Ediz TuncelKöşe Yazıları

Ediz Tuncel: İttifak ve miskin kedi

Son yüz yılda Türkiye’ye ve Türk milletine her türlü kötülüğü yapmış, devlet düşmanı, bayrak düşmanı, Türklük düşmanı, demokrasi düşmanı, Anayasa düşmanı, insanlık düşmanı, kadın düşmanı, arap sevici, dolar sevici, huri sevici, dinci geçinen din sömürgeni, kindar, sahtekar, ahlaksız, eli kanlı, zırcahil tarikat-cemaat sürülerinden oluşan bir ittifak kuruldu, ki bu ittifakın ülkeye ve millete yaptığı kötülüğü, verdiği zararı tarih boyunca hiçbir dış güç yapamadı, başaramadı.

Kökenindeki ve oluşumundaki en önemli harç olan zırcehaletten beslenen bu kötülük ittifakı, güçbirliği yaparak önce bütün memleketi zırcehaletin esiri haline getirmek için kolları sıvadı, bir korku imparatorluğu yaratmak için elinden geleni yaptı.

Bu ittifakın mağdur edebiyatıyla ülkeyi ele geçirmesine göz yumulan süreçte en önemli rol çakma milliyetçiler, çakma sosyal demokratlara ve çakma solculardan oluşan “çakmalar üçlüsüne” aittir.

Eskiden bu çakma üçlünün en büyük korkusu TSK idi, öyle ki, zırcahilleri TSK’ya karşı kendilerinin yapamadığını yapan, söyleyemediğini söyleyen, mağdur edebiyatını din kisvesi altında kendilerinden çok daha başarılı bir şekilde yapan bir güruh olarak gördüler, ve geriye çekilip, din sömürüsünden beslenen zırcehaletin mağdur edebiyatıyla, mevcut demokrasiden de faydalanarak, ülkeyi ele geçirmesini, önce TSK’yı, sonra da milli, manevi ve maddi tüm değerleri enkaza çevirmesini sessizce seyrettiler.

Şimdi ise zırcehalet ittifakının ülkeye ve millete nasıl bir tarifsiz yıkım getirdiğini acı acı görüyorlar, suçlu veya suçsuz, günahkar veya günahsız, sorumlu veya sorumsuz herkes bu tarifsiz kötülüğün çarkları arasında çatır çatır parçalanıyor, en kötüsü de onbinlerce çocuğumuz, gencimiz mahvolmuş, ezim ezim ezilerek öldürülmüş, kalanların ise hayata dair hiçbir beklentisi ve umudu kalmamış durumda.

Depremde ortaya çıkan yıkıma ve iktidarın içine düştüğü acizliğe bakıldığında da, EMASYA protokolündeki rolü tamamen ortadan kaldırılan, TAMP’ta da en ufak bir rol verilmeyen  TSK’nın aslında savaşta ve doğal afetlerde devletin ve milletin esas koruyucusu ve kollayıcısı olan güç olduğu, milletin bağrından çıkan, milletin çocuklarından oluşan TSK’nın ne kadar değerli bir kurum olduğu da bir kez daha anlaşıldı.  

Zırcahil ittifakı ister kabul etsin, isterse etmesin, doğanın kanunu gerçekleri o taş kafalarına vura vura, taş yüreklerine çaka çaka anlatıyor, ama ne yazık ki, kurunun yanında yaş da yanıyor, çocuklarımız, gençlerimiz, günahsız insanlarımız mahvoluyor.

99 depreminde onbinlerce askeriyle anında sahaya inen ve o dehşetin içinde tam bir ölüm kalım mücadelesine girişen TSK, onbinden fazla insanı 48 saat gibi bir sürede yıkıntıların altından canlı çıkarmayı başarmıştı.

Bugünse, TSK’nın tam kadro sahaya inemediği, indirilmediği yerde, kötülük ittifakının temsilcileri tarihin en korkunç felaketlerinden birinde perişan olmuş depremzadelere çadır satmakla, vinç kiralamakla, insanlardan arta kalanları isimsiz mezarlara gömmekle veya enkazlarla birlikte süpürmekle, enkazlar arasında kahkahalarla dolaşmakla, hamasetle, hal ve tavırlarıyla şeytanı ve zebanileri bile utandırmakla meşguller.

Bu gaflet ve delalet içinde, Türkiye tarihin en önemli seçimi yaklaşırken muhalefet ittifakının en büyük hatalarından bir tanesi, zırcahiller ittifakının ne kadar büyük bir kötülük olduğunu ve ele geçirdikleri devlet gücünü kaybetmemek için ne kadar direnç göstereceklerini yeterince hesaba katmayarak, onları demokrasiyle, hakla, hukukla yenebileceklerini sanmalarıdır.

Beyni ve ruhu kötülükle yoğrulmuş, inanç sömürüsünden karun kadar zengin olmuş, Allah’ın adının arkasına sığınarak paraya tapan, çevresine sorgusuz sualsiz kul köle olarak hizmet ve biat eden bir inanç kölesi güruhu toplamış ve kendini bu güruha Allah, peygamber yerine saydırmış olan bir zırcahil hiçbir şeyden korkmaz, saltanatının devamı için her türlü kötülüğü sonuna kadar yapar, herkesi ve herşeyi bu uğurda harcar.

Hatta, taş taş üstünde kalmadığında, kendini bile harcayacak duruma gelir, nasılsa adı üstündedir; zırcehalet, tarifsiz bir kötülüktür, kanserli hücreden beterdir, tüketecek, yok edecek, kötülüğünü besleyecek bir hedef bulamazsa, herşeyi yok ettikten sonra en sonunda kendi kendini bile yok eder.

Böyle bir ortamda, en büyük hata, o zırcahile zırcahilliğini pekiştirebilmesi ve kötülüğünü yayabilmesi için, kendi çapında bir inanç sömürüsüyle zehirlenmiş bir zırcehalet imparatorluğunu kurabilmesi için sırf Anayasal hakkıdır diye her türlü demokratik hakkın verilmiş olmasıdır.

Bu iş, silahsız kalmış düşmana, size katletsin, sonra da sahip olduğunuz tüm değerleri paramparça etsin, yok etsin diye kendi silahınızı vermekten, kafanızı balyozunun altına koymaktan farksızdır.

Yaşadıkları ülkeye ve millete her an her türlü kötülüğü yapmaktan geri durmayan,  emperyalizm uşaklığının en hasını yapan, insanları domuz bağlarıyla katleden, akıl almaz işkencelerle katleden, insanları cehaletin esiri olmaya zorlayan, her türlü inanç sömürüsünü ve sapıklığı sergileyen, ortak çıkarları gereği emperyalizmin uşağı PKK, IŞiD gibi örgütleri koruyup kollayan, baştacı eden, yeri geldiğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm değerlerine ve çocuk, asker, polis demeden herkese ve devleti temsil eden herşeye karşı her türlü entrikayı ve kanlı saldırıyı gerçekleştiren bu kötülük ordusunun karşısında ise, elini silaha sürmemiş, istese bile onların kötülük seviyesinin gölgesi bile olamayacak, herşeyi efendilikle, yasalarla, konuşa konuşa, seçim sandığında halledebileceğini zanneden, beceriksizlikleriyle kötülük ittifakının bugünlere kadar gelmesinde kısmen de olsa bir payı olan bir muhalefet var.

Seçim yaklaşırken, memleket resmen zırcehaletten yıkılmış, onbinlerce çocuğumuz, gencimiz, günahsız insanımız ezim ezim ezilmiş, aklımız tutulmuş, yüreğimiz azaptan ezim ezim olmuş, ama zırcehaletin abideleri sosyal medyada daha da nasıl yıkarız, bu badireyi nasıl atlatırız, iktidarı nasıl elimizde tutarız diye harıl harıl uğraşıyorlar, sosyal medyayı kasıp kavuruyorlar, esip gürlüyorlar, depremle birlikte saltanatları da sarsılınca Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan tüm insani ve milli değerlere daha da kudurarak saldırıyorlar.

Memleketi, milleti, inançları ve Allah’ı tapularına aldığını zanneden bu zırcahiller tayfasına göre;

Türklük kavramı gayrı islami ve ırkçı,

Türkiye Cumhuriyeti kavramını savunmak gayrı islami ve ırkçılık,

Atatürkçülük gayri islami ve ırkçılık,

Devlet yapısı gayrı islami ve ırkçı,

İstiklal Marşı’nı okumak gayrı islami ve ırkçılık,

Türk Bayrağı sembol olarak gayrı islami ve ırkçı,

Anayasa gayrı islami ve ırkçı,

Onuncu Yıl Marşı gayrı islami ve ırkçı,

İzmir Marşı gayri islami ve ırkçı,

Andımız gayrı islami ve ırkçı,

Laiklik gayrı islami ve ırkçılık,

“Ne mutlu Türküm diyene” demek gayrı islami ve ırkçılık,

Kadının, kız çocuğunun başının açık olması gayrı islami ve ırkçılık,

Zırcehalete karşı olan herşey ve herkes gayrı islami ve ırkçı…

Türkiye Cumhuriyeti’ni, yedi düvelin en güçlü emperyalistlerinin ve işbirlikçileri kötülük ittifakının o zamanki temsilcilerinin bütün yıkım çabalarına karşı, Türk milleti kanıyla, canıyla bir bedel ödeyerek kurdu…

Kötülük ittifakının lağım farelerine göreyse, bu devlet ve bu devleti temsil eden, var eden tüm değerler yıkılmalıdır ve çıktıkları lağımdan beter kokuşmuş, kendi kafalarına göre asıp kesecekleri bir zırcehalet hükümdarlığı kurulmalıdır…

Aslında fazla uğraşmalarına da gerek yoktur, içinden çıktıkları lağıma dönseler yeter…

Cumhuriyet kuruldu kurulalı zaten o lağımlarda saklanan, çakma sosyal demokratlar miskin kediler gibi uyuz uyuz yatıp, arada bir laf olsun diye miyavlayıp, manzarayı seyrederken, emperyalizmin Yeşil Kuşak taktikleriyle üreyip çoğaldıklarında da yer üstüne çıkan, sonra da miskin kedileri ürkütüp sindiren, kedinin evini baştan aşağı yağmalayan lağım farelerinin en sonunda tıpış tıpış gidecekleri yer, tıpkı tilkinin dön dolan en son uğrayacağı yer olan kürkçü dükkanı gibi, çıktıkları lağımdır…

Nasıl mı?

E, sorunun cevabı çok basit aslında; en miskin kedi bile köşeye sıkıştığında, kaçacak yeri kalmadığında aslan kesilir, pençelerini çıkarır, karşısında yüz tane lağım faresi olsa bile enselerinde sekerek onları parçalamaya başlar, doğru yöntemlerle savaşarak yüzünü birden paralayabilir…Herifçioğlu en nihayetinde kedidir ve pençeleri olan bir yırtıcıdır, rakibi ise herşeyi acımasızca kemiren bir yaratık olsa da, en nihayetinde uyuz bir kemirgendir!

Bütün mesele, köşeye sıkışmış kedinin fare karşısında gücünün farkına varmasındadır, silkinip kendine gelmesindedir…

O gücün farkındalığını ve varlığını da miskin kediye hatırlatan; şansını fazla zorlayan, haddini fazlasıyla aşan, kedinin parçalayacak pençeleri olduğunu unutan gafil ve sefil lağım faresidir…

Kedi – fare oyununda en sonunda kim kazanır dersiniz!!!

Diğer Haberler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu