Ediz TuncelKöşe Yazıları

Ediz Tuncel: Öğretmen-Doktor-Asker

Biri insan yetiştirir, eğitir, donatır, topluma kazandırır, toplumun hayat kalitesini belirleyen temel toplum mühendisidir…

Öteki, insan hayatı kurtarır, kabus gibi üzerine yığılan hastalarla, delisiyle, zolisiyle, zırcahiliyle, akıllısıyla, akılsızıyla uğraşır durur, ayrım gözetmeden hayatlarını kurtarmaya çalışır…

Üçüncüsü, diğerlerinin varlığının devamı için, ülke ve toplum değerlerinin, hayatların, malın, mülkün korunması için, kısacası bir devleti oluşturan tüm varlıkların ve değerlerin korunması için gözünü kırpmadan hayatını feda edendir, arkasında gözü yaşlı anasını, bacısını, karısını, evladını asla dinmeyecek acılarla bırakandır…

Kısacası, öğretmen ve doktor hayatını insanı yaşatmaya adamıştır, asker ise yaşatılanların yaşamına devam edebilmesi için yeri geldiğinde hayatını feda etmeye adanmıştır.

Peki, toplumun geri kalanındaki meslek sahiplerini hayatlarını neye adamıştır?

Basit bir cümleyle özetleyim; Hayatın keyfini sürmeye!!!

Şimdi diyeceksiniz ki; Haydaaa, mühendisin, mimarın, marketçinin, memurun, avukatın, yargıcın, siyasetçinin filan hiç mi faydası yok!!!

E, olmaz olur mu, işini yapar, parasını alır, keyfine bakar…

Üstelik de işini ne kadar doğru yaptığını da kimse kolay kolay sorgulamaz, sorgulasa da, kıytırıktan bir sorgulama olur, eğrilerle doğrular, at iziyle it izi birbirine karışır…

Bizim toplumda mühendisin, mimarın beceriksizinin, üçkağıtçısının yaptığı bina en ufak bir depremde başınıza yıkılırsa ölüp gittiğinizle kalırsınız; iki dakikalık işi iki saatte yapmayı marifet sayan memurun cinsine denk gelirseniz, işgüzarlığı sayesinde sinirleriniz tavan yapar; marketçinin namussuzuna denk gelirseniz ve gözünüzü dört açmazsanız hergün yediğiniz kazıkların toplamında yeni bir Boğaziçi köprüsü inşa ettirebilirsiniz; avukat ve yargıç filan olarak ayırmayayım, genel olarak söyleyim, beceriksiz ve vicdansız türden olan hukukçuların eline düştüğünüzde yüzde bir milyon haklı olsanız bile haksız çıkma, yüzde bir milyar haksız olsanız bile haklı çıkma ihtimaliniz yüzde bir milyondur; siyasetçiye gelince, bizim toplumda bunların en güzel becerdiği iş yokuş yukarı gideceğinde eşeği içinde memleketin bulunduğu arabanın önüne değil, ardına bağlayarak arabayı yukarı itmeye çalışmak, yokuş aşağı gideceğinde de eşeği arabanın arkasına bağlayacağına önüne bağlamak ve dörtnala yokuş aşağı gitmektir, sonuç olarak da bütün memleket tepetaklak gitmektedir… Ayrıca, ikinci uzmanlık alanları da balı tuttuklarında parmaklarının hepsini birden midelerine kadar sokarak, ta ki kusana kadar yalamaktır,  sonra da kustuklarını bile ziyan olmasın diye yalamaktır…

İstisnalar da asla kaideyi bozmaz, bozmaya güçleri yetmez!

Peki, siz hiç işimi yapayım derken, hayatını insan hayatına adamasına rağmen dayak yiyen, öldürülen, aldığı üç kuruş parayla sürüm sürüm sürünen mimar, mühendis, avukat, memur, marketçi, hukukçu filan duydunuz mu, ya da gördünüz mü!!!

Ben şahsen ne gördüm, ne de duydum, varsa da istisnadır, ama aldığı üç kuruşla rezil rüsva olarak hayatını sürdürmeye çalışırken görev başında hunharca katledilen, kiminin cebindeki aile fotoğrafı bile kurşunlarla delik deşik edilmiş, anasının, yavrusunun, sevgilisinin verdiği mendili, fotoğrafı, mektubu kanına bulanmış sayısız öğretmen, doktor, asker bilirim…

Ha, bir de din sömürüsünü meslek edinen din sömürgenleri vardır, her köşede zırt pırt tarikat, cemaat kurarlar, kendi kafalarına göre bir din uygulaması yaratırlar,  memlekette ne kadar zırcahilin önde gideni  varsa hepsinin bit beyni kadar bile çalışmayan beyinlerini ve ceplerini iliğine kadar sömürürler, geri zekalılara cennetin yollarını ve cennette kucaklarına oturacak “bakire hurileri” (ama huriler erkektir ve bakirdirler) vaat ederek kendi ceplerini doldururlar; zırcahiller sürüsü müritler öteki dünyadaki cennetin hayalini kurarken elebaşları en lüks Mercedeslerde gezerler, en lüks villalarda, saraylarda otururlar, dünyanın nimetlerinin keyfini sürerler;  bu şaklabanlar kuş sütünün bile eksik olmadığı sofralarda yer içerken müritleri kapılarında el pençe divan durarak kafalarının okşanmasını, badelenmeyi, önlerine atılacak “kutsal” sümüklü mendili, kokmuş çorabı havada kapmayı bekler; “işi bilen” şaklaban elebaşları ellerini sıcak sudan soğuk suya asla koymazlar, şaklaban elebaşlarının herbiri semirilmiş domuzdan daha yağlıdır, iyi semirmişlerdir ama  iki kere iki kaç eder diye sorsan öküzün duvara baktığı gibi yüzüne bakarlar, beyinleri öküz beyni kadar bile çalışmaz;  dünyaya, insanlığa, çevreye bir kuruşluk faydaları yoktur, beyinleri üretmeye değil sadece tüketmeye ve sömürmeye çalışır, ağızlarından din-iman-Allah düşmez ama cinsi ve sinsi sapığın en önde gidenidirler,  en büyük marifetleri ufacık kız çocuklarına tecavüz etmektir, arada kıstırırlarsa erkek çocukları da bu sapıklar sürüsünden payına düşeni alır; varlık sebepleri sadece insanoğlunun gerisinin yarattığı imkanları tepe tepe kullanmak ve ellerine geçirdikleri her fırsatta en ufağından en yaşlısına kadar insanoğlunu maddi-manevi her türlü şekilde sömürmektir; gübre bile etmeyecek, boşa oksijen tüketen bedenleri hastalandığında öğretmenin eğittiği doktorun verdiği ilacı kullanırlar, zırcahil müritlerine ise hastalığı için muska yaparak parasını alırlar;  insanoğlu mecbur olduğunda çöplükten bile beslenirken bunlar insanoğlunun zaafiyetini iliğine kadar sömürerek beslenirler, hasbelkader iktidardaki siyasiler de bunların kafasındaysa, karşılıklı birbirlerini besleyip büyütürler, sonra da bütün gücü ellerine geçirmek için birbirlerini yok etmeye uğraşırlar, memleketi, milleti çatır çatır bu kavga uğruna harcarlar, sonrasında ise geriye kalan yandı gülüm keten helva, tam bir felaket…

Dahası, memleket ve millet dara düştüğünde, düşman eline geçtiğinde, düşmanla ilk işbirliğini yapan ve düşmandan çok daha zalim olduğunu ilk gösteren de bunlardır, Kurtuluş Savaşı’nda bile en büyük darbe düşmandan değil, düşmanla işbirliği yapmak için yarışan bu gafiller sürüsünden gelmiştir!!!

Dahası, ellerine fırsat geçtiğinde insanoğluna karşı en büyük zalimlikleri, en büyük vahşetleri gözlerini kırpmadan yapacaklarını da sayısız kez ispatlamışlardır ve bütün zırcahilliklerine rağmen, kurdukları dünyanın elebaşlarını alim, ermiş olarak adlandırmaktadırlar, sapıklıkta sınır tanımayan alimlerinden aldıkları fetvalarla da en vahşi hayvanın bile yapmaya tenezzül etmeyeceği, vicdanının kaldıramayacağı şeyleri yapmayı normal saymaktadırlar.

E, şimdi, öğretmen insan yetiştirmeye uğraşa dursun; doktor insan hayatını  kurtarmak için uğraşa dursun, asker hayatını milleti, vatanı için harcaya dursun, gerisi de binbir zorlukla yaratılan bütün değerlerin içine etme yarışına gire dursun…

Var mı böyle bir dünya!

Yok canım, nerde var, hiç olur mu!!!

Hepsi hayal ürünü, bir yatalım, altı ay sonra kalkalım, zaten o zamana kadar memlekette enflasyon filan da kalmaz, devlet, mevlet, millet filan da kalmaz, dert edecek birşey de kalmaz…

Aslında var ya, öğretmenler, doktorlar ve askerler çok değil, şöyle bir aylığına topluca izine çıksalar ve memleket dışına tatile gitseler, bakın görün siz olacakları…

Diğer Haberler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu