Ediz TuncelKöşe Yazıları

Ediz Tuncel: Softa şaşırtması, bin yıl önce, bin yıl sonra!

Softa şaşırtması, bin yıl önce, bin yıl sonra!
Bazı kafalarda bin yıl öncesinden bugüne değişen birşey yok.
Tam binyüz yıl önce İran’da Halllacı Mansur diye bir halk şairi yaşadı, sadece şair değil, bir düşünürdü, bir
felsefe adamıydı, tasavvufun en önde gelen isimlerinden biriydi.
Mansur’un yaşam ve edebi felsefesi özetle insan sevgisi üzerine kurulmuştu, insanı sevin, sevgi uzakta
değil hemen yanıbaşınızdaki eşinizdedir, dostunuzdadır, cenneti arıyorsanız cennet öteki dünyada değil
bu dünyadadır, yeter ki yaşamınızı, yaşadığınız dünyayı cennete çevirin, Tanrı ile aranıza giren kula kulluk
yapmayın, marifet hacıda hocada değil, kendi vicdanınızdadır diyordu.
Mansur’un felsefesi uzun yıllar sonra Mevlana Celaleddin Rumi ve Sadi Şirazi gibi isimleri de etkiledi.
Dönemin bugünkülerden farksız olan din sömürgeni zırcahil softaları eleştirdiği için önce hapse atıldı, 8
yıl zindanlarda süründürüldü, sonra da aleme ibret olsun diye vahşice işkence edildikten ve yüzü gözü
parçalandıktan sonra çarmıha gerildi, öldürldü, bu vahşetin adına “Allah’a karşı geldiği için idam edildi”
dendi.
Tam bin yıl sonra Türkiye’de Atatürk ve silah arkadaşları arkalarına milleti almış vaziyette dünyanın
bilinen en büyük askeri güçlerine karşı savaşırken düşmanın ayarttığı, satın aldığı, koruyup kolladığı,
donattığı din sömürgeni, sapık, şerefsiz, haysiyetsiz, onursuz, satılık mollalar, başta Atatürk olmak üzere
yedi düvele karşı vatan ve millet uğruna savaş veren kahramanları “Bunlar Allahsız, kitapsız, Padişah’a
karşı geliyorlar, Allah’a karşı geliyorlar, görüldükleri yerde katledilmeleri vaciptir” diyerek, Kurtuluş
Savaşı’nı düşmanla el ele vererek baltalamaya çalışıyorlardı.
Tam binyüz yıl sonra, İran’daki din sömürgenlerinin devlet ve millet üzerinde yarattığı vahşet ve terör
düzeni, namus bekçisi geçinen üniformalı çapulcu sürülerinin gencecik bir kızı saçını şeriat kanunlarına
göre örtmedi diye katletmesiyle başlayan halk isyanında çatırdamaya başladı.
Din sömürgeni şeriatçı mollaların şeriat mahkemesi ellerine geçirdikleri gencecik bir çocuğa “kamu
düzenine karşı geldi, Allah’a savaş açtı” diyerek idam cezası verdiler ve ibret olsun, kendilerine karşı
gelen korku salınsın diye çocuğu yıldırım hızıyla astılar.
Neye uğradığını şaşıran anneciğine de gidip oğlunun mezarı üzerinde üzüntüsünden can çekişmek kaldı.
Çapulcu mollalar bin yıl önce kendilerini Allah ile özdeşleştiriyorlar ve kendilerine karşı gelen herkesi
katlediyorlardı, bin yıl sonra ise hala aynı taktiği uyguluyorlar ve BİZE KARŞI GELEN ALLAH’A KARŞI
GELMİŞ SAYILIR, ALLAH’A KARŞI GELENİN DE KATLİ VACİPTİR diyorlar.
İnsanlık tarihinin en kolay ve kazançlı işi din sömürgenliğidir, kilise bu yüzden Ortaçağ’da dehşetli bir
zenginliğe ulaştı ve o zenginlik için milyonlarca insanın öldüğü savaşlar çıkarıldı, insanlar savaşlarda
ölürken din sömürgenleri adına kilise dedikleri saraylarında domuzlar gibi semirerek, bir elleri yağda bir
elleri balda yaşadılar, bugün bile yüzyıllar öncesinde elde ettikleri zenginliğin keyfini sürüyorlar.
Cahiliye döneminden hemen sonra arap toplumlarında başlayan din sömürgenliği bugün bile tüm hızıyla
sürüyor, öyle ki, araplardan diğer milletlere de atlayan müslümanlık inancı girdiği toplumlarda gücü
elinde bulunduranların sayesinde o kadar çok evrim geçirdi ve o kadar çok yolundan çıktı ki, artık
müslümanlık adına ideal bir inanç dininden söz etmek mümkün değil.

Krallıkla yönetilen müslüman ülke ve toplumlarda krallar kendilerini Allah yerine koydu, kendilerine karşı
gelenleri Allah’a karşı geliyorlar diye ezdi, geçti.
Din sömürgenliğinden beslenen zırcahil softalar gücü ele geçirdiklerinde, birilerinin kendilerine
başkaldırmasını beklemeden, olası başkaldırı potansiyeline sahip tüm insanları düzmece suçlamalarla
sürüler halinde idam ettiler, meydanlarda sürüler halinde astılar, bize karşı gelmeye kalkarsanız sonunuz
bu olur mesajı verdiler.
Bunun en bariz örneklerini kırk küsur yıl önce Fransız tezgahlarıyla İran’da iktidarı ele geçiren Humeyni
yaptı, iktidara gelir gelmez daha iki ayını bile doldurmadan üniversitelerde, devlette, sivil toplumda
kendisine karşı gelebilecek tüm “akılları” düzmece suçlamalarla jet hızıyla astırdı, tam bir şeriatçı terör
devleti yarattı, İran gibi dünya tarihinde unutulmaz izler bırakmış, köklü bir kültüre sahip bir ülke ve
toplum bir anda sapık mollaların esiri haline geldi, şeriatçı terör bütün ülkeyi kırdı geçirdi, sözde dindar
geçinen mollalar tayfası ülkenin tüm zenginliklerini elleri altında topladılar, son 45 yıl boyunca bir elleri
yağda, bir elleri balda yaşadılar, cehaletten beslendiler, bunlara karşı kafayı kaldıracak olana ya biz ya da
ölüm, ikisinden birini seçin dediler.
Başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere, batı emperyalizmi sözde bunları eleştirdi ama bunların
bulundukları coğrafyalarda iktidara geçmeleri için de gereken her türlü desteği bunlara sağladı, bunları
iktidara getirdi, hizadan çıkar gibi olduklarında kulaklarını birazcık çekti, ama görevlerini iyi yaptıkları,
iktidarında bulundukları ülkelerin kaynaklarını emperyalizme peşkeş çektikleri sürece, hiç desteklerini
çekmediler.
Örneğin İran’da Amerikan elçiliği basılıp da elçilik çalışanları esir alındığında bile, Amerikan iktidarı İran’a
İran-Irak savaşında kullansın diye yüzlerce milyon dolarlık silah ve füze sattı…
Humeyni rejimi bir taraftan en büyük şeytan Amerika diyordu, diğer taraftan da el altından çatır çatır
Amerika ile çıkarları doğrultusunda işbirliği yapıyordu.
E, çünkü emperyalistlere ve zırcahil mollalara göre ahbaplık ve düşmanlık başka şeydi, ticaret başka
şeydi, en büyük Allah da para ve iktidardı, para ve iktidar için ne mübahsa o Allah yolunda en doğru
şeydi, hala da öyle…
Müslümanlığın bir din olarak en doğru şekilde uygulandığı tek ve son ülke belki de Cumhuriyet Türkiyesi
idi, ama son yirmi yılda o da bitti, gitti.
Hitler’in Nazi rejiminin Mısır’da Müslüman Kardeşler çetesiyle ortaya koyduğu din sömürüsü taktiğinden
ders çıkaran Amerika’nın ta 1950’lerde uygulamaya koyduğu Yeşil Kuşak projesi Türkiye’de de tıkır tıkır
işledi.
Hani, 20. yüzyıla damgasını vurduktan sonra nerdeyse yüz yaşlarında ölen baba Rockefeller ve Rotschild
ağız birliği etmişcesine demişlerdi ya, “Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar değerlidir, Atatürk de bizim
temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır” diye, işte o dünya da yıkılmalıydı ve bunun için de
tımarhanelik zırcahil din sömürgenlerine ve onların kuracağı çetelere ve pkk gibi ırkçı terör örgülerine
ihtiyaç vardı.
Zaten ta 1800’lerin başından beri İngiliz, Fransız, Alman misyonerler Anadolu’nun içindeydi, onlara 19.
Yüzyılda Amerikalılar da katıldı ve aslında bu misyonerlik faaliyetleri Kurtuluş Savaşı’ndan sonra
Cumhuriyet’in kurulmasıyla da hiç durmadı, faaliyetlerine gerek okullarıyla, gerek kurdukları veya

kurdurdukları derneklerle, gerekse parmaklarının ucunda oynattıkları satılık kuklalarla sinsi sinsi devam
ettiler.
Bugün dünya ülkeleri arasından en çok misyonerlik ve casusluk faaliyetinin yürütüldüğü ülke Türkiye
Cumhuriyeti’dir dersek, sanırım abartmış olmayız.
Bir zamanlar laiklikle yönetilen Afganistan’ı, İran’ı, Irak’ı, Libya’yı, Tunus’u, dünyanın gelmiş geçmiş en
büyük medeniyetlerinden birini yaratmış olan Mısır’ı kılıktan kılığa soktular, şeriatın ve terörün
pençesine düşürdüler.
Ortadoğu coğrafyasında istedikleri gibi şeriatın pençesine düşüremedikleri iki ülkeden biri Türkiye, öteki
ise Suriye idi, ama onları da terörün pençesine düşürdüler, şeriatçı terör her ikisini de vurdu ve vurmaya
devam ediyor.
Son yirmi yılda Türkiye’nin içinde belki de dünyanın hiçbir müslüman ülkesinde olmadığı kadar çok
tarikat ve cemaat peydahlandı, herbiri kendi din sömürü düzenini kurdu, yeri geldi birbirleriyle kol kola
gittiler, yeri geldi birbirleriyle rakip oldular, ama hiçbiri ötekiyle açıktan savaşa girmedi, sinsi sinsi, bazen
de göstere göstere ülkenin her tarafında örgütlendiler, örümcek ağlarını kurdular, zırcehaletten
beslendiler, bütün ülke ekonomik krizlerden, terörle savaştan inim inim inlerken bunlar bir elleri yağda,
bir elleri balda, terörden, ekonomik krizden hiçbir şekilde etkilenmeden yaşamaya devam ettiler, en
sonunda da ülkenin ve devletin içine çöreklenmiş en büyük terör örgütünün bunların elebaşı olduğu
ortaya çıktı.
Son yirmi yılda Türkiye’de iktidarı elinde bulunduran AKP’nin sadece küçük bir kesimi tarikat-cemaat
silsilesiyle işbirliği içine girmenin aslında şeytanla yatağa girmek olduğunu ve ne kadar büyük bir tehdit
oluşturduklarını anlayabildi, gerisi uyudu veya uyur rolü yaptı.
Şimdi ise, normal şartlarda tımarhanede zincirli halde olması gereken bir zırcahil tarikat liderinin küçücük
kızını sapık bir müridiyle nasıl mahvettiği gerçeğiyle ortalık yıkılıyor.
Aslında bu tarifsiz alçaklığın bir değil, yüz değil, bin değil, onbinlerce, belki de yüzbinlerce örneği var, kimi
ortaya çıkıyor, kimi ortaya çıkmıyor, örtbas ediliyor, ortaya çıkanlar da kısa süre sonra diğer anormallikler
arasında unutuluyor.
Kısacası, ülkeler, toplumlar çeşitli sorunlarla inim inim inletilirken bir tek tarikatların ve cemaatların tuzu
kuru kalıyor, zırcehaletten beslenen din sömürüsüyle bir elleri yağda bir elleri balda, envai tür
sapıklıklarını sergileyerek keyiflerine keyif katıyorlar.
Kız çocuğu veya erkek çocuğu farketmez, onlar için çocuk demek, sömürülecek insan demektir, en
hafifinden ilerde sömürülmek üzere tarikat-cemaat çetesi içinde iliklerine kadar sömürülüp, eğitilecek,
kullanılacak insan demektir.
Kendi çocuklarını bile sapıkça sömüren, bunu yaparken kendilerini Allah katında gören bu zırcahil
tayfasının, eğer kendilerinden emin olurlarsa, bir sonraki adımları, tıpkı Afganistan’da, İran’da, Mısır’da
olduğu gibi, hemen ellerine silahı ve palayı alıp, kendilerine karşı olan herkesi Allah’a karşıdır diye
katletmektir.

Türkiye bugün çok korkunç bir tehdit altındadır, AKP iktidarı bunların palazlanmasına, semirmesine fırsat
verirken bunları kontrol altında tutabileceğini sanmış olabilir, ama feci şekilde yanılmıştır ve derhal
tedbirini almazsa, yaratılmasına fırsat verdiği şeytan eninde sonunda AKP için de gereğini yapacaktır.
Bu arada, tarikat-cemaat rezilliklerinden memleket yıkılırken, bunlara destek veren, bela çıkarmadıkları
sürece herkes kendi dinini istediği gibi yaşayabilir diyen MHP’den şu ana kadar tıs yok!!!
Sonuç olarak, ta 922’de Hallacı Mansur’u katleden zihniyet, 1100 yıl sonra aynen bügün devam ediyor,
softa şaşırtması taktiği her nasıl olduysa, halen bugün bile tutuyor…
Mısır’da bunların başı bir nebze de olsa ezildi, İran’da halk bunlara karşı ayakladın, Türkiye’de ise halen
korunup kollanıyorlar ama basınç da giderek artıyor.
Eğer batı emperyalizmi yeri geldiğinde kullanılmak üzere halen Türkiye içinde bunların korunup
kollanmasını istiyorsa ve üst akılın dediği gibi Atatürk ve temsil ettiği değerler onların temsil ettiği
dünyanın en büyük düşmanıysa, ki öyledir, önümüzdeki seçim dönemi çok şeylere gebedir demektir.
Türkiye içinde tarikat-cemaat çetelerine karşı giderek yükselen basıncı durdurmanın tek yolu, iktidara
softa şaşırtması yapma fırsatını vermektir.
Bunun için de en olası yöntem, Yunanistan’da iktidarı elinde bulunduran geri zekalıları “yürüyün de
korkmayın, arkanızda biz varız” diyerek biraz daha Türkiye’ye karşı kışkırtmak ve bir Türk-Yunan savaşını,
kısa süreli de olsa, senaryoya dahil etmektir.
Böylece, Yunanistan’ın biraz başı ağrıyacak, sağlam birkaç tokat yiyecek, ama, Türkiye’deki nihai hedef
de yerine getirilmiş olacak, hem Türkiye’deki tarikat-cemaat çetesi bir sonraki adım için korunup
kollanmış olacak, üzerlerindeki dikkat biraz dağıtılacak, hem savaşla birlikte Türkiye’nin ekonomik açıdan
son kalan direnci de kırılacak ve ülke hem siyasi hem de ekonomik kaosun en dibine sürüklenecek, halk
iktidara karşı ayaklanacak, ülkenin bölünmesi kolaylaşacak, bir taraftan ta yüz yıl önceki Amerikan
planları devreye tekrar girerek uydu Kürt devletçiği oluşturulmaya çalışılacak, diğer taraftan da cemaat-
tarikat çapulcuları devreye sokularak Türkiye’de bir şeriat devleti kurulmaya çalışılacak.
Birkaç yıl önceki çakma darbe ile ilk deneme, nabız yoklama gayet başarılı oldu, tepkiler ölçüldü, bir
sonraki aşamada işin boyutları biraz daha değiştirilir, kurgu duruma göre yeniden oluşturulur, olur biter.
Elbette ki bu gidişatta beklenen olacak, Atatürkçü ve Cumhuriyetçi kesim de bunlara karşı çıkacak, iş
inada binince de ülkede kan gövdeyi götürecek, kaos iç savaşa dönüşecek.
Böyle bir durumda A planı tutmazsa devreye B planı girer, nihai hedefte net olarak şeriatçı bir çapulcu
tayfasının iktidara gelmesi mümkün olmazsa, en azından olası rakiplerin iktidara gelme yolu zorlanır,
nihai hedefin yolu daha kolay açılır, kaosun sonunda üst akılın taraf seçerek vereceği destekle iktidara
gelecek olanın şartsız şurtsuz emperyalizm uşaklığı da garantiye alınmış olur.
Kısacası, bu yolda tarikat-cemaat çeteleri sadece piyondurlar, bunlarla çatışarak iktidara gelecek olan bir
iktidarın da, ülke artık yerle bir olduğu ve kolu kanadı kırıldığı için, iktidarsız bir iktidar olması gayet
muhtemeldir.
Esasta softa şaşırtmasını üst akıl yapmaktadır ama AKP-MHP ikilisi halen gerçekle yüzleşmekten, olası
senaryoları dikkate almaktan kaçınmaktadır, muhtemelen akılları da karşı karşıya oldukları tehdidi
kesmemektedir, hala hamasetten medet ummaktadırlar.

Softa şaşırtması, bin yıl önce, bin yıl sonra!

Bazı kafalarda bin yıl öncesinden bugüne değişen birşey yok.

Tam binyüz yıl önce İran’da Halllacı Mansur diye bir halk şairi yaşadı, sadece şair değil, bir düşünürdü, bir felsefe adamıydı, tasavvufun en önde gelen isimlerinden biriydi.

Mansur’un yaşam ve edebi felsefesi özetle insan sevgisi üzerine kurulmuştu, insanı sevin, sevgi uzakta değil hemen yanıbaşınızdaki eşinizdedir, dostunuzdadır, cenneti arıyorsanız cennet öteki dünyada değil bu dünyadadır, yeter ki yaşamınızı, yaşadığınız dünyayı cennete çevirin, Tanrı ile aranıza giren kula kulluk yapmayın, marifet hacıda hocada değil, kendi vicdanınızdadır diyordu.

Mansur’un felsefesi uzun yıllar sonra Mevlana Celaleddin Rumi ve Sadi Şirazi gibi isimleri de etkiledi.

Dönemin bugünkülerden farksız olan din sömürgeni zırcahil softaları eleştirdiği için önce hapse atıldı, 8 yıl zindanlarda süründürüldü, sonra da aleme ibret olsun diye vahşice işkence edildikten ve yüzü gözü parçalandıktan sonra çarmıha gerildi, öldürldü, bu vahşetin adına “Allah’a karşı geldiği için idam edildi” dendi.

Tam bin yıl sonra Türkiye’de Atatürk ve silah arkadaşları arkalarına milleti almış vaziyette dünyanın bilinen en büyük askeri güçlerine karşı savaşırken düşmanın ayarttığı, satın aldığı, koruyup kolladığı, donattığı din sömürgeni, sapık, şerefsiz, haysiyetsiz, onursuz, satılık mollalar, başta Atatürk olmak üzere yedi düvele karşı vatan ve millet uğruna savaş veren kahramanları “Bunlar Allahsız, kitapsız, Padişah’a karşı geliyorlar, Allah’a karşı geliyorlar, görüldükleri yerde katledilmeleri vaciptir” diyerek, Kurtuluş Savaşı’nı düşmanla el ele vererek baltalamaya çalışıyorlardı.

Tam binyüz yıl sonra,  İran’daki din sömürgenlerinin devlet ve millet üzerinde yarattığı vahşet ve terör düzeni, namus bekçisi geçinen üniformalı çapulcu sürülerinin gencecik bir kızı saçını şeriat kanunlarına göre örtmedi diye katletmesiyle başlayan halk isyanında çatırdamaya başladı.

Din sömürgeni şeriatçı mollaların şeriat mahkemesi ellerine geçirdikleri gencecik bir çocuğa “kamu düzenine karşı geldi, Allah’a savaş açtı” diyerek idam cezası verdiler ve ibret olsun, kendilerine karşı gelen korku salınsın diye çocuğu yıldırım hızıyla astılar.

Neye uğradığını şaşıran anneciğine de gidip oğlunun mezarı üzerinde üzüntüsünden can çekişmek kaldı.

Çapulcu mollalar bin yıl önce kendilerini Allah ile özdeşleştiriyorlar ve kendilerine karşı gelen herkesi katlediyorlardı, bin yıl sonra ise hala aynı taktiği uyguluyorlar ve BİZE KARŞI GELEN ALLAH’A KARŞI GELMİŞ SAYILIR, ALLAH’A KARŞI GELENİN DE KATLİ VACİPTİR diyorlar.

İnsanlık tarihinin en kolay ve kazançlı işi din sömürgenliğidir, kilise bu yüzden Ortaçağ’da dehşetli bir zenginliğe ulaştı ve o zenginlik için milyonlarca insanın öldüğü savaşlar çıkarıldı, insanlar savaşlarda ölürken din sömürgenleri adına kilise dedikleri saraylarında domuzlar gibi semirerek, bir elleri yağda bir elleri balda yaşadılar, bugün bile yüzyıllar öncesinde elde ettikleri zenginliğin keyfini sürüyorlar.

Cahiliye döneminden hemen sonra arap toplumlarında başlayan din sömürgenliği bugün bile tüm hızıyla sürüyor, öyle ki, araplardan diğer milletlere de atlayan müslümanlık inancı girdiği toplumlarda gücü elinde bulunduranların sayesinde o kadar çok evrim geçirdi ve o kadar çok yolundan çıktı ki, artık müslümanlık adına ideal bir inanç dininden söz etmek mümkün değil.

Krallıkla yönetilen müslüman ülke ve toplumlarda krallar kendilerini Allah yerine koydu, kendilerine karşı gelenleri Allah’a karşı geliyorlar diye ezdi, geçti.

Din sömürgenliğinden beslenen zırcahil softalar gücü ele geçirdiklerinde, birilerinin kendilerine başkaldırmasını beklemeden, olası başkaldırı potansiyeline sahip tüm insanları düzmece suçlamalarla sürüler halinde idam ettiler, meydanlarda sürüler halinde astılar, bize karşı gelmeye kalkarsanız sonunuz bu olur mesajı verdiler.

Bunun en bariz örneklerini kırk küsur yıl önce Fransız tezgahlarıyla İran’da iktidarı ele geçiren Humeyni yaptı, iktidara gelir gelmez daha iki ayını bile doldurmadan üniversitelerde, devlette, sivil toplumda kendisine karşı gelebilecek tüm “akılları” düzmece suçlamalarla jet hızıyla astırdı, tam bir şeriatçı terör devleti yarattı, İran gibi dünya tarihinde unutulmaz izler bırakmış, köklü bir kültüre sahip bir ülke ve toplum bir anda sapık mollaların esiri haline geldi, şeriatçı terör bütün ülkeyi kırdı geçirdi, sözde dindar geçinen mollalar tayfası ülkenin tüm zenginliklerini elleri altında topladılar, son 45 yıl boyunca bir elleri yağda, bir elleri balda yaşadılar, cehaletten beslendiler, bunlara karşı kafayı kaldıracak olana ya biz ya da ölüm, ikisinden birini seçin dediler.

Başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere, batı emperyalizmi sözde bunları eleştirdi ama bunların bulundukları coğrafyalarda iktidara geçmeleri için de gereken her türlü desteği bunlara sağladı, bunları iktidara getirdi, hizadan çıkar gibi olduklarında kulaklarını birazcık çekti, ama görevlerini iyi yaptıkları, iktidarında bulundukları ülkelerin kaynaklarını emperyalizme peşkeş çektikleri sürece, hiç desteklerini çekmediler.

Örneğin İran’da Amerikan elçiliği basılıp da elçilik çalışanları esir alındığında bile, Amerikan iktidarı İran’a İran-Irak savaşında kullansın diye yüzlerce milyon dolarlık silah ve füze sattı…

Humeyni rejimi bir taraftan en büyük şeytan Amerika diyordu, diğer taraftan da el altından çatır çatır Amerika ile çıkarları doğrultusunda işbirliği yapıyordu.

E, çünkü emperyalistlere ve zırcahil mollalara göre ahbaplık ve düşmanlık başka şeydi, ticaret başka şeydi, en büyük Allah da para ve iktidardı, para ve iktidar için ne mübahsa o Allah yolunda en doğru şeydi, hala da öyle…

Müslümanlığın bir din olarak en doğru şekilde uygulandığı tek ve son ülke belki de Cumhuriyet Türkiyesi idi, ama son yirmi yılda o da bitti, gitti.

 Hitler’in Nazi rejiminin Mısır’da Müslüman Kardeşler çetesiyle ortaya koyduğu din sömürüsü taktiğinden ders çıkaran Amerika’nın  ta 1950’lerde uygulamaya koyduğu Yeşil Kuşak projesi Türkiye’de de tıkır tıkır işledi.

Hani, 20. yüzyıla damgasını vurduktan sonra nerdeyse yüz yaşlarında ölen baba Rockefeller ve Rotschild ağız birliği etmişcesine demişlerdi ya, “Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar değerlidir, Atatürk de bizim temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır” diye, işte o dünya da yıkılmalıydı ve bunun için de tımarhanelik zırcahil din sömürgenlerine ve onların kuracağı çetelere ve pkk gibi ırkçı terör örgülerine ihtiyaç vardı. 

Zaten ta 1800’lerin başından beri İngiliz, Fransız, Alman misyonerler Anadolu’nun içindeydi, onlara 19. Yüzyılda Amerikalılar da katıldı ve aslında bu misyonerlik faaliyetleri Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Cumhuriyet’in kurulmasıyla da hiç durmadı, faaliyetlerine gerek okullarıyla, gerek kurdukları veya kurdurdukları derneklerle, gerekse parmaklarının ucunda oynattıkları satılık kuklalarla sinsi sinsi devam ettiler.

Bugün dünya ülkeleri arasından en çok misyonerlik ve casusluk faaliyetinin yürütüldüğü ülke Türkiye Cumhuriyeti’dir dersek, sanırım abartmış olmayız.

Bir zamanlar laiklikle yönetilen Afganistan’ı, İran’ı, Irak’ı, Libya’yı, Tunus’u, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük medeniyetlerinden birini yaratmış olan Mısır’ı kılıktan kılığa soktular, şeriatın ve terörün pençesine düşürdüler.

Ortadoğu coğrafyasında istedikleri gibi şeriatın pençesine düşüremedikleri iki ülkeden biri Türkiye, öteki ise Suriye idi, ama onları da terörün pençesine düşürdüler, şeriatçı terör her ikisini de vurdu ve vurmaya devam ediyor.

Son yirmi yılda Türkiye’nin içinde belki de dünyanın hiçbir müslüman ülkesinde olmadığı kadar çok tarikat ve cemaat peydahlandı, herbiri kendi din sömürü düzenini kurdu, yeri geldi birbirleriyle kol kola gittiler, yeri geldi birbirleriyle rakip oldular, ama hiçbiri ötekiyle açıktan savaşa girmedi, sinsi sinsi, bazen de göstere göstere ülkenin her tarafında örgütlendiler, örümcek ağlarını kurdular, zırcehaletten beslendiler, bütün ülke ekonomik krizlerden, terörle savaştan inim inim inlerken bunlar bir elleri yağda, bir elleri balda, terörden, ekonomik krizden hiçbir şekilde etkilenmeden yaşamaya devam ettiler, en sonunda da ülkenin ve devletin içine çöreklenmiş en büyük terör örgütünün bunların elebaşı olduğu ortaya çıktı.

Son yirmi yılda Türkiye’de iktidarı elinde bulunduran AKP’nin sadece küçük bir kesimi tarikat-cemaat silsilesiyle işbirliği içine girmenin aslında şeytanla yatağa girmek olduğunu ve ne kadar büyük bir tehdit oluşturduklarını anlayabildi, gerisi uyudu veya uyur rolü yaptı.

Şimdi ise, normal şartlarda tımarhanede zincirli halde olması gereken bir zırcahil tarikat liderinin küçücük kızını sapık bir müridiyle nasıl mahvettiği gerçeğiyle ortalık yıkılıyor.

Aslında bu tarifsiz alçaklığın bir değil, yüz değil, bin değil, onbinlerce, belki de yüzbinlerce örneği var, kimi ortaya çıkıyor, kimi ortaya çıkmıyor, örtbas ediliyor, ortaya çıkanlar da kısa süre sonra diğer anormallikler arasında unutuluyor.

Kısacası, ülkeler, toplumlar çeşitli sorunlarla inim inim inletilirken bir tek tarikatların ve cemaatların tuzu kuru kalıyor, zırcehaletten beslenen din sömürüsüyle bir elleri yağda bir elleri balda, envai tür sapıklıklarını sergileyerek keyiflerine keyif katıyorlar.

Kız çocuğu veya erkek çocuğu farketmez, onlar için çocuk demek, sömürülecek insan demektir, en hafifinden ilerde sömürülmek üzere tarikat-cemaat çetesi içinde iliklerine kadar sömürülüp, eğitilecek, kullanılacak insan demektir.

Kendi çocuklarını bile sapıkça sömüren, bunu yaparken kendilerini Allah katında gören bu zırcahil tayfasının, eğer kendilerinden emin olurlarsa, bir sonraki adımları, tıpkı Afganistan’da, İran’da, Mısır’da olduğu gibi, hemen ellerine silahı ve palayı alıp, kendilerine karşı olan herkesi Allah’a karşıdır diye katletmektir.

Türkiye bugün çok korkunç bir tehdit altındadır, AKP iktidarı bunların palazlanmasına, semirmesine fırsat verirken bunları kontrol altında tutabileceğini sanmış olabilir, ama feci şekilde yanılmıştır ve derhal tedbirini almazsa, yaratılmasına fırsat verdiği şeytan eninde sonunda AKP için de gereğini yapacaktır.

Bu arada, tarikat-cemaat rezilliklerinden memleket yıkılırken, bunlara destek veren, bela çıkarmadıkları sürece herkes kendi dinini istediği gibi yaşayabilir diyen MHP’den şu ana kadar tıs yok!!!

Sonuç olarak, ta 922’de Hallacı Mansur’u katleden zihniyet, 1100 yıl sonra aynen bügün devam ediyor, softa şaşırtması taktiği her nasıl olduysa, halen bugün bile tutuyor…

Mısır’da bunların başı bir nebze de olsa ezildi, İran’da halk bunlara karşı ayakladın, Türkiye’de ise halen korunup kollanıyorlar ama basınç da giderek artıyor.

Eğer batı emperyalizmi yeri geldiğinde kullanılmak üzere halen Türkiye içinde bunların korunup kollanmasını istiyorsa ve üst akılın dediği gibi Atatürk ve temsil ettiği değerler onların temsil ettiği dünyanın en büyük düşmanıysa, ki öyledir, önümüzdeki seçim dönemi çok şeylere gebedir demektir.

Türkiye içinde tarikat-cemaat çetelerine karşı giderek yükselen basıncı durdurmanın tek yolu, iktidara softa şaşırtması yapma fırsatını vermektir.

Bunun için de en olası yöntem, Yunanistan’da iktidarı elinde bulunduran geri zekalıları “yürüyün de korkmayın, arkanızda biz varız” diyerek biraz daha Türkiye’ye karşı kışkırtmak ve bir Türk-Yunan savaşını, kısa süreli de olsa, senaryoya dahil etmektir.

Böylece, Yunanistan’ın biraz başı ağrıyacak, sağlam birkaç tokat yiyecek, ama, Türkiye’deki nihai hedef de yerine getirilmiş olacak, hem Türkiye’deki tarikat-cemaat çetesi bir sonraki adım için korunup kollanmış olacak, üzerlerindeki dikkat biraz dağıtılacak, hem savaşla birlikte Türkiye’nin ekonomik açıdan son kalan direnci de kırılacak ve ülke hem siyasi hem de ekonomik kaosun en dibine sürüklenecek, halk iktidara karşı ayaklanacak, ülkenin bölünmesi kolaylaşacak, bir taraftan ta yüz yıl önceki Amerikan planları devreye tekrar girerek uydu Kürt devletçiği oluşturulmaya çalışılacak, diğer taraftan da cemaat-tarikat çapulcuları devreye sokularak Türkiye’de bir şeriat devleti kurulmaya çalışılacak.

Birkaç yıl önceki çakma darbe ile ilk deneme, nabız yoklama gayet başarılı oldu, tepkiler ölçüldü,  bir sonraki aşamada işin boyutları biraz daha değiştirilir, kurgu duruma göre yeniden oluşturulur, olur biter.

Elbette ki bu gidişatta beklenen olacak, Atatürkçü ve Cumhuriyetçi kesim de bunlara karşı çıkacak, iş inada binince de ülkede kan gövdeyi götürecek, kaos iç savaşa dönüşecek.

Böyle bir durumda A planı tutmazsa devreye B planı girer, nihai hedefte net olarak şeriatçı bir çapulcu tayfasının iktidara gelmesi mümkün olmazsa, en azından olası rakiplerin iktidara gelme yolu zorlanır, nihai hedefin yolu daha kolay açılır,  kaosun sonunda üst akılın taraf seçerek vereceği destekle iktidara gelecek olanın şartsız şurtsuz emperyalizm uşaklığı da garantiye alınmış olur.

Kısacası, bu yolda tarikat-cemaat çeteleri sadece piyondurlar, bunlarla çatışarak iktidara gelecek olan bir iktidarın da, ülke artık yerle bir olduğu ve kolu kanadı kırıldığı için, iktidarsız bir iktidar olması gayet muhtemeldir.

Esasta softa şaşırtmasını üst akıl yapmaktadır ama AKP-MHP ikilisi halen gerçekle yüzleşmekten, olası senaryoları dikkate almaktan kaçınmaktadır, muhtemelen akılları da karşı karşıya oldukları tehdidi kesmemektedir, hala hamasetten medet ummaktadırlar.

Çakma muhalefet de üst akılı ürkütmemek için gayet temkinli davranmakta, kuklayı yönetene değil, kuklaya kızmakta, işin kolayına kaçmaktadır.

Günün sonunda, Atatürk ve Cumhuriyet ruhu mu galip gelecek, yoksa üst akılın yarattığı, koruyup kolladığı besleme piyonlar tayfası mı…

Göreceğiz bakalım, şunun şurasında çok kalmadı…

Bütün mesele, Hallacı Mansur’da…

Tarih, tekerrürden ibarettir, ama iyi, ama kötü…

Binyüz yıl önce başkaldırdığı düzen bugün hala devam ediyor, şimdi ise zırcehalete karşı umut yine Mansur’da…

Tarihin bir cilvesi mi desek acep!!!

Diğer Haberler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu