din yoluyla öğretisine baktığınızda, özetle, Tanrı,  insan, hayvan ve yaşadığı doğaya karşı inanç ve sevgisini bir arada görürsünüz, yani Hz. Muhammed’in kimliğinde Yaratan ve yaratılanlara, hepsi de Yaratan’ın eseridir diye eşit mesafede bir sevgi, saygı, koruma ve kollama duygusu hakimdir.

Yaşadığı çağda ait olduğu toplum kültürüne göre birçok konuda toplumsa örf ve adetlere bağlı olsa da, yaşadığı çağa göre Hz. Muhammed belli ki kişiliği, anlayışı, temsil ettiği ve savunduğu değerler bakımından sıradışı bir kişiliğe sahipti.

Dinler tarihini dikkatle incelediğinizde deHz. Muhammed kendinden önceki diğer iki Semavi veya diğer adıyla İbrahimi dinlerin peygamberlerinden (Musa ve İsa) daha farklı bir kişiliğe sahip olduğuna ve dinler sahnesine çıkışında farklı bir süreci yaşadığına  şahit olursunuz.

Yahudilik ve Hristiyanlık İslamiyeti reddederken, Hz. Muhammed’in öğretisinde İslamiyet bu iki dini reddetmez, onları da aynı Tanrı’nın farklı yollardan ortaya çıkan ama zaman içinde yozlaşan dinleri olarak kabul eder.

Hz. Muhammed’den sonra zaman içinde İslamiyet’in nasıl zırcehaletin ve zırcahillerin elinde rezil edildiğini, sapkın bir şekilciliğe, sarığa, cübbeye, çarığa, sakala, kadının saçına ve bacak arasına, cincinin, hincinin, şarlatanın, badecinin sapık tezgahına hapsedildiğine girmeden önce, filmi biraz geriye saralım, saralım ki, bu yazıyı belki kendini din alimi sanan ama iki kelimeyi bir yere getiremeyen, dinclik taslarken dinler ve İslamiyet tarihinden bihaber zırcahil, tımarhanelik yobaz tayfası da okur ve biraz bilgi sahibi olur.

Semavi veya İbrahimi dinlerin kökeni, ta milat öncesi antik dünyanın bilinen en çağdaş ve büyük medeniyetini kurmuş ve yaşatmış olan Sümerlere kadar uzanan bir tarihsel sürecin ardından gelen  İbrahim’e, ya da İbranice adıyla Abraham’a dayanır…

Dinler tarihine göre üç büyük tek tanrılı Semavi dinin ortak atası olarak kabul edilen İbrahim’in oğullarından biri olan İshak’ın soyundan gelenler Yahudiliği ve Hristiyanlığı oluştururlar, İsmail’in soyundan gelenler ise Arap soyunu ve İslamiyeti oluştururlar.

İsmailiye (İsmail soyundan gelenler) zaman içinde Türkçe’de İslamiye(ler), dinleri de İslamiyet olarak anılmaya başladı…Bugüne kadar kendini din alimi, din uzmanı sanan bir tek Allah kulu bile sorduğumda İslamiyet adının nereden, nasıl türediğini bilemedi, söyleyemedi…

Her haltın çakması olur da din alimliğinin çakması, hem de en hasından dikalası, geri kalır mı!!!

Zaten bugün din olgusunun tımarhanelik yobazların tekeline geçmesi, bu tımarhaneliklerin herbirinin kendi kafasına göre bir din kavramı uydurması ve kendilerinden daha zırcahil olanları ağlarına düşürerek, iliklerine kadar maddi ve manevi açıdan sömürmeleri,  cehaletten beslenmeleri, din kavramını bu kadar kokuşturmaları, yaptıklarıyla din kavramını vahşete, dehşete, şekilciliğe, çoluk çocuk demeden insan istismarına ve katline dönüştürmeleri, kendilerini Allah kulu değil de peygamber, mehdi, yeri geldiğinde de Allah olarak görmeleri, bizim temsil ettiğimiz değerlere karşı gelen Allah’a karşı gelir diyecek kadar zıvanadan çıkmaları, bütün bunları yaparken de devlet gücünün koruması altında olmaktan cesaret almaları da bunun en açık göstergesidir.

Gelelim zırcahil yobazların hiç bilmediği, işlerine gelmediği için bilmek de istemediği hikayenin devamına; Bilinen üç büyük dinin üçü de Ortadoğu’dan çıkmıştır, çünkü antik dünyada Ortadoğu bölgesindeki medeniyetler toplum yapısı olarak zaman içinde belirgin bir bilimsel, sanatsal, kültürel, tarımsal ve ekonomik gelişim göstermişler, bütün bunlarla birlikte taştan, tahtadan putlara tapan zihniyette gerileme olmuş, akıl ve mantık gelişimiyle birlikte sıradışı olayları tanımlamak için semavi dinler ön plana çıkmaya başlamıştı, dahası, insanların koyamadığı ama koymak istedikleri kuralları din ve Tanrı eliyle koyma yöntemi ön plana çıkmıştı, ki bu da o çağların gereklerinden biriydi.

Her ne kadar İslamiyet’in başlangıcında Hz. Muhammed’in kadına ve kız çocuğuna değer verdiği çeşitli açık kaynaklarda vurgulanmışsa da, ne kendisinden sonra, ne de diğer iki İbrahimi dinin çağlar boyunca kadına ve kız çocuğuna pek değer verdiği söylenemez.

Hristiyanlıkta kadınlar birkaç yüzyıl öncesine kadar cadı diye çatır çatır yakılırken, Musevilikte, ya da Türkçe’de daha çok bilinen adıyla Yahudilik’te, bu gibi olaylara pek rastlanmaz.

Ancak İslamiyet’te, zihniyet açısından bugün bile çağlar öncesindeki cahiliye döneminin de öncesini  yaşayan sözde Müslüman geçinen toplumlarda kadın her türlü horgörüye maruz kalmakta, erkeğin iki dudağı arasında en ağır işkencelere maruz bırakılmakta, dahası, taşlanarak, kafası ezilerek, kafası kesilerek, asılarak, kurşuna dizilerek, dövülerek öldürülmekte, erkeğin kölesi olarak görülmekte,  rızası dışında her türlü cinsel istismara maruz kalmaktadır.

8. ve 9. Yüzyıllarda yurtları Arap işgaline ve tarihte görülmemiş bir zulüm ve vahşete uğradıktan sonra İslamiyeti ister istemez kabullenen Türk kültüründe ise kadın, erkeğin ve ailenin baştacıdır, barışta evinin direğidir, savaşta erkeğinin yanındaki savaşçıdır.

Bugün bile Asya’daki Türki devletlerinde kadının değeri erkeğin üzerindedir, hiçbir şekilde kadın üzerinden din istismarı yapılmaz, yapılamaz, ta Göktürklerden gelen köklü kültür buna izin vermez, kadına saygıda kusur edilmez.

12. yüzyıldan sonra Osmanlı devletinin giderek geliştiği ve güçlendiği, İslamiyet’in en güçlü devleti ve savunucusu haline geldiği, sonra giderek çöktüğü ve yerle bir olduğu dönemde bile Türk kadını yobazların bugün kendi kafalarına göre icat ettikleri uydurma din şartlarının abuk subuk kalıplarına sıkıştırılmadı, bugün çektiğini yüz sene önce çekmedi.

Kurtuluş Savaşı sırasında, kimisi eline silah alıp erkeklerinin yanında ya da başında komutan olarak çarpışan, kimisi cephede savaşanların her türlü giyim, kuşam, silah, yiyecek ihtiyacını çocuklarının hakkından bile keserek cephe gerisinde gideren,   en az cephede savaşan erkekler kadar Kurtuluş Savaşı’na katkı koyan Türk kadını Cumhuriyet kurulur kurulmaz hakettiği değerlere kavuştu, alnı açık, başı dik, toplumda hakettiği yeri aldı, dahası, Cumhuriyet değerleri kadın-erkek birlikte omuzlanarak,  eğitimde, sağlıkta, ekonomide, tarımda, bilimde on sene gibi kısa bir sürede çağdaş medeniyet seviyesine toplum olarak ulaşıldı, hatta bazı durumlarda bu medeniyet seviyesi de aşıldı.

Laik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti, on sene gibi kısacık bir sürede,  İslam dünyasında en çağdaş, en modern, en medeni, en müreffeh, insan haklarına en saygılı Müslüman devleti haline geldi.

Türkiye’de yaşanan insan hakları devrimleri kısa sürede yakın coğrafyadaki diğer Müslüman toplumlara da örnek oldu, Afganistan, İran, Suriye, hatta Pakistan bile Türkiye’deki devrimlerden etkilendiler, Türkiye Cumhuriyeti benzeri bir devlet sistemi kurmaya çalıştılar, kısmen de başarılı oldular, kadın da hakettiği değeri gördü, ta ki Amerika’nın Yeşil Kuşak projesi, sonra da onun uzantısı olan Büyük Ortadoğu Projesi bu ülkelerin canına okuyana kadar…

Günün sonunda, üst akılın temsilcileri bu ülkelerde yobazlığı hortlatarak emperyalist emellerine ulaşmaya çalıştılar ve başarılı da oldular, bu süreçte tek istisna olarak Yeşil Kuşak ve BOP’un önündeki en büyük engel olarak Türkiye ve başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, laik cumhuriyetçiler duvar gibi durdular.

Ancak gelin görün ki, bugün, 21. Yüzyılda, dışardan baskı ve saldırılarla değerleri yıkılamayan Türkiye Cumhuriyeti, uzaktan kumandayla içerde peydahlattırılan, zırcahillikten ve din sömürüsünden beslenen, kadını her şekilde aşağılayan ve sömüren,  AKP-MHP zihniyeti tarafından da ortak çıkarları doğrultusunda “kolla beni kollayım seni” taktik ve mantığıyla aleni şekilde korunup, kollanan, aleni şekilde Cumhuriyete ve laikliğe savaş açan tarikat-cemaat tayfası tarafından neredeyse ele geçiriliyordu…

Bugün Türkiye’nin içine düştüğü ekonomik, siyasi ve demografik kaostan sorumlu tutulan ve aslında doğrudan doğruya da sorumlu olan AKP-MHP iktidarı artık isteseler de istemeseler de, varlıklarını Cumhuriyet, laiklik, Atatürk düşmanlığı ve din kisvesi altında kadın ve çocuk sömürüsüne dayandıran, maddi çıkarları için din sömürüsünü dibine kadar kullanan, cahiliye dönemindekinin bile gerisinde kalan zihniyetleriyle kendi kafalarına uymayan herkese ve herşeye karşı tarifsiz bir tehdit ve düşmanlıkla yaklaşan tarikat-cemaat tayfasının oyuna ve desteğine muhtaçlar ve sonuna kadar varlıklarını savunacaklar, birbirlerini ölümüne destekleyeceklerdir.

Bunu istedikleri için değil, mecbur oldukları için yapacaklar, varlıklarını sürdürmenin başka yolu yoktur.

Bu yobazlıkta sınır tanımayan zırcahil cinci, hinci, şeytancı, badeci ve hurici tayfasına göre kendi kafalarına uygun olmayan herkes sapık ve sapkındır, ancak yaptıklarına baktığınızda her türlü sapıklığı ve sapkınlığı en vahşi şekilde sergileyenlerin de doğrudan kendileri olduğunu; dini, kadın üzerinden dindarlık taslamayı, sarık, çarık, cübbe, sakal sevdalarını sadece ve sadece sapkınlıklarını kamufle etmek için şekilci bir araç olarak kullandıklarını, yaptıklarının gerçek İslamiyetin hiçbir manevi değeriyle bağdaşmadığını, manevi değerleri sömürürken maddi değerlerle ceplerini tıka basa doldurduklarını, dindar ve kindar bir nesil yaratmaya çalışırken Allah’a değil paraya taptıklarını, bir elleri yağda bir elleri balda yaşadıklarını, ülkedeki kaostan hiçbir şekilde etkilenmediklerini, aksine kaostan daha da beslenerek çıktıklarını, herbirinin kendi icat ettiği bir din anlayışına sahip olduğunu, herbirinin bir mehdisi olduğunu, korundukları ve kollandıkları düşüncesiyle her türlü yolsuzluğa ve soysuzluğa soyunduklarını, hiçbir zaman ne söylemlerinde ne de eylemlerinde kul sevgisi, saygısı taşımadıklarını, kadını ve özellikle kız çocuğunu horladıklarını, sevgi, saygı ve anlayıştan değil, düşmanlıktan ve kötülükten beslendiklerini açık şekilde görürsünüz.

Sözde karşı oldukları laik Anayasal ve demokratik haklarını kullandıkları için sosyal medya platformları artık bunların kuduruklukta sınır tanımayan söylemleriyle dolup taşmaktadır, laikliği ve Anayasa’yı ortadan kaldırılmasını ve kendi icat ettikleri sapkın bir din diktatörlüğünün kurulmasını savunmaktadırlar.

Diğer taraftan, tarihsel sürece baktığınızda, bu tür oluşumlar her zaman birbirleriyle bir güç kavgası içindedirler, sıra iktidarı paylaşmaya geldiğinde birbirlerini acımasızca gırtlaklarlar, ancak zaman zaman ortak düşmana karşı da birleşirler.

Bugün bunların ortak düşmanı Cumhuriyet değerleri, bu değerleri koruyan yasaları ve laikliktir, Atatürkçülük’tür, bu değerlere bağlı olanlardır.

Bunlar, Yeşil Kuşak Projesi ve BOP’un piyonları ve bu projelerin bir parçası olarak, aleni şekilde Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet’in temsil ettiği tüm değerlere, aynı zamanda sapkın cinsi dürtülerinin kölesi olarak gördükleri kadına karşı da bir savaş başlatmıştır, bunun başka adı ve tarifi yoktur.

Bu savaşın da İslami değerlerle uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur, kendi kafalarına göre yarattıkları din kisvesi sadece bir kamufle aracı olarak kullanılmaktadır.

Eğer Hz. Muhammed bugün hayatta olsaydı, tartışmasız şekilde bunlara karşı bir savaş başlatırdı, bunları sürebileceği en derin cehennem çukuruna sürerdi.

Dahası, İslamiyet’in doğduğu yer olan Suudi Arabistan’da bile böyle tarikatlar, cemaatlar kurmaya kalkışsalar, anında kelleleri giderdi, şeriat hukuğunda tarikatlara ve cemaatlara yer yoktur.

Tarikatlar ve cemaatlar sadece demokratik ülkelerin insan hakları diye diye yarattığı boşluklardan faydalanarak peydahlanırlar, sonra da yaratılmalarına vesile olan düzeni yok etmek, kendi kafalarına göre bir tarikat düzeni kurmak ve toplumu o düzene biat ettirmek için ellerinden geleni yaparlar, elbette yaratıcıları olan üst aklın istediği doğrultuda…

Uzak ve yakın tarihe baktığınızda, hem Hristiyanlıkta hem de Müslümanlıkta din sömürüsü tek bir sonuç doğurmuştur, gidişat sömürenin de sömürülenin de felaketiyle sonuçlanmıştır. 

Emperyalistler ise neticede, zorla elde edemediklerini, tarikat-cemaat kuklaları sayesinde istedikleri gibi elde etmişlerdir.

Necip Hablemitoğlu cinayeti başta olmak üzere, Türkiye’de işlenen birçok cinayet bunların eseridir, Afganistan’da Taliban’ın iktidarı tekrar ele geçirmesiyle Afganistan’dan ayrılmayacağını, kadın hakları için sonuna kadar mücadele edileceğini vurgulayan, evine hapsedilen ve korumasıyla birlikte dün evinde katledilen 32 yaşındaki eski milletvekili Mürsel Nebizade yine emperyalizmin kuklası zırcehalet tarafından katledilmiştir.

Emperyalizmin kuklası ve zırcehaletin temsilcilerinin en büyük düşmanı akıldır ve zırcahiller akıldan korktukları kadar hiçbir şeyden korkmazlar, bu yüzden de akıla karşı acımasızdırlar.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti, en az, hatta Kurtuluş Savaşı sırasında karşı karşıya kaldığı tehditlerden de daha büyük bir tehditle karşı karşıyadır.

Kurtuluş Savaşı sırasında düşman yurda girmiş olsa da, düşman ve dost safları çok belirgindi, bugün ise at izi it izine karışmış, düşman yurt içinde, dost saflarda kendi kuklalarını ve piyonlarını yaratmış, dost saflarda gedikler açmış, en önemli mevzileri içerdeki hainlere işgal ettirmiş, bu piyonları kullanarak, kardeşi kardeşe kırdırarak, tek kurşun dahi atmadan hedeflerine ulaşmaya çalışmaktadır.

Emperyalizmin Atlantiğin ötesindeki üst aklı, bir taşla iki kuş vurmuş, hem tımarhanelik zırcahillere kurdurduğu örgütlerle ve yarattığı din sömürüsü düzeniyle İslamiyetin gerçek değerlerini yerle bir etmiş, İslamiyet’e ve dine karşı bir öfke yaratmış, hem de son yüzyılda Ortadoğu bölgesinde hedeflerine ulaşmada en büyük engel olarak gördüğü Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm maddi ve manevi değerlerini bu tımarhanelik zırcahiller sayesinde tamamen yıkılma aşamasına getirmiştir.

Türkiye  Cumhuriyeti’ni kuran partinin başındaki muhterem zat ise “çeteden” çıkar çatışması yüzünden kovulanları kalesine almış, Truva atları olarak masaya oturtmuştur, gerçek Cumhuriyet savunucularının bazıları ise masanın dışında kalmıştır.

Bu saatten sonra ülkeyi ve milleti ancak üst akılın taktiklerine aynı akıl temelinde şekillenen karşı taktikle karşılık verecek, akıl temelinde başlatılıp, hem cehalete hem de üst akıla karşı aynı anda sürdürülecek bir Kurtuluş Savaşı kurtarabilir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ve ta Göktürklerden bugüne kadar kimliğini ve kültürünü korumayı başarabilmiş Türk milletinin karşı karşıya olduğu kötülüğü ve din sömürüsünden beslenen cehaleti durdurmanın, Tanrı ile kul arasında vicdan temelinde bir bağ kuran gerçek İslami değerleri korumanın başka da yolu yoktur.

Diğer Haberler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu