Ediz Tuncel

Ediz Tuncel: Müsibet ve nasihat

Bir müsibet bin nasihatten iyidir derler, doğrudur, ama anlayana!

Geçen genel seçim süreci tam bir rezalet ve fiyaskoydu.

İnatla dünyanın en garabet seçim sistemlerinden biri olan mevcut seçim sistemi değiştirilmedi, yine abuk subuk sonuçlar ortaya çıktı.

Seçim biter bitmez de inatla bu sistemi savunan, azınlıkların da Meclis’e girmesi gerektiğini savunanlar sonucu görünce anında çark ettiler, bu seçim sistemiyle bu iş yürümüyor dediler. 

Günaydın!

Bu garabet seçim sistemi daha kurgulanırken garabetin allahıdır, yapmayın, etmeyin dedik, hatta Meclis’e gidip görüşlerimizi bildirdik, dikkate alınmadı, bu garabet sistemi inatla savunanlar memlekete en az on yıl kaybettirdiler. 

Şimdi kafalarına dank etti ki bu garabet sistemle iş yürümüyor, yürümeyecek de…

Bu seçimin tek doğal sonucu TDP’nin tam da hak ettiği şekilde baraj altı kalması oldu. 

TDP, inatla abuk subuk tavırlarla, seçim strajesini Akıncı’nın aldığı desteğe dayandırarak yönlendirmeye çalıştı, tam anlamıyla çuvalladı. 

TDP bir kere şunu anlamalıdır; Türkiye’deki iktidarlarla ters düşmek başka birşeydir, Türkiye’yi hedef tahtasına oturtup, bütün seçim strajesini Türkiye düşmanlığı üzerine kurgulamak başka birşeydir. 

TDP ve Akıncı ana seçim stratejilerini ikinci stratejiyi tercih ettikleri ve tüm kurumsal ve şahsi politik yaklaşımlarını marjinallik üzerine kurguladıkları için çuvallamışlardır. 

Son Cumhurbaşkanlığı seçiminde, (ki tarihin en düşük katılımlı Cumhurbaşkanlığı seçimiydi ve finale kalan iki adayın ikisi de toplam seçmenin üçte ikisinden veto yedi),  Akıncı’nın kaybetmesinin sorumluluğunu da AKP’nin değil, tüm “Türkiye” üzerine yıkmışlardır, sanki tüm Türkiye Akıncı kaybetsin diye üçüncü Kıbrıs çıkarmasını yapmış gibi!!!

Sonuç olarak fena halde çuvalladılar çünkü Kıbrıs Türkünün büyük çoğunluğu bu oyuna gelmedi.

Şimdi ise, Akıncı’nın kaçınılmaz hezimetinden sonra, Akıncı’nın tek açık destekçisi olarak, her ne kadar Akıncı kendilerini desteklememiş olsa da, Akıncı’nın yolundan gitmeyi tercih etmenin acı bedelini kaçınılmaz olarak ödedi. 

Dahası, kırk senedir bal yapmaz arı misali marjinal bir çizgide “uçmanın” kendilerine fayda değil, zarar getirdiğini bir türlü öğrenemediler, halkın genelinin beklentilerinin genelini algılayamadılar ve neticede, bu kopukluk da çuvallamalarının bir başka nedeni oldu. 

Son Cumhurbaşkanlığı seçiminde terbiyesizliğin kitabını yazanlar ve rakiplerine akıl almaz bir şekilde saldıranlar, bu seçimde de yine aynısını yapanlar,  yine TDP ve Akıncı taraftarlarıydı.

Şimdi ise halkın geneli ve eski destekçilerinin bir kısmı kendilerine “madem bu kadar terbiyesiz ve hadsizsiniz, size de Arif Hasan Tahsin’in dediğinden…” dedi ve defteri kapattı…

Bu saatten sonra TDP için bir müsibet bin nasihatten iyidir dersi de bir anlam ifade etmez, ne yaparlarsa yapsınlar toparlanamazlar, adı var kendi yok bir tabela particiği olarak belki varlığını sürdürür, ama kalan oylarını da ilk seçimde CTP’ye kaptırır ve kapıya kilidi vurur. 

Olacağı budur, hak ettikleri de budur!!!

Tarihin çöplüğü bu gibiler için vardır….Nokta!

Gelelim DP ve YDP’ye…

Her ikisi de seçimlere iktidar partisi olarak girmelerine rağmen kendilerinden beklenen sonuca varamadılar. 

Her ikisi de en az dört, beş vekil çıkarabilmeliydi. 

Ancak her ikisi de çuvalladı, hem de fena halde çuvalladılar. 

Her ikisinde de esas sorumluluk, başta parti başkanları olmak üzere, partiyi yönetenlerdedir. 

Parti içi dengeleri iyi kuramadılar, halkın dışardan kendilerine hangi gözle baktığını empati yaparak göremediler. 

YDP Genel Başkanı Erhan Arıklı, şahsi kanaatim, hükümet ortağı olduğu dönemde genel olarak yapması gerekeni yaptı, elinden geldiğince doğru da yaptı, birçok haksız saldırıya da uğradı, hepsine de göğüs germesini bildi,  ancak dışardan gelen saldırılarla uğraşırken parti içindeki dengeleri pek de anlaşılır olmayan bir şekilde, koruyamadı, gözetemedi. 

Bertan Zaroğlu partiden ayrıldıktan sonra çok hızlı bir şekilde partiyi toparlamalıydı, bütünlüğü sağlamalıydı, hala hazırda var olan sağlam parti ekibinde kopukluklar yaşanmamalıydı, aksine ekibini daha da güçlendirmek için ekibini genişletip, partiyi güçlendirmek için sokaklara salmalıydı, entrikalara geçit vermemeliydi. 

Kısacası, lider olarak partiyi arkasından sürüklemeleyecek taktikler geliştirmeliydi.  

Ancak beklenen olmadı, seçime de gayet hazırlıksız girildi, ucu ucuna iki vekil çıkarabildi. 

Siyaset hayatına başladığından beri başladığın yerde patinaj yapmak bir başarı değildir, aksine başarısızlık sayılmalıdır. 

Bütün bunlar DP Genel Başkanı Fikri Ataoğlu için de geçerlidir. 

Eski Genel Sekreter Afet Özcafer’i partide tutamamak doğrudan Fikri Bey’in hatasıdır. 

Serdar Denktaş’ın parti içinde çıkardığı sorunlar o kadar belirgin ve herkes tarafından görünmekteydi ki, en eski DPliler bile artık Denktaş’ın tutum ve tavırlarından bıkmış usanmış vaziyetteydi, Denktaş’ın pariye çok büyük zararlar vermeye başladığını dile getirmeye başlamışlardı. 

Fikri Ataoğlu bu aşamada genel başkan olarak ipleri eline alıp, gerekirse Gordiyon’un düğümünü bir kılıç darbesiyle kesmeliydi, işi bitirmeliydi.

Bunu yapmadığı, yapacak iradeyi ortaya koymadığı için parti lideri pozisyonu çok ciddi sarsıntılar geçirdik, güven erozyonuna uğradı, seçim sürecinde de partiden aday gösterilmemesi gereken adaylara yer verdi, partilileri küstürdü, hatta partili olmayıp da sempati duyanları da küstürdü, onlar da gitti UBP’ye oy verdi. 

Günün sonunda, iktidar partisi olmasına rağmen üç vekille başladığı siyaset macerasında yerinde saydı, bir milim ileri gidemedi. 

Eğer hem YDP hem de DP bu şekilde devam ederse, yeni kurulacak hükümette hükümet ortağı olsalar bile, bir sonraki genel seçimde, ki o da erken bir genel seçim olur, kaçınılmaz olarak TDP’nin uğradığı hezimete uğrarlar, her ikisinin de oyları büyük oranda UBP’ye kayar, UBP 28-30 vekille tek başına iktidar olur. 

Bu seçim sonucu hem DP hem de YDP için bir müsibettir ve her iki partinin de yönetenleri bu müsibetten ders almalıdır. 

HP yüzde üçyüz oy kaybına uğramıştır, ama bu her halükarda beklenen bir sonuçtu ve tek sorumlusu da partinin başında bulunan Kudret Özersay idi. 

Daha önce söyledik, yazdık, bir daha yazalım; HP’nin balonu umutsuz seçmen tarafından şişirilmişti, o seçmen gördükleri karşısında kendisini aldatılmış hissetti ve Kudret Özersay’ın ve partisinin defterini dürdü. 

Halbuki bu seçimde HP’den çok değerli adaylar da seçime girmişti, ancak Kudret Özersay’a öfkelenen seçmen faturayı tüm adaylara kesti, o adaylara çok da yazık oldu. 

CTP ise en ufak bir muhalefet performansı sergilemeden, oturduğu yerde TDP ve HP’den kaçan oyların büyük bir kısmını alarak,  rakibinin başarısızlığını kendi hanesine avantadan başarı payı olarak yazdırdı, ama bu başarının güçlü bir zemini ve gerçekçi bir dayanağı yoktur. 

CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman CTP’nin sıkı bir muhalefet yapacağını söyleye dursun, bu argümanın diğer açılımı havanda su dövmektir. 

İktidara gelip de kendini ispatlamazsan, muhalefette ne yaparsan yap, yaptığın havanda su dövmekten öteye gidemez, iktidar da bildiğini okur, bir sonraki seçimde laf ebeliği yapan, laf üreten değil, iyi ya da kötü, iş üreten kazanır.

Kaldı ki, CTP muhalefette eleştirdiklerini iktidara geldiğinde katmerleyerek yapan bir partidir ve insan hafızası bunları kolay kolay unutmaz. 

CTP, koalisyon ortağı olarak da olsa, iktidara gelip de rüştünü ispat edemezse, bir sonraki seçimin sonucu şimdiden bellidir; hezimet!!!

Kısacası, TDP ve HP’nin beceriksizlikleri sayesinde oy artırmak, bir önceki seçimde onlara giden oyların bir kısmını sırf tepki oyu olarak almak ve vekil sayısını artırmak, altı dolu bir başarı değildir. 

Bu noktada, CTP UBP ile güçlü bir koalisyon hükümeti kurmayı ciddi ciddi düşünmelidir. 

Ülkenin güçlü bir koalisyona ihtiyacı vardır. 

CTP muhalefette kalmayı seçerse, UBP önümüzdeki belediye seçimlerinde ortalığı silip süpürecek, bir sonraki seçimde de tek başına iktidar olacaktır, CTP ise sonsuza kadar muhalefette kalmaya mahkum olacaktır. 

Hoş, bu sefer de durumu gören UBP, CTP ile kurulacak bir ortaklığın CTP’ye güçlenme şansı vereceğini düşünerek, bir ortaklık hükümeti kurmayı istemeyebilir, ki bunda haklıdır da… 

Ayrıca CTP’nin “federasyon olmazsa olmazımızdır, bu yüzden UBP ile ortak bir hükümet kuramayız” argümanı da altı boş bir argümandır, ülkeyi yönetecek bir hükümetin önceliği 60 senedir üzerinde havanda su dövülen federasyon tezi olmamalıdır, ülkenin ve halkın önceliği bu değildir, ülkenin ve toplumun bu hallere düşmesinin sebebi de Rum tarafıyla federasyon temelinde bir anlaşma yapılamamış olması değildir…

Ülkedeki bu kaosun temel sebebi, halkın ve kendini yönetmesi için seçtiklerinin vizyonsuzluğu, beceriksizliği ve bencilliğidir, başka da hiçbir şey değildir, günah keçisi aramaya hiç gerek yoktur…

Ayrıca, Kıbrıs’ta nasıl bir anlaşma olursa olsun, Kıbrıs Türkü ile Türkiye arasındaki kan bağına, can bağına, tarihsel sürece bağlı ilişkilerin, gelen giden hükümetlerle sorunlu ilişkiler olsa da, sonsuza kadar var olacağını ve karşılıklı sahiplenme, saygı ve sevgi zemininde güçlenerek devam etmesi gerektiğini CTP de artık kabullenmelidir. 

Diğer taraftan, halkın nerdeyse yarısı ülkedeki durumu ve sorumlusu olarak gördüğü siyasi partileri veto ederek sandığa gitmemiş olsa da, son genel seçim, UBP’nin Denktaş ve Eroğlu’ndan sonra üçüncü kabullenilmiş lideri olarak Dr. Faiz Sucuoğlu’ nu da çıkardı. 

Faiz Sucuoğlu oyunu kuralına göre oynar, pandemi ve Türkiye’deki ekonomik çöküş yüzünden bizim ufacık ülke ekonomisinin de tamamen yerle bir olduğu bu zorlu şartlarda halkın beklentilerine asgari düzeyde cevap verebilecek bir ekip oluşturursa, mevcut ucube seçim sistemini de mamur ettikten sonra sene sonunda bir erken genel seçime daha giderse, hesabı hepten kapatır. 

Faiz Sucuoğlu’nun şu anda yapması gereken en önemli şeylerden bir tanesi, özellikle bakanlıklarda görev alacak ekibi gençlerden seçmesidir. 

Halk her hükümette o koltuk senin bu koltuk benim gezen, kendini bulunmaz hint kumaşı sanan, istediği koltuğu alamazsa her türlü şantajı yapabilen isimlerden bıkmıştır ve yeni yüzler görmek istemektedir, UBP’de yeni nesilden insanların da yüksek oylarla seçilmesi de sırf bu yüzdendir. 

Kısacası, bu hükümet bir sağduyu hükümeti olmalıdır. 

Seçimde hezimete uğrayanlar da sorumluluklarından sıyrılmaya çalışıp, uğradıkları hezimetin sorumlusu olarak günah keçisi arayacaklarına, müsibetten nasihat çıkarmalıdırlar. 

Aksi takdirde, bir sonraki seçimde tarihin çöplüğü son adresleri olacaktır…

Diğer Haberler

Başa dön tuşu