Candaş ÖzerKöşe Yazıları

Ahmak ıslatan yağmuru altında romantik komedya..

Çocukluğundan beri tek ulaşım aracı bisikletiydi. Ve artık 25 yaşındaydı ve hala İşine, spora, toplantılara, eğlenceye, habere pedal çevirerek gidiyordu.

Hatta birkaç kez Lefkoşa’dan Mesarya Ovası’nın 40 km güneydoğusundaki köyüne, baba ocağına bile bisikletle gittiği olmuştu.

1999 yılıydı..

Gece evden radyoya ulaşım aracı Jaguar marka siyah gümüş tonlarındaki bisikletiydi.

Ve üç gecedir üst üste ahmak ıslatan yağmurları yağıyordu. Bu gece de ahmakları ıslatmaya niyetliydi.

Bir keresinde, yine böyle uzun ahmak ıslatan yağmurlarının yağdığı bir gecede.

Radyoda yaptığı şiir programının canlı yayın muhabbetinde bir bisiklet hikayesi kendiliğinden oluşmuştu.

Stüdyo telefonundan arayan bir genç ısrarla canlı yayın konuğu olmak istiyordu.

Kız arkadaşı, her zaman olduğu gibi, o gece de  “Fasl-ı muhabbet” adlı bu programı dinliyordu.

Delikanlı ısrarla:

 “Abi, hade yav, lütfen, gız arkadaşım seni dinner, programını çok sever” dediğinde, ısrara daha fazla tahammül edemeyen radyocu, genci canlı yayına alır.

Hikayemizin baş kahramanı 25 yaşındadır. Yaşça kendinden genç olan delikanlı:

Canlı yayında, Kıbrıs ağzıyla, iner-çıkar tonda, cırtlak, düzensiz, titrek tonda bir ses akorduyla konuşmaktadır.

Böylesine yağmurlu ve romantik bir gecede. Gönyeli Aşıklar Tepesi’nde, lüks otomobilinin içinde demlendiğini, bunalımda ve çok mutsuz hissettiğini, hiç keyfinin olmadığını, programı dinleyerek vakit geçirdiğini, söyler.

Sonra da hızlıca muhabbeti döndürüp dolaştırıp arabasına getirir genç adam.

Bu gençle edebi muhabbet edemeyeceğini anlayan hikaye kahramanımız, onunla sadece otomobiller üzerine konuşabileceğini çabuk anlar…

Kendisine konuşma fırsatı verilen uçarı genç, bir dakikadan fazla bir süreçte otomobilini şu cümlelerle met eder:

“Abi, rimslerim kozmiktir, egzozum harran gadar. Patladdığımda genni ortalıg gakar oturur.

Makinası turboludur, incekşın püsgürdür pisdonnara benzini.

Öyle basdığında genne tabbos lamarina, yannama yannama cayırdayarag gider” heyecan tavan vs.

Radyo programcısı sessizce materyal muhabbeti dinler, fakat hoşnutsuzdur.

Aracını meth etme olayını orgazm zevkinde anlatıp rahatlayan genç birden susar ve..

Abi, senin araban nedir? Diye sorar.

Benim taşıtım, der, radyocu.

“Gri, gümüş ve siyah tonlarında Fransız jaguar marka bir taşıt.

“Hade yauuu hem da Jaguar” der dinleyici

“Yolda giderken çoğu kez gökyüzündeki yıldızları izlemeye bayılırım.”

Vaaay, der konuk konuşmacı, “Hem da gabriyodur ha, vay guzzum vay.” diye hayretini belirtir.

Oysa, programcı henüz 25 yaşındadır hiç otomobil sahibi olmamıştır ve kapriyonun, üzeri açık otomobil olduğunu dahi henüz bilmiyordur.

Abi, der, program konuğu, rimslerin kozmiktir? En yüksek hızı nerde yaptın?

Yani, kaça gadar basdıydın genne. İbreyi gırdımın hiç?

En çok sürati, yokuş aşağı yaptım, dedi programcı.

“Girne’den Lefkoşa’ya doğru inerken, Boğazköy’de.

Dümeni de bıraktım, yıldızları görebiliyordum. Yaz mevsimiydi ve rüzgar tenimi okşuyordu.

İniş çok eyimli olduğundan, çok ama çok süratlenmiştim. Heyecandan kalbim kafesinden özgür olmak için çırpınırken,

derin derin nefes alıp veriyordum.”

Abi gaç basdın daha söylemedin? Dedi delikanlı.

“Ne basması, iniş aşağı inerken pedal basmaya gerek yok, dedi programcı.

Ne pedali be abi, diye sordu genç.

Ne pedali olacak, bisiklet pedali, dedi programcı.

Konuk genç afalladı, bir anda suslunluğa gömüldü.

Sonra şöyle dedi:

“Yaniii, sen, biskletinden bahsederdin be abi. Dalga geçdin yani beniminan. Vallahi eyi sardın beni ha…”

Yoo hayır, dedi radyocu, Estağfirullah, ben çok ciddiydim. Aslında benimle ve dinleyicilerimle dalga geçen sensin.

Sen, lüks otomobilin içinde içki keyfi yapıp,

sevgilinle aynı programda hoş bir zaman dilimi geçirirken.

Canlı yayına katılıp, sahip olduğun her şeye rağmen mutsuz olduğunu söylediğinde.

Benim de aklıma  bisikletimle ne kadar mutlu olduğumu anlatmak gelmişti, dedi radyocu.

Sustu delikanlı ve bir daha konuşmadı.

Hadi sana iyi akşamlar, gecen aydın olsun. Telefonu kapattıktan sonra hikayenin devamını anlatayım ben de, ama gerisini iyi dinle, dedi radyocu genç…

…30 yaşına, yani 2004 yılına kadar, sadece bisikleti vardı.

Yani, Annan Planına karşı yazılar yazdığı için, siyasi saldırıya uğraması sonrası açık karaciğer ameliyatı olana kadar bisiklet onun için en sağlıklı yoldaştı.

Ameliyat sonrası, babası, artık bir araba sahibi olması gerektiği, geçirdiği bu büyük operasyondan sonra, bisikletle dolaşmasının akıllıca olmayacağı hususunda kendisini uyarıncaya kadar, otomobil sahibi olmak aklının ucundan bile geçmemişti.

Oysa şimdiki gençler bisikleti geç, motorsiklete ve hata küçük bir otomobile bile burun kıvırıyor. Lüks otomobillerinde bile mutsuz ve umutsuz birer ruhsal vaka olarak yol alıyorlardı.

Hayal kurmak bir yana.

Hayallerine gelen ilk şeyin, derhal, en kısa sürede sahibi olmak istiyorlar.

Elerindekileri herhangi bir şeye karşı heveslerini çok çabuk yitiriyorlardı.

Bu da başka bir mutsuzluk yaratıyordu.

Gök gürültülü, aralıksızca yağan ahmak ıslatan yağmurlu gecenin sonunda. Gece 24.30 dolaylarında, yayını otomasyona alıp stüdyo katındaki balkona çıktı.

Yağmur usul usul, sessizce Lefkoşa’yı ıslatmaya devam ediyordu.

Ve evine ulaşmacağı aracı sadece bisikletiydi.

Böylesi bitip dinmeyen yağmurlu gecelerde, radyo katındaki misafir salondaki koltukların yastıklarını stüdyo zeminine yayıp uyuduğu, stüdyoda sabahladığı çok olmuştu.

Ama o gece evine dönmek zorundaydı.

Radyo Yenişehir’de, evi ise Ortaköy’de idi.

En az beş kilometrelik bir yol.

Bu yol, bisikletle, ıslak yolda, 25 dakikadan fazla bir süre ederdi.

Zaten, radyo stüdyosunun elektro manyetik ortamında uyumak dinlendirmiyor. Tam aksine yorgun ve gergin bir gün geçirmeye neden oluyordu.

Evden çıkarken yağmurluğunu sırt çantasına koymayı unutmuştu. Yağmurda bisiklet kullanmayı severdi, ama  ıslanmaktan hoşlanmazdı.

Aşağı kattaki mutfağa inip, battal boy siyah çöp poşetini yağmurluk niyetine sırtına geçirdi.

Yağmur hala devam ettiğinden, yerler çamurlu ve her yer su birikintilerine teslim olduğundan, ayakları ıslanmasın diye ayakkabıların üzerine de birer poşet geçirdi.  Başında yağmur geçirmez şapkası olduğundan  bir tek başına poşet geçirmedi.

Dışarı çıktığında, sönük sokak lambasından yerlere vuran ışık yansımanın etkisiyle, çoğalarak, donuk, solgun ve bitevi bir ışık huzmesi yayıyordu sokağa.

Tek bir damla yağmur yağmıyor görünüyordu. Ama, sokağın uzantısındaki derinliğe doğru bakıldığında, sokak lambasından yere vuran beyaz ışık huzmesine denk gelen ince yağmur tanelerinin, korkunç bir hızla aşağı doğru kaydığı çok net belli oluyordu.

Öylesine bakıldığında yağmıyor gibi görünen yağmurun. Yoldan geçen araçların far ışığına  denk gelen kısmında, ince taneler halinde, yağdığı basbayağı belli oluyordu.

Yani, karanlıkta tek damlası görünmeyen yağmur, ışığın aydınlattığı yerlerde ayan beyandı.

Hem de insanı çok kısa sürede sırılsıklam edecek bir yağmurdu yağan.

Ahmak ıslatan yağmuruydu yağan..

Yolda bisikletle ağır aksak dikkatlice ilerlerken, şapkasına ve üzerindeki çöp poşetine düşen damlaların sesinden büyük keyif alıyordu.

Özellikle içi yünlü dışı deri olan siyah şapkasına düşen damlaların çıkardığı sesin hazzı hiç bir zevkle karşılaştırılamazdı.

Asvalt üzerindeki ince su katmanının yüzeyinde dönen tekerleğin çamurluğa çarptırdığı su sesi de onun için ayrı bir keyifti.

Kulakları farklı su ve damla sesleri armonisinde kendini yola kaptırmışken.

Yanından hızla geçmekte olan, İçi buğulu, dışı damlalarla bezeli siyah jelatinle kaplı olan camdan ötürü, içi görünmeyen, yanından usulca geçen kırmızı lüks otomobil, hemen ilerde uygun bir yol kenarında birden durdu.

Bisikletçi, aracın hemen yanından geçtiği sırada, otomobilin içindeki sürücü ona: “Be Candaş, sesin be gardaş” diye seslendi.

Frenlerine basarak, evet benim, dedi şair ve radyocu olan genç bisikletli gazeteci.

Be gardaş, demincek radyoda o şiirleri okuyan senmizdin? Lisede, Ayşe Toprakoğlu’nun Edebiyat derslerinde da şiir okurdun, hatırladımın? Diyerek, bisikletli gazetecinin zihnini 1999’dan, on sene geriye, 1989 yılına fırlatıverdi.

Radyo programcısı gazeteci “Evet hatırlıyorum” dedi; çok iyi anımsadığı lise sınıf arkadaşına.

Aynı zamanda, tüm derslere karşı ilgisiz ve alakasız olan. Yedi kere yedinin ne ettiğini bir türlü ezberleyememiş birini de hatırlıyordu.

Ve bu kişi bizzat karşısında duruyordu.

Babasının mesleğine el atmış, onunla birlikte müteahhitlik yaparak bol para kazanıp zengince ve rahat bir hayat yaşadıklarını iyi biliyordu..

Rastlaştığı lise arkadaşının çarpım tablosunu çalışıp hala öğrenmemiş olduğundan emindi.

Artık ne gereği vardı ki! Ne de olsa müteahhitlikten akan kaynakla gayet rahat ve konforlu bir hayatın sahibiydi arkadaşı.

Çünkü üçüncü dünya ülkelerinde araştıran, yazan, çizen ve doğruyu konuşanlar değil. Çarpım tablosunu bilmeseler de yüksek yerlerden, yolunu bulup büyük ihaleler kapanlar adam oluyordu, şairler ve yazarlar değil..

Çarpım tablosunu bilmeyen ve edebiyatla alakası olmayan müteahhit arkadaşı lüks otomobilinde. Hikayemizin kahramanı bisikletin dingili üzerinde, ahmak ıslatan yağmuru altında öylece kalakalıp anlamsızca bakıştılar.

Bu hikayede ahmak olan kimdi acaba?

Kimilerine göre lüks otomobil konforunun sıcak kabininde oturan çakma müteahhit.

Kimilerine göreyse..

Bu soğuk ve yağmurlu havada bisikletin dingili üzerinde oturan, aylık olarak asgari ücretin yarısına haftada üç gün radyo programı yapan romantik şairdi, ahmak ıslatan yağmurunun ahmak kahramanı.

Neden sonra genç müteahhit, aynı yaşdaki gazeteci sınıf arkadaşına şöyle dedi:

“E be gardaş, gazetelerde yazılar yazan, radyolarda tiyatrolar ve şiir programı yapan da belesbitinan gezen. Alamadın bir arabacık. E vallahi üzüldüm gardaş. Neysa dudmayım seni yamurcuun altında. Hade babay” deyip gaza bastı.

Arka tekerleğin düştüğü çukurdan, yani loggocuğun içindeki çamurlu pis su genç gazetecinin yağmurdan korunmayan tek yer olan yüzüne çarptı.

Gazeteci yazar/şair ve radyo tv programcısı bisikletçi çok üzüldü, ama çok.

Üzüntüsü başına gelen bu trajikomik vaka ve yüzüne bolca sıçrayan pis yağmur suları değildi elbet.

Onu üzen şey, ahmak ıslatan yağmuru altında rastlaştığı okul arkadaşının ve canlı yayınına konuk aldığı boş kafalı dinleyicinin durumuydu.

Bir türlü anlamıyor ve derinden üzülüyordu.

Oysa ki gerçek mutluluk ve huzur illa materyal bir şeylere sahip olmakla. Para pul ve konforla olmuyordu.

Yaz geceleri yıldızlar altında veya kış gecedi ahmak ıslatan yağmuru altında bisiklet kullanmanın hazzını neden kimse anlamıyor ve ona hak vermiyordu, bu çok saçmaydı.

Hikaye kahramanımız ahmak ıslatan yağmuru altında, uzunca bir süre bunu düşündü.

Bir neticeye varamadı, hiç bir yeri de ıslanmadı.

Bir tek yüzü ve gözleri çamurlu ve ıslaktı.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu