Candaş ÖzerKöşe Yazıları

Candaş Özer Yolcu yazdı: Bir bisiklet kabusu…

Lefkoşa yollarında, kan ter, bazan da kan revan geçen.

Karanlık, korku tünelini andıran bir yolculuğa çıkar her akşam.

Çocukluğundan bu güne bisiklet sevdasından asla vazgeçmemişti.

Ve hazırlanmaya başldı.

Çıplak sırtına termal bir içlik, oldukça parlak bir tişört giydi. Üzerine de ciyak tonda en az iki kilometreden ışık vurunca parlayan, nefes alan, ama soğuk hava geçirmeyen, fosfor yeşili yağmurluğunu geçirdi.

Bacaklarına, uzun, gri tonlarda, bolca ışık yansıtan, reflektörlü spor taytını.

Onun üzerine de yansıtıcı renkleri, içi patlak renkte taytlı kısa bir şort giydi.

Giyinme faslı bitince, kuşanma faslına geçti.

Yine reflektörlü ve fosfor yeşili olan sırt çantasına bir şişe su, dezenfektan, alkolsüz kolonya, sargı bezi, yara bandı ve deodorantını yerleştirdi.

Kafasına gri ve gümüş tonlarda, içi özel korunaklı bir kask geçirdi.

Ellerine siyah, içi süet, dışı deri, üzeri kabarık desenli, tırtıklı bir eldiven taktı.

Ayaklarına, sert tabanlı, fosfor yeşili, reflektörlü, tüm ayağı sıkıca kavrayan, her çeşit darbede ayakları koruyan özel ayakkabılar geçirirdi.

Savaşa mı gidiyordu, harbe mi?

Taaruza mı geçiyordu, muharebe, hengame, arbede, nümayiş, ölümüne bir mücadeleye mi gidiyordu?

Aslında hepsine birden gidiyordu.

Lefkoşa sokaklarında bisiklet sürmeye kalkışmak böyle bir mücadeleydi!

Arka ve ön uyarı ışıklarını çalıştırdı.

Evinin yakınındaki Yenikent Belediye Bulvarı’ndaki bisiklet yoluna ulaşması mücadele başlangıcıydı.

Daha sokağa çıkar çıkmaz, kulakları hırpalayan, aşırı desibel şiddetli, ne idiği belirsiz bir müzik gürültüsünün akabinde;

bir kaç el, hususi şekilde yapılan egzoz patlamaları, ani panik yaşamasına sebep oldu.

Hızlıca kulaklıklarını çıkarıp sesli kitabını dinlemeye başladı.

Her akşam, sürüş esnasında sesli kitap dinleyerek yolculuğu zenginleştirirdi.

Özellikle Rus edebiyatı ve dünya klasikleri, Türk edebiyatından da Yaşar Kemal klasikleri,

Z. Livaneli, Hıfzı Topuz kitapları favorilerindendi.

Bu seferki klasik kitap 19. yüzyılın zor yaşam koşullarını anlatıyordu.

Akşamın ilk saatleri, alacakaranlıkta Belediye Bulvarı’nda yol alan araçların, uzun farlarının etkisiyle görüş açısı birden daralıverdi.

Oysa, şehir içinde uzun farlar kullanmak yasaktı ama, kimin umurundaydı.

Bisiklet yolu, yola paralel bir uzantıda, müstakil bir hat olarak parke taşlarıyla döşenmişti.

Parke taşları üzerindeki sürüş, hafif sarsıntılı bir yol alış olurdu.

İlk başlarda tuhaf bir haz, sonra da sıkıntı verirdi.

Bisiklet yolu hattı boyunca, bazı yayalar kaldırımda değil de bu hat üzerinde yürür.

Bir çok aracın kıç, ya da yan kısmı veya tamamı bisiklet hattını işgal eder vaziyetinde olurdu.

Cesaretinizi toplar da nazikçe uyarırsanız bazıları özür diler, bazıları diklenir veya homurdanır. Bazı kimseler ise hiç oralı olmazdı.

Bu böyleydi, değişmezdi.

Herhangi bir aracın hat üzerine kapı açma, yola atılma ihtimali de göz ardı edilmemeliydi.

Çünkü bisikletliler, trafiğin varla yok arası hayaletleriydiler.

Trafiğin yoğunluğundan ve şehirden uzaklaştıkça..

Gönyeli Belediye’sinin tasarladığı yürüyüş ve bisiklet yolunun havası egzoz gazından arındıkça yesemin, gecetüten, pakistan geceleri veya parfüm çiçeği ve ful tütmeye başlardı.

Yolun batı uzantısındaki kısmında, yol güzergahının sağında harnup ağaçları Kasım’da çiçeklenir.

Çiğli ve nemli havalarda tuhaf, mide bulandıran, net olarak betimlenebilen, ama buradan niteleyrmeyrceğim, rahatsız edici bir koku yayar, ama insana zarar vermezdi.

Bazı çiftçiler, Kasım’ın ilk haftası toprağı sürmeye başlar, toprak kokusu buram buram buruna vururdu.

Yağmur sonrası toprak kokusu da yolculuğun ikramiyesiydi.

Nadasa bırakılan tarlalardan yeni filizlenen çayır kokusunu bile alınırdı.

Çok uzaklarda da olsa tarladaki kuru otların tutuşturulması sonucu doğayı inceden bir fires kokusu kaplar, bu bile hoşlukla mayhoşluk arası bir ruh hali yaşatırdı insana.

Lefkoşa’nın batı yakasına iyice uzanıp, Alayköy kavşağına gelmeden, güneye, Kermiya’ya dönen duble yol güzergahına doğru sola saptığınızda, yolun acil park şeridinden ilerlemeye devam edersiniz.

Güzergahın sağındaki at çiftliğinden taze tezek, mis gibi saman balyası kokuları yükselir.

At dışkısı deyip geçmeyin, insana yüzyıl öncesinin ulaşım yolculuklarını anımsatır.

İşte bu noktadan sonra duble yolda karanlık ağırlaşır. Üzerine bir de karşı yönden gelen, araçların, uzun farlarının körelten ışığı eklenince; karanlık kabusu geçici körlükler yaşatır.

Karşıdaki sürücüyü, uzun farlarını kısması için yaptığınız el kol sallamaları, elinizle gözünüze vuran güçlü ışığı kesme çabanızı kimse umursamaz. 

Kermiya Galın yolda bisiklet yolu yok, yüksek kasisler çoktur. Osman Örek bulvarına ulaşıncaya ecel terleri dökülür.

Kermiya kavşağından Dereboyuna giden yolda.. Can havliyle, daracık, mavi boyası pörsümüş, silikleşmiş, güzergahta, belli belirsiz bir bisiklet yolunda ilerlemeye çalıştı.

Lefkoşa Belediyesi’nin tasarladığı bisiklet yolu çukurlarla, tümseklerle, bombelerle, keskin yarıklarla dolu olduğundan gereğinden fazla dikkat etmesi gerektiğinin farkındaydı.

Üstelik, bisiklet yolu boyunca hattın solundaki yağmur suyu giderlerinin mazgal delikleri bazen bisikletçinin dengesini bozabilecek derinliklerde olabiliyordu.

Daha da tehlikelisi, mazgal delikleri yol güzergahına dikey uzantıdıydı.

En büyük handikap demirler arasındaki mesafenin tekerleğinin araya sıkışmasına elverişli oluşuydu.

Aslında, bisiklet yollarındaki bu mazgalların çoğunluğu ölüme davetiye niteliğindeydi.

Özellikle Kermiya ve Dereboyu caddelerini bağlayan Osman Örek Bulvarı’nda, yağmur suyu mazgalları birer ölüm tuzağı gibiydi.

Mazgal çukuru ve yol zemini mesafesi 2 ile 4 santim arası değişiyordu.

Güzergahtaki hemen hemen hiç bir cadde lambası yanmıyor, yolu aydınlatmıyor. Bisikletin küçük fenerinin ışıttığı minik bir görüş mesafesi darlığında seyrediyordu.

Karanlığa gömülü Osman Örek Bulvarı’nın tam orta yerine denk gelen Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin inşaası geceleri de sürüyordu.

Şimdi, şuracıkta, bu zifiri karanlıkta, bir araç arkadan çarpsa veya bir çukura düşsen, yaralanıp parçalansan…

Doğru düzgün ve gereğince tedavi görülecek bir Başkent Devlet Hastanesi yok, ama!!

Külliye şantiye alanında devasa vinçler, canavar gibi buldozerler, işçi yemekhanesi, kamyonlar, yağmur sonrası oluşan balçığı ve yağmur sularını çeken vidanjörler, kocaman harç kamyonları, sayısız işçi ve bir dolu mühendis akşam geceye kavuşurken harıl harıl çalışıyordu.

KKTC’de zenginlik gösterişi, insan sağlığından çok, ama çok daha önemliydi!!!

Osman Örek Bulvarı’ndaki bir çok aydınlatma direği ışık saçmasa da. İnşaatı aydınlatan güçlü devasa projektörler bir kısım yolu loş aydınlıkla da olsa ışıtıyordu.

Yazarın, kulaklıktan dinlediği sesli kitaptaki hikayede 1800’lü yılların izbe, karanlık, nemli, ürkütücü, aç, sefil, perişan, çamurlu, is kokulu, soğuk..

Yağmur sonrası, iğrenç kokulu pis suların yollarda geçit vermediği.

Çamurun içinde sokağa atılmış her türlü çöpün yüzdüğü. Mezbelelik, mekruh, mikrop yuvası, ölüm kokulu tehlikeli sokaklar betimleniyordu.

Sokaklarında ölümün, korkunun, haydutluğun, güvensizliğin kol gezdiği bu hikayeyi dinleyen bu satırları yazan yazar, yol aldığı sırada aynı kepazeliğin, tam da içinden geçiyordu.

Avrupa Birliği Üyesi Güney Kıbrıs sınır paralelinde, bir yanı cennet bir yanı cehennem sırat köprüsünde bisiklet sürüyordu.

Bisikletiyle yol almaya çalışan yazar, ürkek bir surat ifadesiyle donuklaştı!

Karşıdan esen soğuk rüzgarın etkisiyle mi? Yoksa kitapta dinlediği korkunç, pis ve iğrenç kokulu sokağın yaşattığı duyguyla mı? Bilinmez!

19. yüzyılda geçen bakımsız, özensiz ve insan hayatı ve sağlığının hiç önemsenmediği hikayeyi 9 Kasım 2022 gecesi kendisinin de bizzat yaşadığından mı? Belirsiz!

Ölüm ve tehlike tuzaklarıyla dolu güzergahta akşam karanlığında yol alıyor. Bacakları titriyor, gittikçe karanlığın derinliğine giriyor, ürküyor..

Karşı rüzgar şiddetini artırıyor, pedalları çevirip yol almakta zorlanıyor..

Hangi yüzyılda bisiklet sürdüğünün karmaşa tedirginliğinde.

1 saat 15 dakika süren bu sürüşte..

21. yüzyıldan 19. yüzyıl zamanlarına nasıl gittiğinin şaşkınlığında..

Bu tuhaf, hayal ve hakikat arasında, rast gele hayatta kalma, haybeye yol alış serüveninde.

Süregiden, bu garip dejavu karmaşasında, gözleri yumuluyor, ıslanıyor ve kararıyordu..

Diğer Haberler

Başa dön tuşu